6 Şubat 2023 Pazartesi günü sabah 04.17'de ülkemizin Güney Doğu'sunda 10 vilayeti kapsayan bir deprem oldu. Binlerce insanın ölümü ile sonuçlandığı için afete dönüşen bu kahredici olay için devlet ricali, baştan beri bir şeyler anlatıp duruyor. Önce yazmayacaktım. Anlayamadığım, suallerime cevap bulamadığım olayları yazmıyorum.
Anlayamadığım deprem değil.
Bir "Deniz bilir!" olarak 20 küsür yıl önce Prof. Naci Görür hocam ile birlikte "Marmara Denizi fay gazları ile deprem önceden fark edilebilir mi?" konusunda birlikte çalışırken en azında mekanizmayı öğrenmiştim. Daha sonra kadim dostum Fatih Altaylı'nın Teke Tek programında, Türk Mucit Yarışmasındaki Jüri üyem Prof. Celal Şengör bir aptalın dahi anlayacağı kadar açık anlattı. Yani, deprem nasıl olur biliyorum da devleti yönetenlerin niye "böyle" konuştuğunu bilmiyorum.
Bazıları istemiyor ama bu yazı "politik" bir yazı olarak da değerlendirilebilir. Çünkü devlet yönetimini, her vatandaş, hele hele "köşe yazarlığı" gibi "kamusal" bir iş yapıyorsa yönetim için seçilen genel politika ya da belirli konularda uygulanan politikaları yerebilir, övebilir. Hatta bir reaksiyon gösterilmelidir ki vatandaş bilgilensin ve bir kanaat edinsin. Ancak bu olanlar bir politika sonucu değil; böyle bir politika olmaz. Dünyanın hiçbir hükümeti "vatandaşlarım ölsün!" diye politika geliştirmez; hele bizde! Asla mümkün değil.
Ben yönetim yanlışlarına işaret edecektim, cevap arıyordum. Bugün söylenenlerin manası yok. Kaç bin adam yollamışınız, ne kadar makina yollamışınız. Fark etmez. Ölü sayımız Gölcük depremini geçiyor. Ben buna bakarım. Önemli olan sonuçtur. İnsanlar karşılaştığınız fırtınalar ile ilgilenmez. Gemiyi limana getirip getiremediğinize bakar. 7 yaşında kızını kaybetmiş adam; sağ olun 27 bin kişi, 1 milyon battaniye yollamışsınız mı diyecek? "Ayinesi iştir kişinin, lâfa bakılmaz.."
Afet ile ilgili olarak, bazıları, "takdiri ilahi!", "ilahi İmtihan dan geçiyoruz!" diyorlar; yani kabahati Yaradan'a atıyorlar! Bir de "Cumhurbaşkanımızın önderliğinde ve talimatları ile" ağızlardan düşmüyor; yani ikinci kabahatli Sayın Cumhurbaşkanı.
Kısa bir süre önce (29 Eylül 2021) AFAD İçişleri Bakanı, Türkiye Belediye Birliği (TBB) ile Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) iş birliğinde düzenlenen "Mobil Mutfak Tırı ve Akreditasyon Sertifikaları Ödül Töreninde" "bir daha afet yaşamayacağımızı" gösteren bir tablo çizmişti. Konuşmasında, Sayın Cumhurbaşkanımızın önderliğinde ve talimatları ile 20 yılda gelmiş, geçmiş tüm afetleri; olmakta iken ve hemen olduktan sonra, hükümet ve ilgili kamu kuruluşları ve sivil toplum ile beraberce değerlendirdiklerini ve gerekli her önlemi "koordinasyon" başta olmak üzere planladıklarını söylemişti. Global olarak "şehirli nüfusun" ne kadar arttığını, 2050'de yüzde 68 olacağını ve buna göre tüm gerekli önlemleri aldıklarını; Sadece arama kurtarma değil, afet sonrası gıda, temiz su, tuvalet, barınma gibi ihtiyaçları giderme konusunu da öngördüklerini söylemiş idi.
"Deprem riski olan bölgelerimizde, bugüne kadar yaşadıklarımızdan daha büyük bir afet ile karşı karşıya kalır isek ne yapmalıyız? özellikle beslenme konusunda nasıl bir adım atmalıyız? Arama kurtarma konusunda nasıl daha büyük bir koordinasyon sağlamalıyız? Birincisi; akreditasyon ortaya koymalıyız. Her afet içinde de, sonunda da, ilgili resmi, sivil, tüm arkadaşlarımız ile bir araya geliyor, faaliyetlerimizin özetini çıkartıyor, hangi tecrübeleri ile karşı karşıya kaldığımızı ve nelere ihtiyacımız olduğunu değerlendiriyor, burada ne yaşadık, ne yapmamız lazım gelir; bunu hem Cumhurbaşkanımız başkanlığında kabîînemize sunuyor ve böylelikle ciddi bir çalışma ortaya koyuyoruz."
40 dakikalık bu konuşma sonunda Sayın Bakan kısaca bundan sonra ülkede afet yaşanmayacağını, çünkü her tedbiri aldıklarını söylüyor. En çarpıcı olanı da bu yılın "afet eğitim yılı" ilan edilmiş olması ve tam 29 650 000 kişiye (yanlış okumadınız, yirmi dokuz milyon altı yüz elli bin) ru be ru (yüz yüze) eğitim vermiş olmaları.
