Türkiye’de seçimlerin eşit şartlarda, serbestçe ve adil olarak yapılabilmesinin teminatı Yüksek Seçim Kurulu’dur.
Bu kurulu oluşturan yüksek yargıçların, sadece vicdanları ile hareket edeceklerine, bağımsız yargıçlar olarak kimsenin etkisi altında kalmadan karar vereceklerine güveniriz. Güvenmeliyiz.
Bu güven sarsılırsa, her şey bozulur. Yasama ve yürütme organları, meşruiyetlerini bundan alırlar.
Yüksek Seçim Kurulu bir süredir, bizim onun adına endişelendiğimiz kadar kendi itibarı için endişelenmiyor.
Böyle bir hakem futbol sahasında olsaydı, Erman Toroğlu’nun bu hakem hakkında neler söyleyebileceğini tahmin edebiliyorum. En azından “kaşı, gözü oynuyor” derdi. “Kaşınız” ve “gözünüz” kelimelerinin yerine herkes kendi uygun gördüğü kelimeleri de koyabilir.
Ama YSK üyeleri hakem değil, hâkim; futbol sahasında değil, seçim sathı mailindeyiz.
Bu kurul, 5 yıl önceki mahalli seçimde, Ankara’da geçersiz sayılan oylar, Melih Gökçek ile Mansur Yavaş arasındaki farktan bugünküne göre kat be kat fazlayken 11099 sayılı bir karar verdi.
Bu kararında şöyle diyordu:
“YSK’nın karar süresini geciktirecek nitelikteki delilsiz itirazlar bir yandan YSK’nın itibarına gölge düşürür, diğer yandan da belirsizliği arttırır.”
Ve bu gerekçeyle, geçersiz oyların yeniden sayımı talebini kabul etmedi.
Zaten Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun, sonuçları geciktirme amacına yönelik itirazların cezalandırılması gerektiğini de hükme bağlıyor.
Aynı kanun, geçersiz oy pusulalarına, sandık kurullarında itiraz edilebileceğini, itirazların tutanağa bağlanacağını da söylüyor.
Şimdi YSK, ilçe ve il seçim kurullarının, bazı başvuruları kabul edip bazı başvuruları neden kabul etmediğini, açık ve anlaşılır bir şekilde açıklamak zorundadır.
Somut delil ve gerekçeler nedir?
Niye HDP, SP başvurunca reddediliyor da AKP’nin her başvurusu kabul ediliyor?
Yeniden sayım yapılıyorsa, sandık kurullarının bazı işleri yanlış yapmış olması ve bunun da oy verme ya da sayım sırasında tutanağa geçirilmiş olması gerekir.
Bu gerekçeler nelerdir?
YSK, bunları açıklamalı ve her partiye eşit mesafede durduğunu göstermeli ki biz hakem yorumcuları da tekrarlanan pozisyonlara bakıp, “hakemin kaşı gözü oynuyor” demeyelim!
***
AKP sözcülerinin, devletin haberleşme kurumlarını ve müteahhit havuzlarından beslenen medyayı da arkalarına alarak ciddi bir algı operasyonu ile karşı karşıyayız.
İstanbul’daki itirazlar sonuçlandıkça ortaya çıkıyor ki aradaki farkın kapanması mümkün değil.
Benzeri bir durum Ankara için de söz konusu.
Ama AKP sözcülerine ve besleme medyasına göre her şey tersine dönmüş bile.
Aralarında “sandık darbesi” diye başlıklar atanlar bile var.
Besleme medyaya bakarsanız, Binali Bey’in atına atlayıp, Üsküdar’a geçmesi an meselesi. Özhaseki de zaten seymen giysileri içinde Anıtkabir’e çıkmaya hazırlanıyor! Dönüşte de evde mantı var!
Susup otursalar, itirazlarının sonuçlanmasını bekleseler olmuyor.
Bunu niye yapıyorlar? Bir sonuç alamayacaklarını bile bile neden seçim sonuçlarının resmiyet kazanmasını geciktirmeye çalışıyorlar?
