Tarih, 15 Temmuz 2016.Gece yarısı televizyonun başındayım. TRT'de darbe bildirisi okunuyor.Darbe girişiminin FETÖ'cü niteliği henüz bilinmiyor, Erdoğan konuşmuş değil.Arka arkaya üç tweet atıyorum.
TRT'DE ŞİMDİDARBE BİLDİRİSİ OKUNUYOR;ASKERİ DARBELER ÇARE OLMAMIŞTIR, BUNDAN SONRA DA OLMAYACAKTIR.
DARBEYE HAYIR! DARBEYE HAYIR! DARBEYE HAYIR!
ERDOĞAN İKTİDARIYLA MÜCADELE,ASKERİ DARBEYLE DEĞİL,DEMOKRATİK YOLLARDAN OLMALI, ÇARE BUDUR!
Bu tweetlerimden sonra, 15 Temmuz gece yarısı oturup kısa bir yazı yazıyorum.
Meslek hayatımda darbeler hiç eksik olmadı. Darbelerle birlikte yaşanan acılar beni siyasal açıdan olgunlaştırdı diyebilirim. Bu sayede demokrasi kültürü edindim. Bir başka deyişle: Demokrasi ve özgürlükler konusunda neyin iyi, neyin kötü olduğunu darbe süreçlerinde hayatın içinden öğrenmeye başladım. Bu beni Türkiye’nin ‘asker sorunu’yla haşır neşir yaptı. Bugüne kadar yazdığım kitapların hemen hepsi büyük ölçüde bu sorunun çerçevesinde yer alır. 2010’da çıkan kitabımın adı Türkiye’nin Asker Sorunu idi ve kapağın üstüne de şu damgayı vurmuştum:
EYY ASKER,SİYASETE KARIŞMA!
Bu çizgiden hiç sapmadım bugüne kadar. Onun içindir ki, Erdoğan iktidarına karşı özellikle 2000’lerin ilk yıllarında asker içinde uç veren ‘darbe tertipleri’ne kararlılıkla karşı çıktım. Ama bunu yaparken de bir noktanın altını çizmeyi unutmadım: ‘Askeri darbe’ye ne kadar karşıysam, ‘sivil darbe’ye de karşıydım. Çünkü her ikisi de demokrasi ve özgürlükleri hiçe sayıyordu. Bu nedenle, özellikle son yıllarda sivil despotluk yolunda sistemli adımlar atmakta olan Tayyip Erdoğan’ı sert bir dille eleştirmeye başladım. Darbelerin gerçekten tarihe karışması, ancak demokrasi, hukuk ve özgürlükler düzeninin yerli yerine oturmasıyla mümkündür.15 Temmuz gece yarısından itibaren darbeye hayır diyenlerin başında Cumhurbaşkanı Erdoğan geliyor. Dik duruşu ve halka yaptığı çağrılar, darbecilerin çözülüşünde belirleyici oldu. Elbette şu noktayı vurgulamak gerekir: Erdoğan’ın çağrılarıyla birlikte sokakları ve meydanları bir anda doldurmaya başlayan, tankların üstüne çıkan ve darbeci askerlerin üstüne korkusuzca yürüyen halk, siyasal tarihimizde hem bir ilke imza attı, hem de darbe teşebbüsünü tümüyle çökertti. Polis de bu bakımdan büyük rol oynadı. Darbenin çökertilmesinde hiç kuşkusuz iktidar partisiyle birlikte darbeye karşı net tavır alan muhalefet partilerinin de payı vardı. Bunun gibi sivil toplum kuruluşları, basın, internet gazeteleri, özellikle televizyon kanalları darbecilerin yenilgiye uğratılmasında önemli rol üstlendiler. Diğer taraftan darbecilerin halka ateş açabilmesi, TBMM’yi bombalamaları iğrenç ötesiydi. Darbelerin gerçekten tarihe karışması, ancak demokrasi ve özgürlükler düzeninin yerli yerine oturmasıyla mümkündür. 15 Temmuz darbe teşebbüsü yenilgiye uğratılmıştır, iyi de olmuştur. Peki ya sivil darbe ne olacak? Bu soruyu soruyorum, çünkü Erdoğan, Türkiye’yi demokrasi ve hukuk devleti sularından uzaklaştırdıkça uzaklaştırıyor, toplumu böldükçe bölüyor, koca ülkeyi kutuplaştırdıkça kutuplaştırıyor. Erdoğan bu kafayı değiştirmezse ne olacak? Sıcağı sıcağına demek istediğim şu:15 Temmuz’a karşı olmak, tek başına, demokratlığın kriteri olamaz! Asker darbesi, Erdoğan darbesi... Aklınızdan çıkarmayın bu meseleyi, yani askeri darbe, sivil darbe meselesini... Bu mesele çözülmedikçe, demokrasinin önü açılmaz.
2016'da 15 Temmuz'u 16 Temmuz'a bağlayan geceki duygu ve düşüncelerim üç yıl sonra da değişmiş değil.Yine aynı noktadayım.Türkiye'yi darbelerden kurtarmak için demokrasi sularına kararlılıkla demir atmaktan başka çaremiz yok.Hangi düşünce ve inançta olursa olsun, milliyeti, kökü, rengi ne olursa olsun, herkesin barış ve huzur içinde birlikte yaşamasının yolu gerçek demokrasiden geçiyor.