Her ne kadar dijital kayıt teknolojisinin erken dönem buluşu olarak artık tarihe karışmış olsa da kaset dediğimizde gerçekten video kaset kast ettiğimiz günlerden beri Türkiye'de devamlı olarak gizli kasetler ortaya çıkar, gündeme düşer, hedefteki kamu aktörleri zarar görür.
Buraya kadar şaşırtıcı bir şey yok.
Geçtiğimiz günlerde, yine özel telefon görüşmeleri, toplantı kayıtları ve seks kasetleri Türkiye gündemini belirledi. Önemli siyasi isimlerin politik kaderlerini çizdi... Hatta gündemde olmayan bir kasetin ortaya çıkabileceği tehdidi bile gündemi etkilemeye yetti.
Kamuya mâl olan figürlerin özel hayatları her toplumda, her zaman ilgi çeker. Bununla ilgili de yapılacak bütün yorumlar yapıldı.
Fakat sızan 'kasetlerin' içeriği kadar sorgulanması gereken soru şu: Nasıl bu kadar çok gizli görüntü ve konuşma sürekli olarak kayıt ediliyor, arşivleniyor ve sızıyor?
Birbirini tanıyan herkes, beraber vakit geçirdiği her anı kayda mı alıyor?
Ya da sürekli olarak birbirine tuzak kuran insanlar birbirini mi takip ediyor?
Bilinen bir cevap olacak ama devlet altyapısı olmadan bu kadar çok kayda erişebilmek ve yayabilmek oldukça zor.
Amerikan istihbaratının küresel gözetim teknolojilerinin ve uygulamalarının geldiği noktaya ışık tutan Edward Snowden, Ulusal Güvenlik Ajansı'nda elde ettiği bilgileri sızdırdığında; devletlerin sadece kendi vatandaşlarını değil, dünyanın her bir yanına yayılmış olan bilgi ağını takip edip, kayıt altına alabildiği gerçeği ortaya çıkmıştı.
2019'da çıkan kitabının daha en başında 7 yıllık istihbarat kariyerinin Amerikan istihbarat tarihinin geçtiği en büyük değişimden geçtiği süreçle kesiştiğini belirtirken, diyor ki:
"Hedef olan bireylerin izlenmesinden, toplu nüfusların kitlesel gözetlenmelerine giden değişimde yer aldım… Bir hükümetin dünyadaki tüm dijital iletişimi toplayıp, depolayıp, içeriklerde istedikleri gibi aramalarına destek oldum."
Tabii bu bilgiler dijital devrim de hâlâ prematüre dönem sayılan 2013'de sızdı. Şimdi geldiğimiz noktayı hayal etmek oldukça zor, ki eskiden en azından istihbarat memurları biraz daha emek harcar, hedef aldıkları kişinin evi veya işyerine izleme cihazları yerleştirirdi. Artık akıllı telefon kullanmayan, evinde mikrofon ve kamera barındırmayan birisini bulmak neredeyse imkânsız.
Verilerimize dayanan ticari modellere sahip olan yazılım şirketleri, bilgi akışının geçtiği telekomünikasyon ağlarını kuran ve işleten şirketler, devlet onayı ile vatandaşlarını izleme yetkisine sahip olan istihbarat teşkilatları arasında sıkışmış toplumlar olarak yaptığımız her aktivitenin bir yerde kayda geçtiği bilinen bir gerçek.
Sadece güvenlik, siyasi ya da popüler nedenlerle ilgi çeken bireyler değil, toplumun en sıkıcı bireyleri için de bir gerçek.
Snowden'in sızdırdığı bilgiler Amerika odaklı olsa da devletler, şirketler ve istihbarat teşkilatları birçok anlamda beraber çalışmakta, birbirleri ile teknoloji paylaşmaktalar.
Dünyanın en büyük savunma bütçesine sahip ilk 40 ülke, yapay zekâ ile gözetleme teknolojilerine bütçe ayırmakta.