Rivayet muhtelif tabii.
Bir görüşe göre belediyelerdeki gıllıgışlı işlerinin belgelerini temizliyorlar.
Pek inandırıcı değil. Bizim memleket bürokrasisinde hiçbir evrak kaybolmaz, her birinin bir yerde kopyası vardır, önünde sonunda ortaya çıkar.
“Havaalanı açılıyor, Reis orada İmamoğlu ile yan yana gelmek istemiyor” diyenler de var ama o açılış zaten 5 ay önce yapıldı.
Acaba niyetleri bir yolunu bulup seçimleri yeniletmek mi?
Geçersiz oyların sayımından bir şey çıkmayacağını anlayınca “bütün oyları yeniden sayalım” demeye başlamalarının nedeni de bu olmalı.
Bugündür, yarındır “bu şaibeli seçimi iptal edelim, yeniden seçim yapalım” demeye başlayacaklar, onun alt yapısını hazırlıyorlar,
YSK’nın bu kararı verme yetkisinin bulunduğunu ve bu karara itirazın mümkün olmayacağını da biliyoruz.
YSK, ortada fol yok, yumurta yokken böyle bir karar verebilir mi?
Evet, verebilir. Elde ıslak imzalı sandık kurulu tutanakları varken oyları yeniden saymaya karar verebilen, emir yüksek yerden gelince ne yapmaz?
Çıkıp sandıkların üzerinde takla bile atsalar, şaşırmam!
Binali Bey kazanana kadar seçimi tekrar ettirmeye çalışırlarsa, bu millet hangi mazluma oy verir dersiniz?
***
Alanya’da iki polis memuru, akıl sağlığı yerinde olmayan bir kadını karakola götürmek isterken, kadın polislere direnmiş ve bunun üzerine sokak ortasında sıkı bir dayak yemişti.
İki polisten biri copla vurup yere düşürdüğü kadını defalarca tekmelemiş, diğer polis memuru da arkadaşını durdurmaya yönelik bir harekette bulunmamıştı.
İki polis hakkında “kamu görevlisinin nüfuzunu kullanarak, silahla, kendini savunamayacak kişiyi yaralamak” suçundan 1,5 yıldan, 4,5 yıla varan hapis cezası istenmişti.
Yargılama bitti ve bin dereden su getiren yargıç, dayakçı polise 740 TL. para cezası verdi.
Bu da ödenmeyecek, çünkü hükmün açıklanması geri bırakıldı.
Polis, modern kent yaşamının olmaz ise olmaz bir parçası.
Güvenliği sağlıyor, suçluları yakalayıp, yargının önüne çıkarıyor. Gereken hallerde silah kullanma yetkisi de var.
Polisin gerektiğinde kullandığı şiddeti meşru hale getiren şey kanunlara bağlı olması.
Kanunların dışına çıkıldığı anda bu meşruiyet kayboluyor.
Polis ile bir şehir eşkıyasını ayıran şey bu: Kanuna uymak!
Bunun dışına çıkan ise örnek olacak şekilde cezalandırılmalı ki polisin itibarına leke süren işkence ve kötü muamele gibi olaylar yaşanmasın.
Polisin saygınlığı korunabilsin ki bir kişinin suçu, bütün bir kurumu yıpratmasın.
Ama bizde işkence ve kötü muamele önlenemiyor.
Çünkü işkenceci polisleri korumak sistematik bir uygulamaya dönüştü.
Suçlu polisi önce amirleri koruyor. Ancak bu örnekte amirleri koruyamadı, suç herkesin gözünün önünde işlenmiş, fotoğrafları çekilmişti.
Onlar koruyamadı, bu kez mahkeme devreye girdi. Uyduruk hafifletici gerekçelerle, bir akıl hastasını sokak ortasında döven polis cezasız kaldı.
Yargı da saygınlığını kaybetti, polis de! Peki kim kazançlı çıktı?