Günün birinde bu ülkeyi terk edebilirim! Diyebilir misin?.. Elbette kolay değil. İnsanın doğduğu, büyüdüğü, kök saldığı topraklardan kopmasının -ya da zorla koparılmasının- ne kadar acı olduğunu ancak yaşayan bilir. “Ama artık burama geliyor, çekip gidebilirim” diyen sesler son zamanlarda kulaklara çalınıyor. Ben de duymaya başladım. “Türkiye her geçen gün yaşanır olmaktan çıkıyor, çoluk çocuk çekip gidebiliriz” diyenlere, tek tük de olsa rastlıyorum. Ne yazık ki öyle. Kutuplaşan bir Türkiye bu. Farklı hayat tarzlarına, farklı renklere dönük tahammülsüzlük, hoşgörüsüzlük yatıyor bu duygunun altında. Demek ki insanlar artık kendisi gibi olamayacağını, kendi hayat tarzına müdahale edileceğini fark ediyor. Ya da kendi istediği gibi yaşayamayacağı hissine kapılıyor. Çocuğunu dilediği gibi büyütüp yetiştiremeyeceği günlerin artık kapıda olduğunu düşünüyor. Bunun adı tahammülsüzlük, hoşgörüsüzlük. Farklı olana fazla aman vermek istemeyen bir bakış açısı, hayat anlayışı. Arkasında yatana gelince, sır değil: Tayyip Erdoğan iktidarı. Evet öyle.
BELKİ DE YÜZ YILLIK KOMPLEKS!
'Artık burama geliyor, çekip gidebilirim' diyen sesler son zamanlarda kulaklara çalınıyor
Tayyip Erdoğan’ın dünyasında her geçen gün kendini belli etmekte olan Batı düşmanlığı bu toplumu feci şekilde bölüyor. Kendisi ‘despot’laşırken Türkiye kutuplaşıyor. İktidar sözcülerinin öylesine bir nefret dili, nefret söylemi var ki, Batı’nın insani ve demokratik değerlerini benimsemiş olanlar bu topraklarda yabancı gibi, düşman gibi muamele görüyorlar. Bu duygu gitgide yoğunlaşıyor. Bundan en büyük payı da, Müslüman olmayanlar alıyor. Bir zamanlar Türkiye’de dindarlardı, örtünenlerdi, muhafazakâr hayat yaşayanlardı, kötü ve ayrımcı muameleye uğrayanlar... Bugün roller değişti. Şimdi iktidarda olan taraf, sınıf düşmanı saydıklarını itelemeye başladı. Bugün artık sıra ‘Erdoğan iktidarı’nda. Karşı cephede gördüklerini sindirmeyi, seslerini kesmeyi, onlara şöyle ya da böyle acı çektirmeyi devlet politikası olarak bellemiş durumda. Belki de yüz yıllık kompleks dışa vuruyor durumda!
VALİ’NİN İÇİNDEKİ KİN...
Şu sözler, Erdoğan iktidarının Edirne Valisi Şahin’e ait: Mescid- i Aksa’nın içinde savaş rüzgârları estiren o eşkıya kılıklı insanlar Müslümanları katlederken, biz de onların sinagoglarını yapıyoruz. İçimde büyük bir kinle söylüyorum bunu. Biz de onların mezarlıkların etrafını temizliyor, projelerini kurula gönderiyoruz. Buradaki tadilatı sona gelen sinagog sadece müze olarak tescil edilecek. İçinde bir sergileme vitrinleme yapılmayacak.
‘Erdoğan iktidarı' karşı cephede gördüklerini sindirmeyi devlet politikası olarak bellemiş durumda
Evet, bu bir nefret dili. Yahudi düşmanlığı, anti-semitizm. Öyle çok fazla da yoruma ihtiyaç göstermeyen bir tavır. Erdoğan iktidarı neyse, valisi de o deyip geçebilirsiniz.
