AKP Sözcüsü Ömer Çelik, partisinin MYK toplantısının ardından gazetecilere şunu söyledi:
"Seçilmiş bir makamı, terör örgütünün siyasi ayağı olarak nitelerseniz, milli iradeyle kavga etmeye başlarsınız."
Çelik'i bu sözleri sarf etmeye yönelten şey, CHP Genel Başkanı'nın, AKP Genel Başkanı'nı "FETÖ'nün siyasi ayağı" olarak suçlamasıydı.
Sanıyorum Erdoğan Rejimi'nde en zor görevlerden biri AKP sözcüsü olmak.
Çünkü Erdoğan, ne zaman ne yapacağı belli olmayan, bugün dediğinin tam tersini yarın sabah ilk iş olarak yapabilecek bir yönetim anlayışına sahip.
Bu yönetim anlayışını "Ali Desideroloji" diye tanımlayabilirim.
Şarkıdaki kızı hatırlayın: "Optimist hem de pesimist biraz, idealizmi de savunmakta, teoride dersen zehir gibi, pratik dersen sallanmakta, bazen ben hümanistim diyor, bazen rasyonalist oluyor."
Çelik'in "Seçilmiş bir makamı, terör örgütünün siyasi ayağı olarak nitelerseniz, milli iradeyle kavga etmeye başlarsınız" sözlerini okurken "seçilmiş belediye başkanlarının yerine devlet memurlarını tayin etmek" şeklinde ortaya çıkan "kayyımlı demokrasiyi" hatırladım.
31 Mart seçimlerinden bu yana bu durumda 32 belediye var.
Halk tarafından seçilmiş başkanları, herhangi bir mahkeme kararına dayanmadan görevden alındı, yerlerine devlet memurları tayin edildi. Aralarında büyükşehir belediye başkanları da var, seçim çevrelerinde yüzde 60'ın üzerinde oy alanlar da!
Bir belediye başkanı, herhangi bir nedenle görevden alınırsa, yerine yenisi belediye meclisi tarafından seçilir.
Nitekim Recep Tayyip Erdoğan, mahkûm olup belediye başkanlığı sıfatını kaybedince yerine Ali Müfit Gürtuna, Belediye Meclisi tarafından seçildi.
Erdoğan, geçen dönem İstanbul, Ankara, Bursa, Balıkesir gibi illerde bazı belediye başkanlarını istifaya zorlayınca, yerlerine yenileri yine belediye meclisi tarafından seçildi.
Çünkü demokrasilerde, seçimle gelinen makamlar şu ya da bu nedenle boşalırsa, yine seçimle doldurulur.
Meşruiyetin kaynağı seçimdir!
Böylece AKP Sözcüsü'nün ağzından bir çifte standart da açıkça ilan edilmiş oluyor.
Türkiye'de, bazı vatandaşların seçimi "milli irade" sayılıyor, bazı vatandaşların seçimi "milli irade" sayılmıyor!
Bazılarının oyu değerli, o oyların seçtiği kişiye söylenecek sözlere bile dikkat etmelisiniz.
Bazılarının oyunun hiçbir anlamı yok, o oyların seçtiklerini mahkeme kararına bile gerek duymadan görevden alıp, yerine memur tayin edebilirsiniz.
Ve sonra da Ömer Çelik, mikrofonların karşısına çıkıp konuşur: "Seçilmiş bir makamı, terör örgütünün siyasi ayağı olarak nitelerseniz, milli iradeyle kavga etmeye başlarsınız."
Hürriyet'teki haberin başlığı şöyleydi: "Erken Yaşta Evlilik Yeni İnfazda."
"Yeni infaz" diye yazılan şey, sanırım "infaz kanununda yapılacak yeni düzenlemeler". Bu tür kısaltmalar bazen bozuk bir cümleye neden olsa da yapılabiliyor, sonuç olarak belli sayıdaki harfin, belli genişlikteki sütunlara sığması lazım! Biraz daha özenli editörlükle çözülebilecek bir sorun aslında.
Başlıkta takıldığım şey "erken yaşta" ifadesi.
Haber şöyle devam ediyor:
"Cumhurbaşkanı Erdoğan, erken yaşta evliliklerle ilgili yasal düzenleme konusunda, 'Yeni infaz çalışmasında değerlendireceğiz. Maddeye yedirebiliriz. Nihai kararı vereceğiz' dedi."
