Deniz Baykal’ı gazeteci olarak12 Mart sonrası 1972, 1973 yıllarında tanıdım. O tarihte Altan Öymen’in Anka haber ajansında çalışıyordum. 12 Mart’ın hemen ertesinde,CHP’de Ecevit’le iktidar yürüyüşüne başlayan çekirdek kadronun içindeydi.O tarihlerde Ecevit’in çevresinde Mülkiye cuntası vardı, “Ortanın Solu CHP’si”nin iktidar programını ideolojik temellerini atmaya çalışan.Daha çok Siyasal Bilgiler Fakültesiöğretim üyelerinden oluşan “Mülkiye cuntası”nda Deniz Baykal’la birlikte Turan Güneş, Besim Üstünel,Haluk Ülman, Ahmet Yücekök isimleri en başta dikkati çekiyordu.
Bu kadronun gazeteci olarak bana karşıilişkileri mesafeliydi. Bunda, benim yeni yetme bir gazeteci olmamdan daha çok, Doğan Avcıoğlu’nun “cuntacı” Devrim dergisinden gelmem rol oynamıştı. 1973 sonunda Cumhuriyet’e geçtikten sonra ilişkilerimiz ısınmaya başlamıştı Baykal’la. CHP kurultaylarını muhabir olarak izlerkenve 1979’da gazetenin Ankara temsilcisi, 1981’de de genel yayın yönetmeni olmamdan sonra Baykal’la epeyce yakınlaşmıştık. Bunda tabii Baykal’ın CHP içinde Ecevit’e karşı, SHP’de Erdal İnönü’ye karşı sürekli yenilgiyle noktalanan kurultay kavgalarının da rolü olmuştu.
Cumhuriyet, CHP’nin hem tavanında, hem tabanında çok etkili bir gazeteydi.Parti içi kavgalarda benim tavrım genellikleBaykal’ın karşısında olmuştu. 12 Eylül 1980 askerî darbesinin tüm siyasi partilerle birlikte kapattığı CHP, 1992’de tekrar açılıp genel başkanlığına seçildiğindeBaykal’ı bir süre desteklemiştim. Özellikle Cumhuriyet’te vazonun kırılması ardındanSabah gazetesinde köşe yazmaya başladıktan sonra gazeteci olarak Baykal’la yakınlaşmıştım.CHP’nin başındaki, 1990’ların, 2000’lerin Baykal’ı tek bir seçim kazanamadı. CHP’yi halkın değil, yeniden “devlet”in partisi yaptı.
Askerin 27 Nisan e-muhtırası’nın yanında yer aldı.28 Şubat postmodern darbesindeki askerin rolünü, “sivil toplum örgütü”ne benzetebildi.Ecevit’in 1970’lerde yaptığını yapamadı, yani entelektüel düzeyi yüksek, akademik düzeyi yüksek, Türkiye ve dünya hallerini iyi bilenbir yakın çevre oluşturmadı, böyle bir şeyden hep rahatsızlık duydu.
Ecevit’in “dine saygılı laiklik” anlayışı yerine, CHP’nin o malum otoriter laiklik anlayışınıbenimseyerek sürekli asker ve yüksek yargı ile birlikte aynı cephede hareket etti. Üniversitelerde türban ve başörtüsü yasağınınkaldırılmasını istemedi.Yüzde 47 oy almış bir parti, AKP hakkındaki kapatma davasına karşı çıkmadı.İfade özgürlüğü konusunda (301 örneği) iyi sınav vermedi. Kürt sorununa sırtını döndü.Baykal’ın CHP’si, Ecevit’in Karaoğlan olarak 1970’lerde silip süpürdüğü Güneydoğu’dan neredeyseoy alamaz hale geldi. Baykal’ın CHP’si Avrupa Birliği’ne gitgide mesafeli ve soğuk durmaya başladı. Baykal, Türkiye’de darbe tertiplerininilk kez yargı sahnesine çıktığı süreçte “Ergenekon’un avukatlığı”na soyunduğunukendi ağzıyla açıkladı.Ecevit’in CHP’si 1975’teSosyalist Enternasyonal’e girmişti.Baykal’ın CHP’si 2000’li yıllarda Enternasyonal’den çıkarılmanın eşiğine geldi.
