Ukrayna'nın bölünmesi ve iç savaş çıkması, bir zamanlar sadece ihtimaldi.
Kırım'ın Rusya'ya bağlanmasıyla ilk ihtimal, Doğu Ukrayna'da Rusların yoğun olarak yaşadığı kentlerde başlayan huzursuzluğun silahlı mücadeleye dönüşmesiyle de ikinci ihtimal gerçek oldu.
Üçüncü ihtimal, yakın zamana kadar birbirini "kardeş" olarak niteleyen iki Slav halk (Ruslar ve Ukraynalılar; birbirine yakınlığını anlamak için "Türkler ve Azeriler gibi" diyebiliriz), daha doğrusu devlet arasında savaş çıkmasıydı.
Kimilerine göre, Kremlin'in Kiev yönetimine başkaldıran Donetsk ve Lugansk bölgelerindeki silahlı Rus güçlerine aylardan beri çeşitli biçimlerde askerî yardım vermesi, fiilen bu savaşın başladığı anlamına geliyordu.
Bazılarına göre ise Rusya-Ukrayna savaşı, iki ülkenin liderleri Vladimir Putin ile Petro Poroşenko arasında 26 Ağustosta Minsk'te gerçekleştirilen görüşmeden hemen sonra (yani geçen hafta) başladı. Çünkü bu tarihten sonra Rusya ordusuna bağlı bin kadar askerin Ukrayna'da olduğunun kanıtlandığı Kiev'de ve Batılı başkentlerde bazı görüntüler eşliğinde dile getirildi.
Öte yandan bir süredir ayrılıkçı Rus güçlerini zor durumda bırakan Ukrayna ordusu, son günlerde birkaç kasabayı kaybederek bulunduğu konumlardan geri püskürtüldü.
Poroşenko, "dönüşü olmayan noktaya çok yaklaştık" diyerek savaş tehlikesini dünyaya duyurdu.
Doğu Ukrayna'da Rus insanların katledilmesine sessiz kalınamayacağını söyleyen Putin, "Batılı partnerlerini" kendileriyle çatışmaya girmemeleri için uyarırken Rusya'nın "nükleer devlet" olduğunu hatırlattı.
İtalyan La Repubblica gazetesinde, Putin'in, Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barosso'yla konuşmasında, "İstesem Kiev'i 2 haftada alırım" dediği savunuldu. Kremlin bunu yalanlamadı, sadece "konuşmanın bütünlüğü göz ardı edilerek cımbızlandığını" belirtti.
Ve dün Ukrayna Savunma Bakanı Valeriy Geletey, artık bundan sonra "antiterör operasyonlar"dan değil "Büyük Anayurt Savaşı"ndan söz edilebileceğini ve bunun "on binlerce insanın ölümüne yol açabileceğini" ileri sürdü.
Birleşmiş Milletler verilerine göre, Ukrayna'daki iç savaşta Nisan ortalarından şu ana kadar 2500'den fazla kişi öldü, yaklaşık 6000 kişi yaralandı.
Adım adım büyüyen ve bir türlü uzlaşma yoluna girmeyen bu anlaşmazlık, bazı siyasi uzmanlara göre, yalnızca Soğuk Savaş sonrası dengelerini altüst etmekle kalmadı, "belki on yıl sürecek bir sıcak savaş"ı gündeme getirdi ("On yıl"ın sembolik anlamı şu: Putin'in 6 yıla çıkarılan başkanlık süresi 2018'de sona eriyor; tekrar aday olup kazanması halinde ise ikinci dönemi bundan on yıl sonra, 2024'te tamamlanacak).
NATO'nun 4-5 Eylül Galler toplantısının merkezinde Ukrayna krizi var.
Pakt şu anda Doğu Avrupa'da askerî tatbikat yapıyor. Yakında bazı üye devletlerin güvenliğiyle ilgili ek önlemler alınması bekleniyor. Bu belki de Polonya'ya, Romanya'ya ve Rus azınlığının ciddi bir varlık oluşturduğu üç Baltık ülkesine (Letonya, Litvanya, Estonya) yeni askerî üsler kurulmasıyla sonuçlanabilir.
ABD Başkanı Barack Obama, NATO zirvesi öncesinde bugün Estonya'nın başkenti Tallin'e giderek Baltık cumhuriyetlerine "yalnız değilsiniz" mesajı vermeyi amaçlıyor.
Kiev yönetiminden "acilen NATO üyeliği başvurusu" yapılacağı yolunda açıklamalar ve pakt yönetiminden sızdırılan "konunun yakın zamanda ele alınabileceği" söylentilerine karşın, Ukrayna'nın kısa sürede NATO üyesi olması çok zor. Birincisi, paktın tüzüğü toprak bütünlüğü konusunda sorunları olan devletlerin üye alınmasına izin vermiyor. İkincisi, bu adım savaş ortamındaki Moskova-Kiev hattında paktın - üyesini askerî tehlikeden korumak adına - hemen Rusya birliklerinin karşısına çıkması anlamına gelecek.
Oysa Batı'nın Ukrayna konusundaki politikası, sıcak savaşa girmek değil, bir taraftan Kiev'e çok yönlü destek vermek, öteki taraftan da Moskova'yı giderek ağırlaşan ekonomik yaptırımlarla zor duruma düşürmek (İngiltere Başbakanı David Cameron'un deyişiyle "Rusya ekonomisine kalıcı hasar vermek").