Daha da önemlisi valilerin koordinasyonunda üniversitelerimizin moderatörlüğünde, belediyelerimizin, tüm paydaşların bir araya gelmiş, (2021) ve her vilayetin ayrı ayrı "Her türlü risk haritalarının" çıkartılmış olması.
Oysa, herhangi bir değerlendirme yapmadan deprem realitemiz şöyle:
Erzincan depremine yardıma gelen bir Amerikan kurtarma ekibi lideri "Never Saw such organized caos" / hiç bu kadar organize bir kaos görmedim" demişti.
Bir başka Japon uzman "siz insanı öldürebilecek çürük binayı 'imar affı' diye affederseniz bir insanlık suçu işlersiniz!" dedi.
Deprem için yardım istenenler arasında "kefen" de var.
AKP sözcüsü Ömer Çelik "biz Cumhur İttifakı olarak sahadayız" diyor; Hani Cumhurbaşkanı çok kızmıştı? Deprem üstünde siyaset yapılmayacaktı.
Osman Babuşcu isimli bir emekli subay yazmış; "Türk ordusu kuruldu beri; hatta Osmanlı da EMASYA (emniyet, asayiş, yardım) planları vardı. Her istihkam birliğinde deprem kurtarma eğitimi verilirdi. Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Sahra hastaneleri, yemekhaneleri, Deniz Kuvvetlerine ait insanı gerekler için kullanılabilen gemiler, Türk Hava Kurumu vardı. Kanun ile bu faaliyetleri durdurdular." Bugün olsalardı böyle mi olurdu?
Kadim Dostum Nasuh Mahruki anlatıyor: "26 yıl önce, Türkiye'de organize ve sistemli Arama Kurtarmanın A'sı bile yokken dağcı arkadaşlarımla birlikte kurduğumuz ve 20 yılı aşkın bizzat yönettiğim AKUT'tan, AKUT'un büyük harf yazılması gerektiğini bile bilmeyen birinden gelen bir eposta ile atıldığımı öğrendim."
Nasuh bu ülkede nasılsa yetişmiş uluslararası manada tanınan ve davet edilen en önemli "arama kurtarma" operatörü dür. Sadece Türkiye'de değil, Yunanistan, Taiwan, Hindistan, İran, Haiti, Pakistan, Nepal, Zambia (Mozambik) gibi ülkelerde arama, kurtarma, tıbbi destek çalışmaları yapmış bir önemli Türk.
Kişisel olarak zirvedeki dağcılık sporcularından biri olmasının dışında, daha önemlisi bir organizatör ve yöneticidir. Kurduğu AKUT isimli sivil toplum kuruluşu hem ülkede hem dünya çapında kurtarmalara imza atmıştır. Kısaca Türkiye'ye depremde arama kurtarma yapmanın teknolojisini öğreten bir kimsedir. Seni nasıl ve niye attılar diye sormuşlar; Cumhurbaşkanlığından gelen yazılı ve sözlü baskı ile atılmış. "Niye" sualine verdiği cevabı yazamıyorum.
Bunlar kanaat ya da değerlendirme değil; gerçek olaylar. Siyasi filan değil; vakıa… Bakan "artık afet yok" demişti. Kendisi dün afet anlatıyor!
Bakan "bir afet oldu, hiçbir afette milletimize mahcup olmadık! Afet planlanan bir şey değildir, Ölçüsü büyüklüğü ve zamanı planlanamaz." Deyince suallerime cevap bulduğumu düşündüm ve yazmaya karar verdim.
Bu yazıyı yazarken Perşembe günü saat 18.00 yani deprem olalı 4 güne yaklaşıyor.
Daha önceki konuşmalarında "oldu" dediklerinin hiçbiri olmamış. Valilerin hiçbiri "Akredite" olmamış. Birkaç tanesi ile görüştüm; paralize olmuşlar konuşamıyorlar. Zaten madem valiler akredite idi, yani ne yapacaklarını biliyorlardı ne diye başlarında birtakım bakanlar gezinip, demeç verip duruyor.
Hiçbir üniversitenin moderasyonu yok. Naci hocam 3 yıldır bu 10 vilayeti tarif ederek "deprem olacak tedbir alın" diye bağırmaktan sesi kısılmış. AFAD'ın kendi sitesinde nerede deprem olacağı yazıyor… Devlet belediyeler "iş yapmasın" diye uğraşıyor. 30 milyona yakın "eğitilmiş" kişi ya dinlemedi ya da pek akıllı değiller.
Sonunda anladım ki devlet erkanı bilgi eksikliğinden böyle konuşuyormuş! Konu politik, hatta yönetimsel değil; teknolojik.
Nasıl vatandaş bizde alüminyum jantı daha kuvvetli diye düşünüp "çelik jant" diyor; Sayın Bakan da depremi afet zannediyor.
Başta "Afet'i durduruyoruz!" diye konuşma yapıyor; sonra "Bilinmez, durdurulamaz!" diyor.
Sayın Bakan; eğer bu "deprem Konya ovasında, yerleşim yeri olmayan bir yerlerde Richter 12 ölçekte olsa idi; kimsenin de burnu kanamasa idi, adı afet olmayacaktı.
Depremi durduramazsın, afeti durdurabilirsin. Selçuk Bayraktar bu teknofestlerden daha çok yapmalı. Teknolojiyi ve analitik düşünmeyi öğrenmeye çok ihtiyacımız var…
Haftaya "Nasıl durdurabilirdik?" yazacağım…