Enternasyonal’in başında Yunanistan’dan PASOK’un lideri Yorgo Papandreu olmasaydıCHP’nin üyeliğinin sona ermesi kesin gibiydi. Ama Papandreu istemedi, kendi dönem başkanlığından dolayı böyle bir kararın “Yunan oyunu” olarak görülebileceğini belirterekkarar çıkmasını engelledi. Baykal, hep burun deliklerini gere gere,bağıra çağıra muhalefet yaptı.Her zaman hırçındı siyaset sahnesinde. Belki bu yüzden de geniş kitlelere sempatik gelmedi, itici geldi. İktidarın ak dediğine kara dedi. Yapıcı olamadı. Ve kitlelerin somut sorunlarına çare üretecek söylem ve planlarla halkın önüne çıkmadı.Polonya’da Dayanışma Sendikası hareketiyleyalnız ülkesinde değil, Doğu Avrupa ve Sovyetler Birliği’nde de komünizmin çöküşünde büyük rol oynayan Lech Walesa, iki farklı siyasetçiyi şöyle tanımlar:
İki tür siyasetçi arasında ayrım yaparım. Bir yanda siyaseti sadece taktiksel bir oyun olarak görenler... Diğer yanda politikayı birtakım değerlerin savunulması ve hayata geçirilmesi için yapanlar.
Baykal bence Walesa’nın bu tanımında birinci kategoride yer alan bir siyasetçi oldu. Bu arada Baykal’a ilişkin değerlendirme içerenbir anekdotu aktarmak istiyorum: 2003’ün Şubat ayında, Türkiye’nin Irak Savaşı öncesi 1 Mart tezkeresine doğru gittiği günlerde, CNN Türk’ten yönetici düzeyinde bazı gazeteciler,Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ı ziyaret ederler. Konu CHP Genel Başkanı Baykal’dan açılır. O tarihte Baykal, Kuzey Irak’a Amerikandeğil Türk askerinin girmesini savunmaktadır.Büyükanıt Paşa şöyle der:
Bu Baykal politikayı bir türlü öğrenemeyecek. Irak’a biz gireceğiz ama Amerikan askeri girmeyecek. Öyle mi? “Is your mother beautiful?” (Türkçesi: Anan güzel mi?) diye sorarlar adama...
Baykal, “zamanın ruhu”nu hiç yakalayamadı. Oysa, bu açıdan 1990’lar son derece elverişliydi. Berlin Duvarı yıkılmış, demokrasive özgürlük bayrağı her yerde dalgalanıyordu. 1980’lerde İspanya’da, Portekiz’de, Yunanistan’dasosyal demokratların, sosyalistlerin yaptığını Baykal’ın CHP’si de yapabilir, Türkiye’yi demokratikleşmeyle birlikte AB yoluna sokabilirdi. Hatta Baykal bir ara buna niyetlenir gibi olmuştu. İsmail Cem’le birlikte Yeni Sol diye yola çıkmış,heveslenmiş ama birçok kez olduğu gibi bundan da çabuk vazgeçmişti. Deniz Baykal 1960’ların sonundan itibaren aktif politikanın içinde oldu. 1990’ların başında genel başkanlık koltuğuna oturdu. 1995 seçimlerini kaybetti, yüzde 10 barajını kıl payı geçti. 1999 seçimlerini kaybetti, yüzde 10 barajına takıldı ve CHP tarihinde ilk kez parlamento dışında kaldı. 2002 seçimlerini kaybetti. Bu seçimlere gidilirken Baykal’ın CHP’si yine yüzde 10 barajının etrafında dolaşıyordu.Son anda yapılan Kemal Derviş aşısıyla yüzde 20’ye yaklaştı. 2007 seçimlerini de kaybetti. Seçim üstüne seçim kaybetmiş bir Baykal. 1995, 1999, 2002, 2007.
