Günün birinde bir eski Genelkurmay Başkanı ve Milli Savunma Bakanı ile “silahlanma yarışı” konusunda aynı fikirde olacağım, kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi.
Hulusi Akar da benim gibi düşünüyor, silahlanma yarışının halkların kaynaklarını boş yere tükettiğinden söz ediyor.
Azerbaycan’daki kutlamalardan dönerken Fatih Çekirge’ye şunları söylemiş:
“Öyle üç beş uçak almakla bu denklem çözülmez. Harcanan paralar Yunan halkının cebinden çıkıyor. Yunan siyasiler bu kifayetsiz ve hayalci yaklaşımlarıyla zaten ekonomik sıkıntılar yaşayan komşumuz Yunan halkının kaynaklarını bu şekilde boş yere tüketmekte ve refah seviyesini daha da aşağılara çekmektedir. Yalnızca tatbikatları durdursak milyonlarca dolar tasarruf olur. Yazık değil mi?”
Soruya yanıt da vereyim: Evet, halkların kısıtlı kaynaklarının silah üreten ve satanlara aktarılması yazık hem de çok yazık!
Tabii Yunan halkı için geçerli olan durum, halkımız için de geçerli.
Türkiye de tıpkı Yunanistan gibi halkın parasını silah tüccarlarına, emperyalist devlere aktarıyor.
Mesela en yeni askeri oyuncağımız S – 400’ler için 2,5 Milyar ABD dolarını, yarısı da tiko para olmak üzere Rusya’ya verdik.
Niye? Kimse bilmiyor, kimsenin verebileceği mantıklı bir yanıt yok.
Batıdaki komşularımız Yunanistan ve Bulgaristan ile aynı askeri ittifak içindeyiz. Bize birisi saldırırsa onlar, onlara birisi saldırırsa biz yardıma koşacağız, ittifakın amacı bu!
Karadeniz komşumuz Romanya da NATO üyesi. Ukrayna’nın başı Rusya ile belada, kimseye saldıracak hali yok. S – 400 sistemini Rusya’ya karşı zaten kullanmamıza imkân yok, adamların kendi silahı. Ermenistan, aklından dahi geçiremez. İran, bir NATO üyesine saldırırsa başına nelerin gelebileceğini tahmin edecek kadar diplomasi ve tarih biliyor. Irak ve Suriye artık çökmüş devletler, kendi sınırlarının içine bile hâkim değiller.
Peki biz S 400’lere o kadar parayı niye verdik?
İşin aslı şu ki Erdoğan, o parayı verirse Rusya’yı Suriye’de yanına çekebileceğini zannediyordu. Bunu yapamadığı gibi ABD ile de papaz olduk, üstüne 1,5 milyar dolarımız da orada battı.
Hiç kullanmayacağımız bir sistemin kabaca maliyeti 4 milyar doları böylece buldu.
Hesaplayın bu parayla neler yapılırdı?
Dün İsmet Berkan’ın Gündem’inde okudum.
Türkiye geçen yıl ihracatını birim başında yüzde 16,3 oranında arttırmış.
“Yaşasın, ne güzel” diye sevinmeden önce bir de şu rakama bakalım: Buna karşılık ihracatımızın birim değeri yüzde 11,8 oranında artmış.
Yani daha çok malı, daha düşük fiyatla satmak zorunda kalmışız.
İthalatta ise durum tam tersi. Daha az mal ithal etmiş, daha çok para ödemişiz.
Bunun nedeni, ihracatımızda ileri teknolojiyle üretilmiş, yüksek katma değerli malların oranının çok düşük olması.
Türkiye, böyle saçıp savurduğu milyar dolarları, ileri teknolojileri geliştirmek, işgücünü buna uygun hale getirmek amacıyla daha iyi eğitmek için harcasaydı, kuşkusuz ki bugün bambaşka bir yerde olabilirdik.
Silahlanma yarışının halklara maliyeti böyledir.
En büyük silah ihracatçısı ülkelerin listesine bakalım, ilk 10 şöyle:
ABD, Rusya, Almanya, Fransa, Birleşik Krallık, Çin, Hollanda, İtalya, Ukrayna, İsrail.
