Sau Paulo’ya uçarken yine ‘zaman’a takıyorum. Zamanın tutsağı olmak! Galiba kimse kurtulamıyor. Bulutların üstünde kendi kendime not alıyorum: Sen onları beklerken, bir de bakmışsın, güzel yıllar gelip geçmiş... Üç gün için tam 13 küsur saat uçmak, pek akıllı işi gözükmüyor. Öyle ama gazeteci milleti de seyahata doymuyor. Yan koltuktaki Cengiz Çandar’a bakıyorum, her zamanki gibi elinde bir kitap, ilgiyle okuyor: Brezilya’nın Kısa Tarihi... Ben de Carlos Fuentes’in Kendim ve Ötekiler isimli kitabına dalıyorum. Bir yerinde yine zaman karşıma çıkıyor:
Dün geçti, Yarın henüz gelmedi, Bugün hızla uçup gidiyor!
Yıllar geçtikçe zaman hızlanıyor mu? Belki de. Fuentes’in bir cümlesinin daha altını çiziyorum: “Hiç kimse yarına inanmamalıdır.” İyi ama yarınlara inanmadan nasıl yaşayacağız? Umut beslemeden, umut etmeden hiç hayat geçer mi? Kim bilir belki de, hayal kırıklıklarına hep hazırlıklı olun demek istiyor.
Sao Paulo'ya uçarken bulutların üstünde kendi kendime not alıyorum: Sen onları beklerken, bir de bakmışsın, güzel yıllar gelip geçmiş...
Arkamızdaki duvara asmışlar:
Ortadoğu’nun patlayıcı satrancı içinde Türkiye: Demokrasi mi?
İşte bu soru değil mi, hayattaki en büyük hayal kırıklıklarımızdan biri?.. Demokrasi konusunda beklediğimiz yarınlar geldi mi bu memlekette?.. O zaman haklı değil mi Carlos Fuentes kitabında, yarınlara inanmayın derken?.. “Türkiye: Demokrasi mi?”, Brezilya’nın 60 yıllık özel üniversitesi ESPM’deki konuşma ve tartışma konumuz. Siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler bölümünün öğrencileri (kızlar ezici çoğunluk) salonu doldurmuş durumda... Sahnede yerimizi alırken, cep telefonuma bir haber düşüyor: “Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Sedat Ergin hakkında tutuklama talebi...” Konuşmaya bununla başlayabilirim. Ama gelen sms’lerden ciddiye alınacak bir durum olmadığı anlaşılıyor.
'Türkiye: Demokrasi mi?' Brezilya’nın 60 yıllık özel üniversitesi ESPM’deki konuşma ve tartışma konumuz bu…
İlk soru bir öğretim üyesinden: “Tayyip Erdoğan Türkiye’si 2011 yılına kadar bir ‘model ülke’ sayılıyordu. İslam’la demokrasiyi bir arada yaşatabilecek bir ‘model’ olarak İslam dünyasına özellikle Amerika tarafından örnek gösteriliyordu. N’oldu da bu değişti? ‘Model’ken, şimdi neden buralara geldi Türkiye?..” Sorular bitmek bilmiyor: “Türkiye Avrupa Birliği’nin neresinde?” “Tayyip Erdoğan, üç dönem üst üste nasıl seçim kazandı?” “Askeri darbe ihtimali var mı?” “Taksim’deki Gezi direnişi ne oldu, o direnişçiler nereye gitti?” “Ortadoğu’da IŞİD tehlikesi ve Türkiye...” “Ortadoğu satrancında Türkiye’nin yeri?..” Bir soru da, 1915’le ilgili. Büyük dedeleri Sasonlu olan Ermeni bir kız öğrenci soruyor: “Ermeni Soykırımı’nın 100. yılındayız. Türkiye inkârdan vazgeçecek mi? Tarihiyle yüzleşecek mi?” Öğrencilerin iki saat boyunca eksilmeyen ilgisi ve seviyeleri güzel bir sürpriz oluyor.
