27 Ağustos'da çıkan bir kanun hükmünde kararname TÜBA'nın temel yönetim yapısını ve TÜBİTAK'ın yönetim kadrosunu değiştirdi. Bildiğiniz gibi üniversite rektörleri de cumhurbaşkanı tarafından atanıyor. Bu ve bundan sonraki birkaç yazıda tüm bu bilimsel ve akademik yapıdaki kurumlarla devlet ilişkileri üzerine düşündüklerimi paylaşmaya çalışacağım. Öncelikle üniversitelerden başlamak istiyorum. Üniversite bana göre nedir ve ne işe yarar? Benim görüşüme göre üniversitenin temel amacı kişilere ileri seviyede bilgi ve kültür sağlamaktır. İleri seviyeden kastım lisede öğrenilen bilgilerin ötesine geçebilmek, kültürden de kastım, sadece fizik, matematik veya anatomi bilmek değil, bunları bilmenin yanı sıra dünya hakkında edindiği bilgilerle daha sağlıklı bir düşünce yapısı kazanabilmektir. Daha sağlıklı bir düşünce yapısından da kastım herhangi bir politik görüş veya “modern” düşünce tarzı değil, bireyin dünya ve dünya olayları hakkında kendi bilgilerini toplayıp, analiz edip, kendi fikirlerini oluşturabilecek yeterlilikte olmasıdır. Bugünkü lise eğitimimiz öğrencilere ne ileri seviyede bilgi ne de kültür vermemektedir ve bu sebepten toplumumuzdaki pekçok birey üniversite eğitimine ihtiyaç duymaktadır. Bundan dolayı da devlet bana ve benim gibi diğer akademisyenlere maaş vermektedir. Ne yazıktır ki, devlet işlerinde verilen maaş ölçülebilen çıktılar üzerinden olmak zorundadır. Mesela kişinin kaç saat masa başında oturup çalıştığı gibi. Ancak kişinin o zamanında topluma ne derecede katma değer yarattığını ölçebilen bir mekanizma olmadığı için memurlar sadece bu bazda değerlendirilebiliyorlar. Akademisyenler de benzer şekilde kaç saat derse girdikleri ve kaç sınav yaptıkları üzerinden maaş alıyorlar. Yani her akademisyen maaşını hak etmek için belirli süre derse girip öğrencilere ders anlatmak zorundadır. Bu maaş hesabının içine ne yazık ki o akademisyenin topluma yaptığı bilimsel katkı girmemektedir, bunun temel sebebi de bilimsel katkının ders saati gibi ölçülebilir bir çıktı olmamasıdır. Dolayısıyla devlet bana bilimsel katkı yaratmam için değil derslere girip öğrencilere ders öğretmem için maaş ödüyor. Ama eğer mesleğimde ilerlemek istiyorsam minimum bir bilimsel katkı da yaratmam gerekiyor. Bu katkının da ders saatlerinde olduğu gibi ölçülebilir olması gerekiyor. Yükseltilme kriterlerinde bu katkı temelde yayınlanan makale veya kitap sayısı olarak belirleniyor. Akademik birimlerin en küçüğü bölümdür. Bölümün yöneticisi olan bölüm başkanını o bölümün ait olduğu fakültenin veya yüksekokulun dekanı ya da müdürü atar. Dekanları ve müdürleri rektörlerin önerisiyle YÖK, rektörleri de YÖK'ün önerisiyle cumhurbaşkanı atar. Üniversiteler temelde devlet dairesi oldukları için o kurumun başındaki rektör kurumun tamamından sorumlu ana yetkilidir. Bu bakış açısından bakıldığında rektörlerin devlet tarafından atanması gayet doğal görünebilir, çünkü devlet açısından üniversite gençlere “ders öğreten” ve onların meslek sahibi olmalarını sağlayan bir kurumdur. Eğer üniversiteden temel beklentimiz buysa sistemin işleyişinde herhangi bir sorun bulunmamaktadır. Ancak o zaman da “neden Amerika teknoloji alanında bizden bu kadar üstün?” diye sorma lüksümüz bulunamaz. Gelişmiş ülkelerin neredeyse tamamının ve pekçok gelişmekte olan ülkenin teknolojik ve kültürel alanda bizden ilerde olmalarının temel sebeplerinin en önemlisi bu ülkelerde üniversitelerin sadece eğitim kurumları olarak çalışmamalarıdır. Eğer üniversitelerden temel beklentimiz sadece bilim, teknoloji ve kültür üretmek değil de aynı zamanda bunların üretimine katkıda da bulunmaksa o zaman üniversite sistemimizin işleyişinin değişmesi gerekmektedir. Öncelikle ben “YÖK'ün yok olması gerekli” diyenlerden değilim. Ülkemizdeki üniversitelerin çoğu devlet üniversiteleri ve akademisyenlerin de çoğu devlet memuru olduğu müddetçe YÖK benzeri bir kuruluşa her zaman gerek olacaktır. Ancak her üniversite için üretilmiş bilgi birikimi iletme ile bilgi üretme arasındaki dengenin aynı olması gerekli değildir. Bazı üniversiteler biraz daha bilgi iletme, bazı üniversiteler de biraz daha fazla bilgi üretme amacı güdüyor olabilirler. Yanlış olan bu üniversitelerin tamamının aynı kural ve koşullarla yönetilip yönlendirilmeye çalışılmasıdır. Toplumların ihtiyaçları hep değiştiğinden elinde sopa olan bir çoban görüntüsündeki bir YÖK değil, bu farklılıkları görüp, değerlendirip yol gösteren bir YÖK her zaman gerekli olacaktır. Rektörler ise üniversiteleri belirlenen bu amaçlar doğrultusunda idare eden kişilerdir. Bu kişilerin akademisyen olmaları gerekmez, ama yapacakları iş açısından akademisyen olmaları çok fayda sağlar. Daha önemlisi, bu kişilerin belirli bir süre için değil başarılı oldukları sürece iş başında kalmaları gerekmektedir. Bunun için de o kişinin üniversite tarafından üniversitenin çıkarları doğrultusunda belirlenmesi de gerekir. Tabi eğer rektörü bir eğitim kurumunun mülki amiri olarak değil de bilgi üreten ve yayan bir kurumun lideri olarak görüyorsak. Mülki amir ile lider arasındaki farkı yakalayabildiğimiz sürece üniversitelerin sağlıklı çalışması mümkündür.