On iki yılda üst üste kaybedilen dört milletvekili seçimi... Ama Baykal bütün yenilgilere rağmen istifa kurumunu aklına getirmedi, ne yazık ki, bir kaset skandalı ile CHP’de genel başkanlık koltuğuna veda etti. Kalsaydı, CHP ne olurdu? Erdal İnönü’nün deyişiyle, “CHP Baykal’la tarih olur” muydu, bilemiyorum. Baykal’la iplerimiz kopmuştu. Uzun yıllar görüşmedik. 2003’te çıkan Kürtler isimli kitabımı kendisine imzalı olarak gönderdiğim zaman bana şu nazik notu göndermişti:
Sevgili Hasan,Herhalde sen de kabul edersin ki, güzel ve değerli kitaplar yazıyor olman, bize yaptığın haksızlıkları ortadan kaldırmaya yetmez. “Keşke o güzel kalemini ve araştırıcı zekânı, siyaset kulislerini yönlendirme çabası yerine, böylesine kalıcı ve değerli eserler üretmekte kullansan” demek geçiyor içimden.Şaka bir yana, ülkemizin çok temel bir konusunun son 15 yıldaki siyaset serüvenini,çok çarpıcı ve etkileyici bir biçimde sergilemişsin. Eline sağlık.Başarılarını sürdürmen dileğiyle, dostlukla,Deniz Baykal, Genel Başkan,10 Nisan 2003.
Dipnot:Yukarıdaki yazım, 2018 yılı Ocak ayında Everest Yayınları'ndan çıkanHayat İşte Böyle Geçip Gidiyor isimli kitabımın, "Gazetecinin Baykal'lı yılları"başlıklı 223-227 sayfalarından alındı.
Hasan Cemal kimdir? Hasan Cemal 1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1965 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1969 yılında Ankara’da haftalık Devrim dergisinde başladı. Yeni Ortam dergisi, Anka Ajansı ve Günaydın gazetesinde çalıştıktan sonra 1973 yılında Cumhuriyet gazetesine girdi. 1979 - 1981 yılları arasında Ankara Temsilciliği yaptı. 1981-1992 yılları arasında Cumhuriyet Gazetesini Genel Yayın Yönetmeni olarak yönetti. Cumhuriyet gazetesi Cemal'in yönetimindeyken 1986’da Sedat Simavi Ödülü’nü kazanarak "yılın gazetesi" seçildi. 1992-1998 yılları arasında Sabah gazetesinin birinci sayfa yazarlığını yaptı. 1998'den 2013'e kadar yaklaşık 15 yıl boyunca Milliyet gazetesinde yazdı. Nokta dergisi 1989 Doruktakiler ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti köşe yazısı ödüllerini kazandı. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti 2004 yılında da "Araştırma" ödülünü Hasan Cemal'in çalışmalarına verdi. 28 Şubat 2013'te Milliyet'in manşetinde yayımlanan "İmralı Zabıtları"nın yayınını savunduğu için dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan'ın tepkisine hedef oldu. Milliyet yönetimi, "Başbakan'ı ve medya sermayesini sorgulamaktaki ısrarını" gerekçe göstererek yaklaşık 15 yıldır yazdığı gazetedeki köşesini kapattı. Milliyet ile yolları ayrıldıktan sonra yaptığı röportajlar ve kaleme aldığı yazılar, bağımsız internet gazetesi T24'te yayımlandı. Türkiye medyasının en etkili ve kıdemli isimlerinden olan Hasan Cemal, Mart 2013’ten beri T24’te yazıyor. Harvard Üniversitesi Nieman Gazetecilik Vakfı Louis M. Lyons Gazetecilikte Vicdan ve Dürüstlük Ödülü'nü "hayatı boyunca basın özgürlüğünü savunmak için gösterdiği çaba nedeniyle" 2015 yılında Hasan Cemal'e verdi. Cemal, Türkiye'de bu ödülü alan ilk gazeteci oldu. Bir dönem Bilgi Üniversitesi’nde "Medya ve Politika" dersleri veren Hasan Cemal’in yayımlanmış 13 kitabı, tarih sırasıyla şöyle: - Tank Sesiyle Uyanmak (1986) - Demokrasi Korkusu (1986) - Tarihi Yaşarken Yakalamak (1987) - Özal Hikâyesi (1989) - Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım (1999) - Kürtler (2004) - Cumhuriyet'i Çok Sevmiştim (2005) - Türkiye'nin Asker Sorunu (2010) - Barışa Emanet Olun (2011) - 1915: Ermeni Soykırımı (2012) - Delila - Bir Genç Kadın Gerilla'nın Dağ Günlükleri (2014) - Çözüm sürecinde Kürdistan Günlükleri (2014) - Hayat İşte Böyle Geçip Gidiyor (2018) - Hasan Cemal'in "Zamane Diktatörleri" adını taşıyan basılmamış bir kitabı daha var. |