Dikkatinizi çekti mi bilmiyorum ama bu haber 3 gün önce T24’te yayımlandı: Çin’in Şiamen kentinde yaşayan Çen isimli genç bir kadın bir sabah uyandığında erkek arkadaşının sesini duyamadığını fark etti. Onun dışında her şeyi duyabiliyordu oysa. Radyoda çalan müziği, dışardan gelen otomobil sesini vs. Duyamadığı tek ses erkek arkadaşının sesiydi. Apar topar hastaneye gittiler. Sputnik’ten öğrendiğimize göre, doktor Lin Şiaoqing, Çen’in düşük frekanslı sesleri duyamadığını tespit etti. Nedeni tam olarak bilinmeyen bu hastalığa aşırı stresin neden olduğu tahmin ediliyor. Bu haberi okuyunca eczacı olmadığıma hayıflandım. Düşünsenize bir ilaç icat etmişim ve bu ilaç belirlenmiş tek bir frekanstan gelen sesi duymanızı önlüyor. Bir tane hap atıyorsunuz ağzınıza ve bingo! “O ses” artık hiç duyulmaz hale geliyor! Ne kadar huzur verici bir hayatımız olurdu! Çen’in erkek arkadaşının sesini duyamıyor olması da belki böyle bir iç tepkiden kaynaklanıyor olabilir. Adam artık neler söylediyse kızda bu stres yaratmış olmalı ve kulak kendi kendini kapatıp, adamı dışarıda bırakmayı tercih etmiş! Erkekleri, hayatlarından uzak tutmak konusundaki en büyük uzmanlar da Çin kadınları sanırım. Yıllar önce bir gazete haberinde okumuştum. Çin’de sadece kadınların konuştuğu bir gizli dilin varlığı tespit edilmişti. Hunan eyaletinde tesadüfen keşfedilen bu dil, günümüzde sadece çok yaşlı bazı kadınlar tarafından konuşuluyor. Nu Şu adı verilen bu özel ve gizli lisanın, imparatorluk döneminde ağır bir toplumsal baskı yaşayan kadınların kendi aralarında anlaşabilmek için uydurdukları bir dil olduğu tahmin ediliyor. Amaç kadınların kendi aralarında konuştuklarının erkekler tarafından anlaşılmasını önlemekmiş. Bir tür kuşdili gibi. Hatta kentli okumuş kadınlar, bu gizli dil için özel bir alfabe bile geliştirmişler ki bugünkü Çin alfabesinden tamamen farklı kesik çizgilerle yazılıyor. Kadınlara ne eziyetler çektirdiler ki kadınlar kendileri için erkeklerin sızamayacağı özel bir alan yaratmak amacıyla gizli lisan bile geliştirebilmişler. Bunun da Çin’de gerçekleşmiş olması bir tesadüf mü diye soracağım ama erkeklerden uzakta huzur içinde yaşamayı tercih eden çok kadın var.
Mesela Canhabaque Adası. Bu ada, Batı Afrika’da, Gine–Bissau’ya bağlı 88 parçalık Bissagos Takımadaları’nın en küçüğü. Portekiz sömürgecilerine karşı uzun süre direnmişler ve kendi toplumsal yapılarını korumayı başarmışlar. Anaerkil bir toplum bu. Evlilik erkeklere kadınla aynı evde yaşama hakkını bile sağlamaya yetmiyor. Bir kral var ama kadınların oluşturduğu bir meclis tarafından seçiliyor. Güney Meksika’daki Juchitan köyü bilinen en eski Meksika yerlileri olan Zapotekleri barındırıyor. Bu köyde her şey kadınlar tarafından yönetiliyor. Genç kızları evlilik öncesi ilişkilerden korumak için de erkek biseksüelliğinin son derece yaygın olduğu bir toplum. Swahili dilinde “umut” anlamına gelen Tumai köyünde ise sadece kadınlar ve çocuklar yaşıyor. Kadınların köy sınırları içinde cinsel ilişkide bulunmaları yasak, köy dışında böyle bir macera yaşadıktan sonra eğer bir erkek çocuk doğarsa, 16 yaşına geldiği gün köyü terk etmesi gerekiyor. Minangkabau halkı Endonezya’nın Sumatra Adası’nda Bukittingi köyünde yaşıyor. Nüfusları beş milyon kadar ve Müslüman bir toplumun da anaerkil yapıya sahip olabileceğinin tek örneği! Mülk anadan kıza geçiyor, ana soyu devam ediyor, erkek çocuklar yedi yaşına gelince bir dini merkezde eğitilmek üzere ana evinden ayrılıyorlar ve bir daha da o eve dönemiyorlar. Bu köyde bir erkeğin resmi olarak yetki kazanabileceği tek rol “dayı” olmak!
