New York’ta bir kitapçıdayken bir mesaj düştü telefonuma: “Doğan Koloğlu’nu kaybettik!” Hatıralar dipsiz bir kuyudan çıkıp gelmeye başladı. Çocukken tanımıştım Doğan Abi’yi, halamın evindeki sofralarda. Ona yakın ilgim, futbolculuğundan kaynaklanıyordu…
Doğan Abi, beni iki yaz o zamanlar çalıştırdığı Galatasaray Genç takımının antremanlarına almıştı. Sonra Mülkiye’yi kazanınca, futbolun içimde kalmasına yine Doğan Abi neden olmuştu. Yıllar sonra gazetecilikte buluştuk; maçlarda, basın tribününde beraberdik.
Doğan Koloğlu çok iyi bir Galatasaraylı’ydı. Gerçek bir futbol adamıydı. Ve çok iyi bir gazeteciydi. Bütün ailesinin derin acısını paylaşıyorum. Hem Galatasaray camiasının, hem de gazeteci milletinin başı sağolsun. Huzur içinde uyu sevgili Doğan Abi.
NEW YORK
Çok konuşkan bir taksi şoförü.
Mısırlı, İskenderiye’den.
Karısı İtalyan, Milano’dan.
Üç çocuklu bir aile, üçü de iyi okuyormuş.
Büyük aileyi özlediğini söylüyor.
İskenderiye’de her hafta sonu baba evindeki kocaman sofraların etrafında, gürültü patırtı içinde ne kadar güzel yiyip içtiklerini heyecanla anlatıyor.
Kulak verdiğimi görünce dertleniyor:
“Bu New York’ta aile deyince en çok karı koca, bir de çocuk... Fazlası yok. Daha çok kendi başınasın. Buralarda kopuk ilişkiler içinde yalnız yaşıyorsun. Etrafın tenha... O kadar arıyorum ki, o kadar özlüyorum ki, İskenderiye’de Cuma günleri öğleyin hep birlikte yediğimiz o büyük aile yemeklerini...”
Brooklyn’de yaşıyor.
Türkiye’den Adanalı arkadaşları varmış. Hayatlarını kasaplıkla kazanan, Manhattan’daki lokantalara günü birlik et veren Türkler...
“Çok iyi insanlar. Çat pat Arapça da biliyorlar. Ara sıra bizi yemeğe davet ediyorlar. En çok da, içinde küçük küçük et parçaları olan mercimek yemeğini seviyorum ” diye ekliyor.
Sabah vakti Soho’da, Prince Sokak’taki McNally Jackson isimli sevdiğim bir kitapçıda bu satırları yazarken, Gazeteciler Cemiyeti’nin mesajı düşüyor cep telefonuma:
“Doğan Koloğlu’nu kaybettik!”
Sevgili Doğan Abi...
Hatıralar dipsiz bir kuyudan çıkıp gelmeye başlıyor.
Ne yazayım?
Doğan Abi’yi sanıyorum çocukken, yedi sekiz yaşındayken tanımıştım.
1950’li yılların ilk yarısı olmalı.
Çok sevgili halam Kamuran Cemal, Beyoğlu’nda İstiklal Caddesi’ne çıkan Aliyon Sokak’ta, Yeni Melek sinemasının üstündeki bir apartman katında yaşardı.
Trakya’daki Alpullu Şeker Fabrikası’ndan ailecek İstanbul’a geldiğimizde halamın bu evinde kalırdık.
Bu evde neredeyse her akşam çok güzel, çok keyifli sofralar kurulurdu. Gün batarken herkes kendi bütçesine göre içkisini, mezesini alır gelir, keyifli uzun geceler yaşanırdı.
Kuzenim Mehmet Cemal’in yakın arkadaşı olan Doğan Abi’yi ben bu sofralardan hatırlıyorum.
Yanında, sonradan evleneceği Avusturyalı sarışın güzel kadın Nina otururdu, meslektaşım Sina Koloğlu’nun annesi...