Kamuya yansıyan örnekler arasında, Yunanistan sınırlarında mülteci akışı ile mücadele etmek için inşa edilen 40 kilometrelik duvarın yanı sıra, biyometrik veri toplayabilen bir gözetleme ağı da bulunmakta.
Benzer teknolojiler daha önce İsrail- Batı Şeria sınırında denenmişti.
Fransa'da Marsilya şehrinde suç oranını indirmek amacı ile adeta Orwell'in politik bir izleme terimine dönüşmüş olan 1984 kitabından esinlenmiş olabilecek, 'Kamu Huzurunun Büyük Veri Projesi' adında, yapay zekâ ve akıllı teknolojiler ile destekli bir şehir içi gözetleme ağı kurdu.
Tabii bu teknolojiler her zaman ortak çalışmalar ve paylaşımla gelişmiyor.
Yakın zamanda Çinli Huawei şirketinin Batı ülkelerinde telekomünikasyon ağı kurma çabaları, Batılı istihbarat teşkilatlarının kaygılarının dile getirilmesinden sonra sona erdirildi.
Bazı ülkeler bu teknolojileri göç akımlarını kontrol etmek için veya terörle mücadele amaçlı kullanmak isteyebilir. Kimi ülkeler ise aynı teknolojileri kullanarak ülke içi muhalefet ve sivil aktivizmi hedef alabilir veya siyasi sebeplerden dolayı hedef olan kişilere gözdağı vermek veya itibarsızlaştırarak etkisiz kılmak için de kullanabilir.
Türkiye'nin bu kapasiteyi en azından güçlü bir ulusal seviyede kurmuş olduğunu varsaymak için istihbarat uzmanı olmak gerekmiyor.
Osmanlılar gizli kulakların mağduru olmamak için sarayların her odasına çeşmeleri durmaksızın akan havuzlar yaparlardı. Günümüz dünyasında konuşmaların duyulmaması için su sesine ihtiyaç yok.
Yapay zekâ, biyometrik bilgi kayıtları ve gelişmiş kayıt cihazlarının ara vermeden, herkesi her an izlediği bir dünyaya doğru gidiyoruz. Belki de vardık bile.
Bu teknolojilerin her yerde uygulandığı durumda dünyadaki herkesin günlük yaşamları, kalıcı dijital kayıtlar ile arşivlenecek. Her yaptığımız aktivite ihtiyaç halinde bir gün kamu önüne konulabilecek.
Yani varabileceğimiz tek mantıklı kanı, hepimizin bir yerde kaseti olduğu.
Bireylerin özel hayatını koruyabilecek tek şey; teknolojilerin gücü ya da yetersizliği değil, denetiminin ahlaklı ve bireyi korumaya yönelik içgüdülerle yapılıyor olması.
Sürekli özel hayat kayıtlarının 'sızdığı' bir ülkede, buna ne kadar güvenebiliriz emin değilim.
Mehmet Önal Kimdir?Mehmet Önal İstanbul'da doğdu. Hukuk lisans ve yüksek lisans tahsilinden sonra İngiliz Parlamentosu ve Atlantik Konseyi'nde çalıştı.İzleyen dönemde enerji sektöründe çalışmaya başladı. Ticari görevlerden sonra enerji dönüşümü ve iklim değişikliği kamu politikaları üzerine uzmanlaştı. Avrupa Birliğini'nin teknik iklim değişikliği danışman organı olan Sıfır Emisyon Platformu'nda ve İngiltere'de Karbon Yakalama ve Depolama Derneği'nde görev aldı. İklim değişikliği temalarında Avrupa'da, Orta Doğu'da ve Asya'da birçok devletin yürüttüğü çalışmalara katıldı. Profesyonel olarak kamu politikaları ve siyasi gelecekler üzerine senaryo çalışmalarında yer alıyor, büyük toplumsal gelişmeler, sosyolojik değişimler, insanlık için varoluşsal tehdit oluşturan etkenler ve küresel jeopolitik konular üzerine kafa yoruyor. Enerji sektörü profesyoneli olarak Londra ve İstanbul'da yaşıyor. |