Halklar birbirini öldürüyor, para bu ülkelere akıyor.
Devletler birbirlerini korkutmak için silah alıyor, paranın gittiği adres bu.
Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, Yunan politikacılarına verdiği akıldan biraz da bizim yöneticilerimize ayırsaydı keşke, ne kadar iyi olurdu.
***
Bir cuma günü daha sorularla karşınızdayım, gördüğünüz gibi 11. Zafer Haftası’ndayız.
Geçen haftadan bu haftaya değişen bir şey yok, yanıtlar yine gelmedi, sorular durduğu yerde duruyor.
Ancak zaten bu soruları unutulup, gitmesinler diye soruyorum.
Yanıtını büyük olasılıkla 2023 Haziran’ından sonra Cumhurbaşkanı değişirse alabilmeyi ümit ediyorum.
“Ümit ediyorum” dememin nedeni, bizim gibi ülkelerde bazı konularda hem siyaset hem de adliye soru sormak, gerçeği öğrenmek gibi reflekslere sahip değildir.
Yeni gelen de bu soruları yanıtlamak yerine, şimdikilerin yaptığı gibi kulağının üzerine yatabilir.
Ama biz yine de unutturmayalım.
* Bir hakim ve bir savcı olmayan bir MASAK raporunu varmış gibi göstererek kara para aklayan bir kişinin 150 milyon dolarlık mal varlığını kaçırmasını sağladı.
Bunlardan biri daha sonra ödüllendirildi ve Adalet Bakanı Yardımcısı yapıldı.
Söz konusu savcı ve hâkim, bu kararı nasıl ve hangi teşvikin etkisiyle verdi?
Siyasi baskı mı vardı, “çarklar” mı yağlandı?
* İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, bir mafya şefinin, bir politikacıyı maaşa bağladığını açıkladı.
TBMM Başkanı ve Ankara Başsavcılığı ile de paylaştığı bu bilgi esasen savcılıkta bulunan bir dosyada da mevcuttu.
Savcı Bey de belli ki ismi soruşturmaktan korkuyor. Ne de olsa bağımsız yargı!
Bu adamı korumalarının nedeni, iktidar ortaklarından birinin üyesi olması mı? Mafyanın politikacısının adı ne?
* Kendisine gazeteci süsü veren bir tip Sezgin Baran Korkmaz’dan, Süleyman Soylu ile bir randevu ayarlamak için 10 Milyon Euro istedi.
Bu 10 milyon Euro nasıl paylaşılacaktı? Bakan Soylu, bundan bir pay alacak mıydı?
Yoksa Ankara’da bu işleri yürüten ve devletteki tıkanan boruları rüşvetle açan bir çete mi faaliyette?
Bakan Soylu’nun, yurtdışına kaçmasından önceki gün Sezgin Baran Korkmaz ile görüşmesi ve bu görüşmede 2 de polis müdürünün bulunması bu tür ilişkilerin sonucunda mı gerçekleşti?
* İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Ankara ve İstanbul belediyelerinin elinden aldığı yolsuzluk dosyalarını neden saklıyor ve savcılığa göndermiyor?
İçişleri Bakanı, soruşturma dosyalarını ısrarla sakladığına göre birilerini koruma peşinde.
Cumaları alnı secdeden kalkmayan bu arkadaşlara tekrar soruyorum: Bu hırsızları korumak için bu kadar çaba niye?
Ortak mı, yoksa ucu – iyi saatte olsun – “üç harflilere” gider diye mi korkuyor?
Yoksa bu dosyalar, ileride şantaj amacıyla kullanılmak için mi saklanıyor?
* Erdoğan rejiminin en önemli müteahhitlerinden Rönesans’ın bir off shore hesabı üzerinden, 105 milyon 484 bin 952 dolar 46 Cent’i “bağış” olarak adını bilmediğimiz bir kişi ya da kuruluşa gönderdiği ortaya çıktı.
Bağış yapmak için off shore hesap kullanmak, daha önce hiç tanık olmadığımız bir durum.
Bu bağış kime gitti?