Evet, dünyanın dört bir yanından gelen haberler elinde akıllı telefonlarla dolaşan çağdaş insanın, yani Homo Super Communicatus’un, anlama özürlü olduğunu gösteriyor.
Şöyle bir orantıdan söz edebiliriz: Elindeki telefon akıllandıkça o akılsızlaşıyor.
Şöyle de diyebiliriz: Kendisine ulaşan ya da “maruz kaldığı” veri ve enformasyon dalgaları büyüdükçe, sersemliği, ahmaklığı, şapşallığı, hödüklüğü, aptallığı, bağnazlığı, kindarlığı artıyor…
Demokrasinin beşiği olmakla övünen Birleşik Krallık halkı, ellerinde akıllı telefonlar, günlerdir bir dinozorun ölümünün yasını tutmakta. Akıllara seza törenler birbirini izliyor.
Dünyanın en ilerici halkı sayılan İsveçliler, ellerinde akıllı telefon, oylarıyla faşistleri iktidara çağırıyor.
Akıllı telefonun ana vatanı Amerika’da kadınların kendi vücutları üzerinde karar verme hakkı elinden alınıyor ve Trump adlı kanıtlı bir manyağın yeniden Başkan olma olasılığı yükseliyor.
Örnekleri çoğaltabilirim.
Türkiye’den söz etmiyorum bile. Herkesin elinde akıllı telefon var ve sersemliklerimizi anlatmaya bir kitap yetmez.
Özetle: İnsanlık iyiye gitmiyor.
Bir şey yanlış! Çok yanlış!
Bir önceki yazımda o yanlışın kaynağında, Prometheus’un tanrılardan ateşi çalması misali, iletişim becerisinde fıtratın sınırlarını ya da haddini aşması olabileceğini belirtmiştim. Homo sapiens’ten, homo super communicatus’a geçilmişti. Homo super communicatus her yerden, her zaman, her şekilde iletişim kurabiliyordu. Dijital teknolojinin ona sağladığı enformasyon gönderme yeteneği Süpermen’de bile yoktu.
Ancak, çok önemli bir eksiği ya da zaafı vardı. İletişim gönderme yetisi olağanüstü boyutlarda artmışken, bilgi işleme becerisi aynı kalmıştı. Tolstoy’un bin sayfalık Savaş ve Barış romanını dünyanın öbür ucuna saniyeler içinde gönderebilirken, onu okuyup anlama yetisi aynı kalmıştı; çok saatler, hatta günler alıyordu.
Bilgi işleme yetisi bir huni gibiydi ve ağzı çok genişlemişti ama borusu dardı. Aynı anda bilgi işleyebilme kapasitesi birkaç kanalla sınırlıydı. Tıpkı atası homo sapiens gibi. Nörologların araştırmaları bu alanda çok umut verici şeyler söyleyemiyordu: İnsanın aynı anda on işi birden yapabilmesi mümkün değildi.
İnsanın bilgi algılama, yorumlama ve hatırlama yetileri fena halde sınırlı ve seçimlikti. Bu eskiden beri biliniyordu. Ama dijital enformasyon rüzgarı kasırgaya dönüşünce ortaya bilişsel bir afet çıkmıştı.
Maruz kalınan ama işlenemeyen enformasyon huniden taşıyordu. Sel o kadar amansızdı ki neyin önemli neyin önemsiz, neyin yararlı neyin yararsız olduğunu araştıracak zaman yoktu.
İnsanlar o bolluk içinde zor görünenden uzak dururken, kolayca ilerleyen en kötüye panjurlarını açıyor, yankı odalarında geviş getiriyor, kin ve nefret salgı bezlerini çalıştırıyorlardı.
Sonuç: Herkesin her şeyi bilebileceği şu dönemde insanlık yeni savaş ve pogromlara hazırdı!
Ve birileri bundan çok memnundu. Kimileri para, kimileri oy, kimileri güç uğruna. Sersemlemeyi onlar kışkırtıyordu.
Bilişsel sersemliğin baş kurbanı olan telefonlu gençlik, dünyadaki eşitsizlik ve kötülüklere karşı elbirliğiyle bir şeyler yapmak yerine bireysel “kurtuluş” amaçlı felsefelere sığınıyor, tembellik ve bencilliklerine mazeret üreten kaçış yollarını seçiyor ya da oraya yönlendiriliyordu.
Enformasyonun ateşten çıkan kıvılcımlar gibi havada oraya buraya uçuştuğu şaşkınlık ortamında, geçmiş ve gelecek önemini yitirmişti, yalnızca tek kıvılcım ya da “an” vardı ve o “an” sadece sahibine aitti.
Bu, “Başkalarının canı cehenneme!” şeklinde de anlaşılabilirdi. Ve çoğu kez öyle anlaşılıyordu. Arzu edilen özgürlük kendini kurtarıp “Başkalarının canı cehenneme!” deme özgürlüğüydü!
Sonuçlarını, “ben-merkezciliğin” bir belirtisi haline gelen “an-merkezcilik” olarak dünyanın her yerinde görüyoruz.
Hayat elbette “an”lardan oluşur, “an”lar önemlidir. Ama onlara anlam veren nasıl bir hayatın “an”ları olduğudur. Bağlamıdır.
Tıpkı kıvılcımların geldiği ateş gibi. Tıpkı enformasyon parçasının koptuğu bütün gibi.
Yoksa akıbet sersemliktir!
Çağımızın “ceza”sı belki de Prometheus’un cezasından daha ağır.
Kartallar her gün, yasağa meydan okuyan yiğit hırsızın karaciğerini yiyordu. Şimdi ise, akıllı telefonlu homo super communicatus’ların beyin hücrelerini yutmaktalar…