Sevgili Şahin; Nasılsın sevgili kardeşim? Elvan’dan duydum, sabah vakti gözaltına alınırken tansiyonun çok çıkmış, inşallah ilaçların yanındadır. Sinirlenme, rahat ol. Bugünleri de atlatacağız. Yalnız değilsin, yanındayız. Sabahleyin polislerin arasında fotoğrafını görünce tuhaf duygular uyandı içimde... Hüzün ve tepki karışımı duygular... Yarım asırlık derin dostluğumuz bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçip gitti. Ve hatıraların içine dipsiz bir kuyu gibi çekilmeye başladım.
Sevgili Şahin kardeşim; 1960’ların sonlarında tanıştığımızda sen ‘Mao’cu, ben ‘cuntacı’ydım. Birbirimizin gözünde ‘karşı devrimci’ydik ikimiz de... 12 Mart darbesiyle birlikte tesbih taneleri gibi dağıldık dört bir yana. Senin yolun bir ara Filistin’den de geçti. 1980’lerin başında ‘İsveç sürgünü’nden dönerken, ben de genel yayın yönetmeni olmuştum. Cumhuriyet’te buluşmuştuk. Bir yandan Cumhuriyet’e kitap sayfası hazırlarken, bana da danışmanlık yapıyordun. 12 Eylül sonrasında, 1983 yılında Turgut Özal’ın başbakanlığıyla birlikte ben de Cumhuriyet’in birinci sayfasında imzalı yazılarıma başladım. İlk yazım için bana bir not hazırlamıştın, hatırladın mı? Türkiye’de demokrasi taşları yerli yerine nasıl oturur, darbelerden nasıl kurtuluruz diye uzun bir not...
Sevgili Şahin; şunu iyi bil. Yalnız değilsin. Senin yanındayız. Mücadelemiz hep birlikte sürecek
Sevgili kardeşim; Bundan böyle dostluğumuzun ortak çizgisi hep ‘demokrasi meselesi’ olmuştu. Demokrasi kültürü nedir? Farklılıklara saygı nedir? Farklı seslerin bir arada yaşaması nedir? Demokrasiyle pazar ekonomisi ilişkisinde serbest rekabet nedir? Bu çerçevede liberal demokrasi, sosyal demokrasi nedir, ne olmalıdır? Demokrasiyle Türk siyasal elitlerinin zayıf ilişkisi nedir, nasıl tamir edilebilir? Kürt sorunu... İslam ve demokrasi... Türkiye’de İslam’ın demokrasi çatısı altında yaşaması ve demokrasi kültürüyle tanışması... Türkiye ve Avrupa... Uzun yıllarımız hep bu konularla haşır neşir geçti. Özellikle belirtmek isterim. Senden çok şey öğrendim.
Sevgili Şahin; Hatırlıyorsun herhalde. Karl Popper’ı ve onun Açık Toplum ve Düşmanları isimli kitabını da ilk kez senden duymuştum. Cumhuriyet’in Siyaset ’84 ekinin iki tam sayfasını Karl Popper’a ayırmıştın. Yirminci yüzyılın en büyük siyaset ve bilim felsefecilerinden Popper’ı ben de yeni öğreniyordum. Faşizm olsun, komünizm olsun totalitarizme karşı felsefî planda yüzyılın az sayıdaki en etkili demokrasi ve açık toplum savaşçılarından, düşünürlerinden biriydi. Açık Toplum ve Düşmanları isimli başyapıtında şöyle der Popper:
Akılcılığın, eleştirel düşüncelere kulak vermek ve sınamalardan bir şeyler öğrenmeye hazır olmak tutumu olduğunu söyleyebiliriz. Bu tutum, özünde“Ben haksız olabilirim ve sen haklı olabilirsin ve çaba göstererek belki doğruya daha yaklaşırız” diyebilme tutumudur. Bilim de yanılabilir. Çünkü bilim bir insan ürünüdür. Daha önemlisi, bize düşüncenin görevinin şiddet ve savaş yoluyla değil de, eleştirici tartışmalar yoluyla devrimler yapmak olduğunu; yüce Batılı akılcılık geleneğimizin, savaşlarımızı kılıçlarla değil, kalemlerle yapmamızı gerektirdiğini gösterebilir.
İkimiz de bu memlekette ‘demokrasi aşısı’nın tuttuğunu sanıyorduk. Anlaşılan tutmadı. Hazin ama gerçek bu
Sevgili Şahin; Senin bu iki sayfa yüzünden rahmetli İlhan Abi’yle (Selçuk) aramızda kıyamet kopmuştu 1984’te. “Ruhlarını karşı devrimci Popper’a satanlar”, yani sen, Cumhuriyet Genel Yayın Yönetmeni’ni, yani beni ‘kötü emelleri’ne alet ediyordun. Ben ise o zamanlar Karl Popper’ı sevmeye, onu daha çok öğrenmeye başlamıştım. Cumhuriyet’te birlikte yaşadığımız ve 1991 genel seçimleri sonrasına kadar devam edecek ‘vazonun kırılması’ sürecinde bir kırılma noktası da, işte böyle, Karl Popper olmuştu.
Sevgili Şahin; Türk siyasal düşüncesi ve pratiğinin ‘Baasçılık’tan nasıl kurtulacağı konusunda epeyce yazdık çizdik. Bunun gibi, Türkiye’de İslamcı siyaset düşüncesi ve pratiğinin demokrasiyle, çok seslilikle nasıl içiçe gelebileceği, bu açıdan nasıl bir sentez yaratılabileceği konusuyla ilgili olarak ne kadar çok söyledin, yazdın. İslam ve demokrasi konusunda özellikle AKP’nin 2002 yılı sonunda iktidara gelmesiyle birlikte ikimiz de umutlanmıştık. Sonra bu umutlarımızın gitgide sönmeye yüz tuttuğunu yaşadık. Lafı uzatmak istemiyorum. Umutlarımız tükenmeye başlamıştı, çünkü Erdoğan sadece kendi sesini duymayı demokrasi sanmış, farklı sesleri hainlikle, darbecilikle susturmaya yönelmişti...
Sevgili Şahin; İkimiz de bu memlekette ‘demokrasi aşısı’nın tuttuğunu sanıyorduk. Anlaşılan tutmadı. Hazin ama gerçek bu. Hem 15 Temmuz’daki askeri darbe girişimi, hem de sonrasında derinleşmeye başlayan Erdoğan’ın sivil darbesi, Türkiye’de demokrasi ve hukukun üstünlüğüne giden yolun daha epeyce uzun ve sancılı olduğunu, olacağını gösteriyor. Şu noktayı bugün ikimiz de biliyoruz: 15 Temmuz’un kanlı askeri darbe girişimine karşı çıkmak, tek başına demokratlığın kriteri değildir ve olamaz. Demokratlık, aynı zamanda, Erdoğan’ın derinleşmekte olan sivil darbesine de hayır demekten geçiyor.
Sevgili Şahin; Şunu iyi bil. Yalnız değilsin. Senin yanındayız. Mücadelemiz hep birlikte sürecek. Demokrasi bayrağını yere düşürmeyeceğiz. Ve bu dünya despotlara kalmayacak sevgili kardeşim!