Genel tabloya bakıldığında pek de öyle “bir rüya ülkesi” çağrışımı yaptırmıyor insana. Anaerkil ya da ataerkil olsun fark etmiyor, bir toplumsal cinsiyet, diğerine göre baskınsa ikincil görülen cinsiyet eziliyor. Öyle görünüyor ki en iyisi toplumsal cinsiyet rollerinin eşitlendiği modern bir toplum olabilmek. 2005 yılında IPSOS’un Elle dergisi için yaptığı bir araştırma var. Araştırmanın üzerinden 14 yıl geçmiş, altı yıl daha beklersek doğruluğu – yanlışlığı konusunda kesin fikir sahibi olabileceğiz. Araştırmaya göre, 2025’e gelindiğinde kadın – erkek ilişkilerinin süresi şimdikinden çok daha kısa olacak. Araştırma, kadınların yüzde 58’inin, erkeklerin ise yüzde 44’ünün bu durumu bir gerçek olarak kabul ettiğini ortaya koyuyor. Ve bir “kötü” haber daha: Erkeklerin sadece yüzde 20’si gelecek 20 yıl içinde erkeklerin kadınlara daha fazla ilgi duyacaklarına inanıyor! Kadınlar biraz daha iyimserler ama buna inanan kadınların oranı da ancak yüzde 46. Neyse ki çok genç kuşaklar için bir umut ışığı var. “Trend araştırmacısı” Prof. Werner Habermehl’in düşüncesine göre 30 yıl içinde erkekler, yine bildiğimiz erkeklerden olacaklar: Kendisine gülümseyen bir kadın gördü mü aklı başından giden tipler!
John Updike şöyle söylemiş: “Dünyada kadınlar ve erkekler arasında olan duygudan daha heyecanlısı yoktur.” Updike’ın altını çizdiği bu gerçeğe “iman ederek” büyüdüğüm için bu erkeksiz (ya da kadınsız) toplumlar, toplulukların bir geleceğinin olmayacağına da inanıyorum. Araştırmalar ne söylerse söylesin: Kadınları seven erkekler, erkekleri seven kadınlar hep olacak. Onların sayısı da bizim gibi “demode” tiplere yeter diye düşünüyorum! “Kadınsız (ya da erkeksiz) hayat, oh ne rahat” diye düşünenlere “Kurbağa Prens” masalını hatırlatmak isterim. Her masal, bir gerçekten çıkmıştır ve sonunda o gerçeğe referans olur. Düşünün bir bakalım: Kendinizi bir prens gibi en son ne zaman hissettiniz? Maaşınıza zam aldığınızda mı, takımınız galip geldiğinde mi? Yoksa o çok özel kadının dudakları, dudağınıza değdiğinde mi? Aynı soruyu kadınlar da kendilerine sormalılar. İyi bir hafta sonu diliyorum, bu da sabah şarkınız olsun: Dean Martin’den geliyor: “You’re nobody till somebody loves you” (“Birisi seni sevene kadar hiçsin”)