Altılı Masa adı verilen ancak adına seçim ittifakı da diyemeyeceğimiz oluşum, 5 Ocak günü bir toplantı daha yapacak.
Haberlere bakılırsa "yol haritası" bu toplantıda netleşecekmiş ancak Saadet Partisi'nin "İstanbul Sözleşmesi", Demokrat Parti'nin "Suriyeli göçmenlere onurlu geri dönüş olanağı sağlanması" ile ilgili itirazları halen devam ediyormuş.
Demokrat Parti'nin Suriyeli göçmenler için "onurlu bir geri dönüşü" niye tercih etmediğini bilmiyorum.
Ve doğrusunu isterseniz nedenini merak da etmiyorum çünkü Suriyelilerin geri dönüşü, o ortak metne yazılacak üç – beş cümle ile çözümlenemeyecek kadar derin bir sorun.
Ve zaten bütün ciddi araştırmalar da gösteriyor ki dörtte üçü de artık dönmeyecek; gidecek yerleri yok!
3,5 milyon resmi kayıtlı geçici sığınmacının 1 milyonu bu memlekette gözünü dünyaya açtı, onlardan "Suriyeli" olarak değil, "Suriye kökenli Türkiyeli" olarak söz edebiliriz zaten!
Bu insanlarla hayatımızı birlikte geçireceğiz ve onları bugün rencide edecek her tür davranış ve söz gelecekte başımızı ağrıtır, bunu da söylemiş olayım.
Saadet Partisi tabanının İstanbul Sözleşmesi ile ilgili olumsuz propagandaya kendisini kaptırmış olması ve parti yönetiminin bunu aşamıyor olması da gayet normal.
O taban Sözleşme'ye kadına karşı şiddeti engelleyen bir anlaşma gözüyle bakmıyor çünkü.
Onlara göre Sözleşme, kafası kızan kadının kapıyı çarpıp çıkıp gidebilmesi anlamına geliyor ki bunca yıllık ideolojileri gereği bunu içlerine sindiremezler.
Onun için böyle konuları adına "yol haritası" denilen metnin içine koymaya kalkışmak nafile çabadır.
Bu tablonun muhalif çevrelerde "masa dağılacak" endişesi yaratmasının nedeni ise bizim siyasi uzlaşma kültürümüzün olmamasından başka bir şeye işaret etmez.
Bu altı parti, aynı şeyi savunuyor olsaydı zaten altı parti olmazlar, tek bir parti gibi davranırlardı.
Siyasi uzlaşma, asgari ortak noktaları bulmak ve onun üzerinde yürümeyi gerektirir.
Her detayı "koalisyon protokolüne" yazmak gerekmez.
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu liderliğinde bu altı parti, bugüne kadar görmeye alışık olmadığımız bir siyasi tabloyu önümüze koydular.
Deyim yerindeyse beş benzemez parti, bir yıldır aynı masanın etrafında oturabiliyor, bir ortak Anayasa metnini ortaya çıkarabildiler, adına "yol haritası" denilen bir tür koalisyon protokolünün de birçok önemli maddesinde anlaştılar.
Anlaşamadıkları konuları ileri tarihe ertelemek masanın dağıldığı anlamına gelmez, gelmemelidir.
Onun için rejimin askerleri boşa seviniyor, muhalifler boşa endişeleniyor: Masa bu nedenle dağılmaz!
Bu masayı dağıtabilecek tek şey, liderlerin kendi egolarını yenebilip, yenemeyecekleridir.
O da Cumhurbaşkanı adayının isminin belirlenmesi sırasında ortaya çıkacak.
Kemal Kılıçdaroğlu, kendi adaylığını ilan etmemiş olsa da hâli tavrı, icraatlarıyla "aday adayı"!
Ve masanın büyük ortağı olarak cumhurbaşkanı adayının belirlenmesinde etkin olmaya çabalıyor.
Kulis haberlerine bakılırsa Kemal Kılıçdaroğlu, "seçilemeyeceğini görürse" adaylık konusunda ısrarcı olmayacakmış.
Bu iyi bir şey çünkü Kılıçdaroğlu'nun adaylık konusundaki ısrarı koalisyonun dağılması sonucunu da getirebilir ve çok adayla girilecek seçimi, ikinci turda Erdoğan güle oynaya kazanır.
Şu andaki verilere göre Erdoğan'ı birinci turda yenebilmek, HDP'nin de açık örtülü desteğini alabilecek bir ortak aday ile mümkün.
Seçim ikinci tura kalırsa, iş karışabilir.
İşte masanın etrafında oturan liderlerin hesaba katması gereken şey de bu: Bir ortak adayda anlaşmayı başaramayıp, çok aday ile seçime girmek ve kaybetmek!
Çok adayla girilecek seçimde adayların parti liderleri olacağını varsayabiliriz.
"Kemal Bey çok ısrarcı oldu, anlaşamadık" demek Meral Akşener'i, Temel Karamollaoğlu'nu, Ahmet Davutoğlu'nu ve Ali Babacan'ı, Gültekin Uysal'ı kendi partileri içinde tartışılır hale gelmekten kurtarabilir mi?
Özellikle Akşener'in bu sorunun yanıtını iyi düşünmesi lazım.
Öte yandan "en büyük parti olarak adaylık Kemal Bey'in hakkıydı, masa bunu içine sindiremedi" demek, kaybedilen seçimden sonra Kemal Kılıçdaroğlu'nu kurtarır mı?
Masaya akıl hâkim olursa, bu soruların yanıtı açık.
Tersi olur ve çok adaylı seçim denenirse bir sonraki seçimde bu liderlerin esamesi okunmaz.
Altı lider yola çıkarlarken nasıl bir sorumluluk altına girdiklerinin farkındaydılar.
Aradan geçen bir yılda bunu unutmuş olamazlar.
Unuttularsa vay Türkiye'nin haline!
CHP Genel Başkanı'nın siyasi danışmanları mı ona bu akılları veriyor, yoksa kendisi akşam yatıp sabah böyle fikirlerle mi kalkıyor?
"Doğru cevap" hangisi olursa olsan Kemal Kılıçdaroğlu'na önerim, aklına geleni aklından silmesi, danışmanlarının dediğine de kulaklarını kapatmasıdır.
"Başörtüsüne kanun güvencesi" vaadiyle ortaya atılmasından sonra çıkan Anayasa değişikliği meselesi hâlâ çözülememiş durumda.
Muhalefet bu konuda tam olarak aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık durumunda.
Ve bu çıkışın yarattığı sorunlar çözülmemişken şimdi de "İstanbul'da erken seçim" fikrini ortaya attı.
Erdoğan'ın bu pası gole çevirmek isteyip, istemeyeceği henüz belli değil. En azından ben bu yazıyı yazana kadar belli olmamıştı diyeyim.
Bu nasıl bir politika hamlesi?
İmamoğlu 2 yıl daha görev yapabilecekken niye şimdi erken seçim yapılsın?
Diyelim ki Erdoğan kabul etti, CHP'nin yeniden kazanabileceğinin garantisi nedir?
O seçim son derece özel koşullarda sonuçlandı, şimdiki koşullar aynı sonucu doğurabilir mi?
Belediye Başkanlığı seçiminin tekrarlanması, muhalefete ya da CHP'ye nasıl bir siyasi olanak yaratacak?
İnsan gerçekten hayret ediyor!
Mehmet Y. Yılmaz kimdir?Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü. 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu 1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı. Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı. 1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü. 2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi. 2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı. Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. "Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor. |