Gece yarısı yayımlanan bir Resmi Gazete ile noktalanan hafta boyunca Türkiye'deki "seçimli demokrasinin" nereye gitmekte olduğunu konuştuk.
Bir milletvekilinin milletvekilliği düşürüldü, bir partinin kapatılması için iddianame yazıldı, söz konusu partinin milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılıp hapse atılmaları için ilk adım atıldı, bir siyasi partinin neredeyse bütün yöneticilerine siyasi yasaklar getirilmesi için yola çıkıldı.
Haftanın finali de bu görüntüyü netleştiren bir zirve oluşturdu.
Gezi Parkı'na, 509 yıl önce ölmüş bir eski padişahın vakfiyesidir denilerek el konuldu.
TBMM'ye ait bir yetki gasp edilerek kanun ile uygulamaya konmuş bir uluslararası anlaşmanın Cumhurbaşkanı Kararı ile "feshedildiği" duyuruldu.
Dört ay önce göreve getirdiği Merkez Bankası Başkanı'nı işten attı.
Ve nihayet, polis TBMM'ye girerek, milletvekilliği düşürülen Ömer Faruk Gergerlioğlu'nu gözaltına aldı.
Ve herkes aynı şeyi merak etti: Erdoğan bunu niye yaptı?
Lafı fazla uzatmadan söyleyeyim:
* Recep Tayyip Erdoğan, gücünün sınırlarını test ediyor.
* Toplumun, demokratik hakların askıya alınmasına gösterebileceği tepkinin boyutlarını anlamaya çalışıyor.
* Olası bir seçim kaybında ya da seçime bile gerek kalmadan, yanına yargıyı da alarak yönetime tamamen el koymak isterse, neler olabileceğini bir tür laboratuvar ortamında test ediyor.
* Muhalefetin, bütün bu hukuksuzluğa karşı ne oranda ve ne kadar direnebileceğini ölçüyor.
Recep Tayyip Erdoğan, pragmatik bir siyasi lider.
Kafasında bir hedefi var, o buna "dava" diyor.
O hedefe ulaşabilmek için her türlü manevrayı kolayca yapabiliyor, bu nedenle birbiriyle tutarsız davranışlar sergilemekte de bir beis görmüyor.
Bir gün "Kürt sorunu benim meselem" derken, iki yıl sonra "ne Kürt sorunu yaa" diye tam tersini söyleyebiliyor.
"Parti kapatmak demokraside olmaz" derken bir de bakıyorsunuz yargıdaki memurlarını harekete geçirmiş, parti kapatmak peşinde.
"Milli iradenin" her şey olduğunu söylerken, hiçbir açıklama yapma gereği bile duymadan seçilmiş Başbakan'ı, seçilmiş belediye başkanlarını istifaya zorlayabiliyor, seçilmiş belediye başkanlarının yerlerine memurları rahatça tayin edebiliyor.
"Dava" diye yücelttiği hedefini hiçbir gün net olarak tarif etmediğinin farkındasınızdır.
Sözlerinden bunun yüksek bir ideal olduğunu anlıyoruz ama bu ideal, gerçek hayatımızda neye karşılık geliyor, bunu ısrarla söylemiyor.
Türkiyeli Siyasal İslamcılar için bu davanın ne olduğunu aslında biliyoruz. Kim bilir, belki zaten o da bunu bildiğimizi varsaydığı için açıklamıyor.
Türkiyeli siyasal İslamcılar için bu "yüce dava", Cumhuriyet'in "laiklik ilkesinin" kaldırılmasıyla taçlandırılacak bir dava.
Siyasal İslamcılar için "kızıl elma", yüz yıllık "parantezin" kapatılması.
2023'e giderken, kazanmasının artık son derece güç olduğunu kendisinin de iyice idrak ettiği bir seçime adım adım yaklaşırken, böyle bir güç denemesine girişmesinin nedeni o davaya olan bağlılığı.
Seçime kadar geçecek 2 yıl 3 aylık sürede bu güç denemelerinin sıklaşacağını, dozunun artacağını da göreceğiz.
Anayasa hukukçusu Prof. Dr. Kemal Gözler'in, Boğaziçi Üniversitesi'nde iki yeni fakülte kurulmasının nedenlerini incelediği makalesinde okumuş ve not etmiştim:
Kamuoyunda büyük tartışmalar yaratacak kararlar, cumartesi günleri sabaha karşı yayımlanan Resmi Gazete ile duyuruluyor.
* Melih Bulu'nun, Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğü'ne tayini. (2 Ocak 2021)
* İrfan Fidan'ın Anayasa Mahkemesi üyeliğine atanması. (23 Ocak 2021)
* Boğaziçi Üniversitesi'nde biri Hukuk, diğeri İletişim olmak üzere iki yeni fakülte kurulması. (6 Şubat 2021)
Ve Merkez Bankası Başkanı'nın görevden alınıp, yerine yenisinin tayini, Gezi Parkı'nın "padişahın vakfına devrediliyor" görüntüsü altında Belediye'den alınarak "devletleştirilmesi" ve İstanbul Sözleşmesi'nin "feshi" de bir cumartesi sabaha karşı yayınlanan Resmi Gazete le gerçekleşti.
Bizim siyasi tarihimizde böyle "sabaha karşı işleri" daha çok "askeri darbelere" özgü bir durum.
Öyle görünüyor ki Erdoğan, hepimizi cumartesi sabahı çok erken saatlerde yataktan çıkmaya alıştırmaya çalışıyor.