Yazmak için yanıp tutuşuyorum.
Bir: Tanımadığım bir adamın arabasına binip beş saatlik yolculuk yaptım.
Paylaşım ekonomisi. Bir girişimci, site kurmuş. Facebook üzerinden üyelik sağlanıyor. Başka türlüsünü bulamadım. Yakın zamanda, çerezli siteler yüzünden virüs gelmişti. Abuk subuk videoları oraya buraya, adımı kullanarak gönderiyordu. Yine de ilerledim. Akıl kullanıp araştırınca öcü ihtimaller azalıyor.
Bir şehirden diğerinine gidilecek. Sürücü, sistemde bunu işaretliyor. Bir de, fiyat belirliyor. Araba gidiyor, dört koltuk boş, tanesi 25 TL. Adaylar var. Alt alta sıralı. Seçiyorum birini. Yakın muhitten. Daha önce de yapmıştım ama sonunu getirememiştim. Korkmuştum.
“Hande Hanım, lütfen vazgeçmeyin, şurada yöneticiyim.”
“Yok, yok, saat geç oldu, annem de laf etti yığınla, korktum, hesap numaranızı verin de son anda vazgeçtiğim için telafi edeyim.”
Bu, sistemle ilk anım. Bu kez dedim “Zaten, gece gitmem gerekecek, otobüsten başka seçenek kalmamış. Muavinlerin ünü kaç cihana yayıldı. Başıma ne gelecekse bari başka yerden gelsin.”
Tanımadığım sürücü adam, tatlı mı tatlı bir müzisyen, emektar çıktı. Sınırların çok ötesinde bir gazeteci vardı arabada. O da benim gibi bu yolu seçmiş. Bir de yeni mezun. Şarkılı, türkülü, uyumalı, kalkmalı, hayat hikayesi dinlemeli - gittik. Çok sevdim!
Annem sordu: Hangi firma ile geldin?
“Geldim işte anne, Bla Bla diye bir şey.”
Utandım. İnsanlara olan güvenim nasıl da azalmış. Bir gram tedirginlik yaşatmadı bize sürücü arkadaşımız. Yoldaki satıcılara içecek verdi hatta. Yer eden anılar paylaştı.
Her şeye rağmen adım atmak güzel. Yol boyu “Lokasyon at Handuşka” diyen canlarım da öyle.
İki: Oyuncak satıcısı kabustu…
Minnoş yeğenime minnoş bir hediye almak istedim. Oyuncakçıya gittik. Satıcı, karar anında çocuğu kışkırtıp “daha daha daha modelleri” öyle bir öneriyordu ki bu, öneriden de öte duygu suistimali gibi bir şeydi. Neyse ki Minnoş’un istediğini yapabildiğim için çok iyi hissederek oradan ayrıldım. Allah anne babalara yardım etsin! Çünkü kimsecikler bizi duymazken çocuklara söylediğimiz şeyler o kadar önemli ki… Orada bir ipucu halatı gizli.
Üç: Gençlerle seks sohbetleri mi yapsak?
Dönüşte, trenden inince Pendik’te bir yere oturdum. Türk kahvesi istedim. Yerini bana vermek isteyen delikanlı, “Selda kahve içiyon mu” diye bağıran bir başka yağız ve diğer erkekler bana bunu düşündürdü. Ne yapsam da şu yamyam bakışları yok etsem? İlçe ilçe dolaşıp seks sohbetleri mi yapsak? “O zaman mı geçer, lanet, ne zaman geçer” derken kalktım gittim. Olamazmış gibi geldi. Buruk.
Dört: Kül tablası bazen kocamandır!
Kül tablalarını değiştiren amca gelip gittikçe eğilip büküldüm. “Teşekkür ederim” deyip durdum. Asla ama asla bu, onun göreviymiş gibi hissedemiyorum. Alt geçitte üstünde Hande yazılı kolye vardı. Ona sadece dokundum. Neyim? Kimim? Hiç bitmeyecek bu didişme.
Beş: Havva’nın Üç Kızı…
Şirin, Mona ve Peri… Elif Şafak’ın son kitabı elimde. Bu, okuduğum ilk kitabı. İnsanlar ülke gibi. Bazı kelimelerin anlamını bilmiyorum ve o kelimelerden çok var. Neden bu kadar geç Elif Şafak okuduğumun peşine düştüm. Arkadaşlarıma sordum. Onlardan da hatrı sayılır oranda hiç okumamış olanlar varmış. Buna şaşırdım. “Peri” gibi.
Rakamlar doğada yok. İyi ki burada varlar. Beni toparlıyorlar.
Sevdiklerinizin yüzünü güldürdüğünüz anlarla dolup taşan nice bayramlar dilerim.