Fernando Henrique Cardoso. Amerikan tipi başkanlık sisteminin geçerli olduğu Brezilya’da 1995-2003 yılları arasında iki dönem üst üste devlet başkanlığı yapan sosyal demokrat lider. İki seçimi de ilk turda ve yüzde 54 oyla, üstelik İşçi Partili rakibi Silva da Lula’ya karşı kazanmış... Bugün 84 yaşında ama çok dinç. Kendi adını taşıyan vakfın odasında Cengiz Çandar ve benimle sohbet ediyor. Sahici, samimi, tatlı dilli bir insan. Fidel Castro’yla anılarını anlatıyor. Troçki’nin Meksika’daki suikast dönemi konuşulurken, ünlü ressam çift Diego Rivera ve Frida Kahlo’dan söz ediyor. Sohbet bir ara Stalin’e, Beria’ya geliyor. Stalin’in Gürcistan’da, memleketi Gori’deki müze-evini gördüğünü söylüyor. Tabii her Brezilyalıyla yapılan sohbette olduğu gibi bir ara ‘futbol’a da giriyoruz. Siyasetle yakın ilgisini sürdürüyor. Ekonomiden söz açılınca, işlerin kötü gittiğini belirtiyor. Ayrıca Brezilya’da yolsuzluk ve rüşvet skandalları ayyuka çıkmış durumda. Bu konularda bugünkü kadın Devlet Başkanı Dilma Rousseff’den daha çok kendi halefi Lula da Silva’yı suçluyor. Yaşanmakta olan ekonomik krize Lula’nın hesapsız kitapsız politikalarının zemin hazırladığını söylüyor. Bu arada belirtmekte yarar var. Bugünkü İşçi Partili Devlet Başkanı Dilma Rousseff, 1960’larda askeri diktatörlüğe karşı bir gerilla olarak mücadele etmiş...
Brezilya 1964’le 1985 arasında 21 yıl askeri diktatörlükle yönetilmiş. 1988’de -bizim hâlâ yapamadığımız Brezilya’da başarılmış ve askeri sivil otoriteye tabi kılan demokratik bir anayasa yapılmış. Fernando Henrique Cardoso’nun 1995’le 2003 arasındaki sekiz yıllık cunhurbaşkanlığı döneminde de, ekonomik ve siyasal reformlarla Brezilya rayına oturmaya başlamış. Özellikle ekonomi alanında devletçilik -ya da ‘komuta ekonomisi’nden- pazar ekonomisine geçiş yaşanmış... (*) Daha ilginci, Başkan Cardoso’nun sosyal demokrat politikalarının, ondan daha solcu -ya da radikal- İşçi Partili Başkan Lula tarafından da benimsenip uygulanması...
Türkiye'ye dair sorular hiç bitmeyecekmiş gibi... Peki ya cevaplarımız?.. Dün geçti / Yarın henüz gelmedi / Bugün hızla uçup gidiyor!
Fernando Henrique Cardoso’yla bir hatıra fotoğrafı çektirdikten sonra vakfın toplantı salonuna geçiyoruz. Yine sabahki konu:
Ortadoğu’nun patlayıcı satrancı içinde Türkiye: Demokrasi mi?
Demokrasi mi?.. Ben, pek demokrasiye benzemediğini özetleyen bir konuşma yapıyorum. Cengiz, Ortadoğu-Türkiye-Erdoğan anlatıyor. Sonra soru yağmuru başlıyor. Türkiye’de darbe ihtimali... 7 Haziran genel seçimleri... Avrupa Birliği Türkiye’yi alır mı? Türkiye İslam devleti olur mu? IŞİD ve Türkiye... Suriye ne olacak? Türkiye’nin İsrail’le ilişkileri nereye gider? Brezilyalı bir subaydan, İsrail-İran-Türkiye sorusu... Ermeni gençlerinden 1915 ve Ermeni Soykırımı soruları... Sorular hiç bitmeyecekmiş gibi... Peki ya cevaplarımız?..
Dün geçti, Yarın henüz gelmedi, Bugün hızla uçup gidiyor!
Sao Paulo’dan İstanbul’a dönüş yolunda iyi pazarlar!
* Cengiz Çandar ve benden önce Fernando Henrique Cardoso Vakfı’nın davetlisi olarak 2013’de Sau Paulo’ya gelen Şahin Alpay’ın Zaman’da yazdığı, 22 Ekim-26 Ekim 2013 tarihleri arasındaki Türkiye-Brezilya karşılaştırmalı dört yazısı konuya ilgi duyanlar tarafından okunabilir.