Çocukken, Mehmet Abi’min arkadaşları arasında Doğan Koloğlu’na olan yakın ilgim, onun futbolculuğundan ve sıkı Galatasaraylılığı’ndan kaynaklanıyordu.
Benim futbola olan düşkünlüğümü bilirdi.
Daha altı yaşında büyüklerle futbol oynarken sağ bacağımı iki yerinden kırıp ameliyat için Alpullu’dan İstanbul’a geldiğim zaman benimle ilgilenmişti.
1959, 1960 yılları olmalı.
Doğan Abi, Galatarasay Genç takımını çalıştırıyordu. 15-16 yaşındaydım. İki yaz üst üste beni de antremanlara almıştı. Ali Sami Yen’de top peşinde koşmuştum.
Hayallerim vardı futbola dair.
Ankara’da liseyi bitirecek, İstanbul’a gelip Galatarasay Genç’te futbola başlayacaktım.
Ama olmadı.
Hayallerim gerçekleşmedi.
Futbolun içimde kalmasına yine Doğan Abi neden olmuştu.
1961’de üniversite giriş sınavlarında Mülkiye’yi, Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni kazanınca, “Vazgeç bu futbol sevdasından” diye ısrar etmişti Doğan Abi, “Git oku, diplomat ol.”
Dediğini yapmıştım.
Bir daha ilişkimiz hiç kopmadı Doğan Abi’yle. Yıllar geçti aynı meslek dalında, gazetecilikte buluştuk.
Akşam gazetesinin yazı işleri müdürlüğünü yaparken, 12 Mart darbesi sırasında yolu hapse de düşmüştü.
Hatırlıyorum, kendisini bir seferinde demir parmaklık arkasında ziyarete gitmiştim.
Sonra maçlarda, basın tribününde buluşmaya başladık.
Heyecanla, hiç durmaksızın anlatırdı pozisyonları, maçın seyrini, golleri.
Çok iyi okurdu oyunu.
Benimle değil, sanki kendi kendine konuşurdu. Konuşurken, maçın notlarını da alır, 90 dakikayı bitiren düdükle birlikte kalkar yazısını yazdırmaya giderdi telefona...
Galatarasay-Leeds United maçını anımsıyorum.
2000 yılıydı.
İstanbul’daki maçı 2-0 kazanmıştık.
İngiltere’de Leeds’deydi yarı finalin ikinci maçı. UEFA Kupası’nda finale bir adım uzaklıktaydık.
Heyecan içindeydik.
Finale 90 dakika kalmıştı.
Basın tribününde Doğan Abi’yle yan yana oturuyorduk.
Fena halde gergindi ortalık. Çünkü İstanbul’daki maçtan bir gün önce iki Leeds United taraftarı öldürülmüştü.
Hagi’nin penaltı golüyle ben ayağa fırlamıştım ki, Doğan Abi beni uyardı sert bir şekilde, otur oturduğun yerde diyerek.
Zira Leedsli taraftarlar, bize bakıp yüksek sesle ve el kol hareketleriyle homurdanmışlardı.
Ayrıca basın tribününün adabına aykırıydı tezahürat yapmak...
Doğan Abi, aynı uyarıyı, Cim Bom’a final yolunu açan Hakan Şükür’ün müthiş golüyle birlikte bir kez daha yapacaktı.
Ama bu uyarısı, aynı anda havaya fırlayıp final sevincini birlikte yaşamamızı engellemeyecekti.
Doğan Abi çok iyi bir Galatasaraylı’ydı.
Damardan Cim Bom'luydu.
Sarı kırmızı renklere gerçekten gönül vermişti bütün hayatı boyunca.
Futbolu çok iyi bilirdi.
Gerçek bir futbol adamıydı.
Ve çok iyi bir gazeteciydi.
Bütün ailesinin, sevgili eşinin, Orhan ve Sina Koloğlu’nun derin acılarını paylaşıyor, kendilerine başsağlığı diliyorum.
Hem Galatasaray camiasının, hem de gazeteci milletinin başı sağolsun.
Huzur içinde uyu sevgili Doğan Abi.
Twitter: @HSNCML