"Erken yaşta evlilik" denilince siz ne anlıyorsunuz?
Benim anladığım şu: Daha eğitimlerini bitirmeden ya da askerliğini yapmadan evlenmişler! Kız 19 yaşında, oğlan 20!
Muhtemelen sizler de benim gibi anlıyorsunuz.
Ama "erken yaşta evlilik" ile kast ettikleri bu değil.
Çocuk yaşta, kendinden hayli büyük erkekler ile evlenmeye zorlanan kız çocuklarından! Bebeğiyle oynarken, kendisini düğün gecesinde bulan kız çocuklarından!
Ama içlerinde hâlâ biraz utanma duygusu kalmış olmalı ki bunu açıkça söyleyemiyorlar, "erken yaşta" diyerek yapacakları işi meşrulaştırmaya çalışıyorlar.
Siyasal İslamcıların, iktidara geldiklerinden beri kıyısından, köşesinden dolandıkları ama her seferinde toplumun sert tepkisiyle karşılaşıp geri adım attıkları bir mesele bu.
Çünkü onlara göre bir kız çocuğunun "reşit olması" için 18 yaşını beklemeye gerek yok.
Yumurtalıkları çalışmaya başladığı, baliğ olduğu andan itibaren kız çocuklarının evlenebileceğini savunuyorlar.
Günümüzde kız çocuklarının ergenliğe genellikle 9 - 12 yaşları arasında geçtikleri biliniyor. Ender durumlarda 15 yaşını geçenler de oluyor tabii.
Onun için de dertleri, kız çocuklarının evlendirilmesini meşru kılmak.
İnfaz Kanunu'na bu değişikliği sokuşturarak, kız çocukları ile evlenenlere örtülü bir af ilan etmek peşindeler.
Ve öyle görünüyor ki Hürriyet de kendine durumdan vazife çıkarmış, "erken yaşta evlilik" diye başlık atıyor.
"Erken yaşta evlilik" dedikleri şeyin, "çocuk yaşta evlilik" olduğunu biliyoruz ama.
Hakimler ve Savcılar Kurulu, Osman Kavala'ya beraat kararı veren üç hakim için inceleme ve soruşturma izni verdi.
Böylece dünya alem bir kez daha gördü ki Türkiye'de yargı, doğrudan doğruya AKP Genel Başkanı'nın emrindedir. Onun beğenmediği kararları veren hakimlerin başına her şey gelebilir.
Öte yandan şu da bir gerçek ki bu hakimler, ciddi bir inceleme ve soruşturmayı hak edecek çok şey yaptılar.
Bir katili mağdur olarak davaya müdahil etmekten tutun da AİHM kararını çöpe atmaya varana kadar bir dizi hukuksuzluğun içinde oldular.
Ve aslına bakarsanız, ta en başında, bu iddianame bu mahkemenin önüne geldiğinde yapmaları gereken onu savcıya iade etmekti.
Vehimler ve yakıştırmalardan oluşmuş bir iddianameyi kabul etmekle kalmadılar, o iddianameyle yargılama bile yaptılar.
Beraat kararı verdikleri son duruşmada da savunma hakkını hiçe sayan tavırlar içindeydiler ve birden bire bir aydınlanma yaşayıp, beraat kararı verdiler.
Evet, bu yargıçlar ciddi bir soruşturmayı hak ediyorlar.
Ama sorun şu ki bu soruşturmayı yapacak olan HSK'ya güvenimiz artık sıfırın altında!
Erdoğan rejiminin HSK'sı, yargıya o derece zarar verdi ki halkın yargıya güveninin yeniden kazanılması belki onlarca yıl sürecek.
Onun için gerçekten bağımsız bir soruşturma yapılmasını ümit etmeyin derim.
Amaç yanlış işler yapılmasına neyin yol açtığını bulmak değil, Erdoğan'ı tatmin edecek bir ceza vererek diğer yargıçlara da aba altından sopa göstermek.
Böyle bir tabloda istinaf mahkemesinin ne karar vereceğini şimdiden söyleyebiliriz.
Osman Kavala olayı, Türkiye'de siyasallaşmış yargının yüzünün artık hiç kızarmadığını da gösteren bir turnusol kağıdı işlevi gördü!