İSRAİL’İ ELEŞTİRMEKLE YAHUDİ DÜŞMANLIĞI YAPMAK…
Ama durup düşünmekte yarar var. İsrail’in Filistin konusundaki politikalarını eleştirmek haklı, meşru bir tutumdur. Ben de eleştiriyorum. Ama bunu yaparken kantarın topuzunu kaçırdığınızda, İsrail’i eleştiriyorum derken, Yahudi düşmanlığı çizgisine düşersiniz. Irkçılık yapmış olursunuz. Batı düşmanı yörüngesine girersiniz. Erdoğan iktidarının yaptığı budur. İktidar böyle olunca, o iktidarın valisi de kin tutar, Yahudi düşmanlığının daniskasını yapar. Ayrıca, bu açılardan tarihimiz zengindir. Yahudilere yönelik 1930’lardaki Trakya pogromları rezil bir tarih sayfası olarak daha doğru dürüst açılmadı. Ya Varlık Vergisi dönemi?.. 6-7 Eylül… Bunlardan bugünlere bir çizgi çekerseniz, Trabzon’daki Rahip Santorini cinayetine, Malatya’daki Zirve Yayınevi Katliamı’na, İstanbul’daki Hrant Dink Cinayeti’ne kadar gelebilirsiniz.
SINIFSAL KOMPLEKS!
Canını sıkma Mario Levi. Köklerimiz bu topraklarda. Üstelik epeyce sağlam. Köklerimize sahip çıkacağız
Sözü uzatmak istemiyorum. Erdoğan iktidarı yanlış yolda! Sınıfsal bir kompleks kendini her geçen gün şu ya da bu şekilde dışa vuruyor. Ve bu kompleks, Tayyip Erdoğan iktidarının gün geçtikçe ‘despotlaşması’na yol açıyor. Bu despotluk hâli çok tehlikeli. Türkiye’yi kaos çukuruna da itebilir. Ve insanları ürkütüyor bu despotluk hâli. Hatta soğutuyor, ben bu ülkeden çekip gidebilirim psikolojisini besliyor.
Başta İstanbul Bir Masaldı olmak üzere romanlarını severek okuduğum Mario Levi’nin geçen gün Cumhuriyet’teki şu sözleri içimi acıttı:
EVET, KIRMIZI ÇİZGİLER!
Esasen güç bir şeyi başardım. Adımı değiştirmeden ortaya çıktım, adımı değiştirmeden kabul edildim, çoğunlukla kültürüme dair konuları anlattım. Ve bunların hepsi bu ülkede kabul gördü. Bugün eğer yazar olduysam, birileri yazdıklarımı okuduğu içindir. Bu sebepten ötürü bunların kıymetini bilmiyor değilim. Edebiyata sığınışım, Türkçeyi mümkün olduğu kadar iyi kullanmak için elimden geleni yapışım, yaşadığım toprakların hafızasına kendi nazar açımdan sahip çıkmak isteyişim ve hâliyle bütün bu değerlere sığınışım beni kaygılardan ne kadar kurtaracak bilmiyorum. Sırf isminden dolayı, seni tanımayan birtakım insanların eleştirilerine, eleştirilerin de ötesinde hakaretlerine, hakaretlerin de ötesinde tehditlerine maruz kalabiliyorsun. Sakın şimdi söyleyeceğimi bir başlık cümlesi yapma. Ama günün birinde bu ülkeyi terk edebilirim. Herkes gibi benim de kırmızı çizgilerim var. Hayatım önemli değil, yazmamın engellendiğini görürsem giderim. Çünkü benim için esas önemli olan yazı ülkemdir. Onu kurtarmak için giderim. Öte yandan, çevremdeki sevgi aylasını görünce, böyle bir şeye ihtimal bile vermiyorum, bu ülkede bu olmaz, diyorum.
KÖKLERİMİZ SAĞLAM!
Canını sıkma Mario Levi. Köklerimiz bu topraklarda. Üstelik epeyce sağlam. Ayrıca, köklerimize sahip çıkacağız. Sahip çıktığımız ölçüde, bu topraklar tüm farklılıklarıyla, renkleriyle daha yaşanır hâle gelecek. Bundan kuşku duymuyorum. Kendine iyi bak sevgili kardeşim.