Yaptırımların - her ne kadar şu ana kadar birçok Batılı uzmanın tahmininden çok daha dirençli davransa da - Rusya ekonomisini ciddi olarak tehdit ettiği ortada. "Yaptırıma karşı yaptırım" adımları atan Moskova'da son günlerde bazı gıda maddelerine zam gelmesi dikkat çekiyor. Batı'nın Rus bankalarını hedef alma ihtimali ise ürkütüyor.
Rusya ile şu ya da bu düzeyde işbirliği ya da ittifak içindeki devletler, Ukrayna krizinden oldukça huzursuzlar.
Avrupa'da başlangıçta Almanya, Fransa, İtalya gibi Rusya ile güçlü ticari bağları olan ülkeler, yaptırımlar konusunda istekli değildi. Ancak krizin derinleşmesi sonucu tutumlarını revize ettiler.
Bugün AB'nin küçük üyelerinden Slovakya, Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Güney Kıbrıs'ın Moskova'ya karşı "daha insaflı davranılması" eğilimi, yine onların ekonomik çıkarlarından kaynaklanıyor.
Kremlin'e daha yakın devletlere bakalım.
Çoğu fazla açıklama yapmadan, yuvarlak ifadelerle durumu idare etmeye çalışıyor.
Putin ile Poroşenko arasındaki görüşmeye evsahipliği yapan Belarus Devlet Başkanı Aleksandr Lukaşenko'nun Ukrayna krizinin başlangıcından itibaren zaman zaman Kremlin'in pek hoşuna gitmeyen demeçler verdiği biliniyor.
Ancak asıl sansasyon, geçtiğimiz günlerde Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev'in açıklamasıyla gündeme geldi. Bağımsızlığı en önemli kazanım olarak gördüklerini söyleyen Kazak lider, "anlaşma şartlarına uyulmazsa ve bağımsızlığımıza yönelik tehdit doğarsa Avrasya Birliği'nden çıkarız" dedi.
Nazarbayev'in Moskova'ya her durumda destek vermeyeceğini ve Ukrayna krizinden rahatsız olduğunu bu kadar sert bir ifadeyle seslendirmesinin nedenleri tartışılıyor. En çok üzerinde durulan iki muhtemel gerekçe şunlar:
Birincisi, Putin, Nazarbayev'i överken onun "daha önceden devlet geleneği olmayan topraklarda Kazakistan'ı oluşturduğunu" söylemişti. Astana yönetiminin bu görüşte olmadığını biliyoruz. Ayrıca Rusya Başkanı vaktiyle Ukrayna ile ilgili olarak de benzer bir yorum yapmıştı.
İkincisi, yine kısa süre önce milliyetçi lider Vladimir Jirinovski, Kazakistan'da Rus karşıtı yaklaşımların yaygın olduğunu vurgulayıp "Ukrayna'dan sonra sıra oraya gelecek" türü bir tehdit savurmuştu.
Batılı bazı gazetelerde Ukrayna ile başlayan anlaşmazlığın önce ekonomik, sonra da sosyal ve siyasi olarak Rusya'yı karıştıracağı, hatta kısa sürede Putin'in iktidarını kaybetmesine yol açacağı öngörüleri dile getirilmeye başladı.
Dün bazı muhalif Rus siteleri, bir ulusal araştırma şirketinin son verilerine göre, Kırım'ın Rusya Federasyonu'na dahil edilmesi ve Batı'nın ekonomik yaptırımları karşısında tepkileri sorulan sıradan insanların birkaç hafta öncesinde olduğu kadar coşkulu ve kaygısız cevaplar vermediklerini yazıyordu.
Bununla birlikte Putin'in halkın yüzde 80'inden fazlasının desteğine sahip olduğu gerçeği değişmedi.
Kremlin, ekonomik yaptırımlara karşı dayanılabilirse, Batı'nın bir süre sonra Kiev yönetimine karşı tutumunun değişebileceğini, en azından iç sorunlarıyla uğraşırken Ukrayna'ya ilgisinin azalabileceğini düşünüyor.
Birkaç hafta sonra havaların soğumaya başlamasıyla doğalgaz ihtiyacını hatırlayacak olan Avrupalı devletlerin, Ukrayna krizinden usanma ve Kiev'i uzlaşmaya zorlama ihtimalinin güçlü olduğunu hesaplıyor.
Kimilerine göre, kısa süre içinde Rusya ordu birliklerinin Ukrayna'yı işgal etmesi de mümkün.
Öte yandan parlamentoyu lağveden Poroşenko, yeni milletvekilleri seçimleri için 26 Ekim tarihini belirledi.
Acaba Ukrayna lideri bu tarihe kadar "Rus ayrılıkçıların işini bitirmeyi" ve bu sayede seçim zaferi kazanmayı mı planlıyor? Bunun büyük bir ihtimal olduğunu savunmak zor.
Ama şu iddiayı öne sürmek zor değil: Bugünkü gerginlik ve çatışma ortamında, ayrıca seçimler yaklaşırken ne Poroşenko, ne de diğer Ukraynalı liderler uzlaşmadan yana adım atabilir.
Eğer Ukrayna'dan da, Rusya'dan da, Batı'dan da barış ve uzlaşma yolunda güçlü bir ses çıkmıyorsa, krizin çözüleceği yolunda iyimser olmak mümkün olabilir mi?..
@AksayHakan