MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’ye göre Türkiye Cumhuriyeti’nin bir “beka sorunu” var. Hatta bu o kadar can alıcı bir mesele ki bunun için bütün belediyelerden bile gerekirse vazgeçmeye hazır olduğunu da dün söyledi. “Beka gittikten sonra belediyeyi ne yapacağız. 31Mart’a da beka açısından bakılamayacağını söyleyenler belanın ta kendileridir.” “Beka” Arapçadan eski Türkçeye girmiş bir kelime. Bugünkü Türkçeyle söyleyecek olursak “ölümsüzlük, kalıcılık” kelimelerini kullanmamız lazım. Türkiye’nin medyan yaşı 31,4. Bu seçimde de 1 milyon yeni seçmen oy kullanacak. Lafı fazla uzatmadan, Türkiye’de seçmenin neredeyse dörtte üçünün bu kelimeyi günlük yaşamlarında kullanmadıklarını, kullananları da anlamadıklarını söyleyebilirim. Ama bizim sağ politikacılar böyle kelimeleri kullanmayı severler. Anlaşılmaz olmalarının, kendilerine bir “hava” verdiğini düşünüyor olmalılar. Tabii seçmeni “bidon kafalı” yerine koyup, “anlamazlarsa ciddiye alırlar” diye düşünüyor da olabilirler. Şimdi Bahçeli’nin sözlerini günümüz Türkçesine çevirecek olursak ortaya çıkan şu: Türkiye her an ölebilir, Türkiye Cumhuriyeti’nin kalıcılığı tehlikededir. Bu nasıl olabiliyor? İktidar sözcülerine bakarsak Türkiye, tarihinin en iyi dönemini yaşıyor. Ekonomi uçuyor, ihracat patladı, silah sanayimize herkes kıskançlıkla bakıyor, ordumuz deseniz en güçlü dönemini yaşıyor, milli gelirimizdeki artış baş döndürücü, Türkiye, istikrarlı olarak AKP’nin iktidarda olduğu 16 yıldır büyüyor vs. Eğer iktidar sözcüleri, doğru söylüyorlarsa Bahçeli yanılıyor, Türkiye’nin bir “beka” sorunu olamaz. Eğer Bahçeli doğru söylüyorsa, Türkiye’nin geleceği tehlike altındaysa o vakit 16 yıldır tek başına iktidarda olanlar ne yapıyorlar? İki bilinmeyenli bir garip denklem! Orhan Veli’nin dediği gibi “pireler, filleri yutacak” mı? Kişisel olarak “kutsal Cumhur ittifakına nifak sokmak” istemem. Bence önce bir oturup, aranızda anlaşın, Türkiye’nin beka sorunu var mı, varsa bu iktidar bu sonucu niye engelleyemedi? Neyi yanlış yaptı, yapıyor da Türkiye’nin geleceği tehlikede? Beka sorunu yoksa, koalisyon ortağını böyle suçlamak Bahçeli’ye yakışıyor mu?
***
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “korunma” meselesine çok önem veren bir lider. Haksız da sayılmaz. Askeri darbe tehlikesini ailesiyle birlikte bizzat yaşadı ve Türkiye, teröristlerin hedefinde olan bir ülke. Onun için de Cumhurbaşkanı’nın etkin şekilde korunması şart. Ancak TBMM’ye giderken, Meclis’in içinde milletvekillerini bile tacize varan koruma önlemlerinin de aşırıya kaçtığını en azından milli iradenin temsilcilerine karşı saygısızlık noktasına varabildiğini de belirtmeden geçemeyeceğim. TBMM zaten korunmakta olan bir yer ve Cumhurbaşkanı’nı bir de milletvekillerinden korumak gerekmiyor kanısındayım. Dün sözünü ettiğim “Bazı Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi” ile bu konuda bir ileri adım daha atıldı. Cumhurbaşkanı’nı korumakla görevli olan “Koruma Daire Başkanlığı” artık genel müdürlük olarak faaliyet gösterecek. Bu pozisyon Emniyet Genel Müdürü ile eşit bir pozisyon. Bu yeni genel müdürlük Cumhurbaşkanı’nı, ailesini, Cumhurbaşkanı yardımcılarını, bakanları “maddi ve manevi olarak” koruyacak! Maddi korumadan neyin kast edildiğini anlamak zor değil. Fiziksel olarak bir saldırı yapılmasını önleyecekler, önlemek için gerekli tedbirleri alacaklar vs. Zaten bir de özel harekat şubeleri var ki onlar da TBMM’deki “baskında” gördüğünüz ellerinde kocaman tüfekler olanlar. Peki “manevi” koruma nasıl olacak, işte burasını anlayamadım! Cumhurbaşkanına, yardımcılarına ya da bakanlarına hakaret edildiğini düşündükleri vakit, gidip o şahısları pataklayacaklar mı? Cumhurbaşkanı, yeni sistem gereği artık siyasi bir kişilik. Bir partinin genel başkanı. Yürütmenin eylem ve işlemlerinden sorumlu. Bu sorumluluk, yasal sınırları aşar ve TBMM gerekli görürse yargılanabilecek bir kişi olduğu anlamına da geliyor. Bu nedenle, zaten yasalarımızdaki “Cumhurbaşkanı’na hakaret” meselesi tartışmalıyken, bir de “dayak ekibi” mi kuruyoruz? Bilen varsa açıklar mı, bu genel müdürlük “manevi olarak” Cumhurbaşkanını, ailesini ve yakın çalışma arkadaşlarını nasıl koruyacak?
***
İstanbul’da trafik kontrolleri ne zaman gevşese aynı şey oluyor: Aracına yanıp sönen mavi – kırmızı “tepe lambası” ve polis uyarı sireni gibi çalan korna taktıranların sayısında patlama yaşanıyor. “Tepe lambası” dediysem, bu lambalara ne isim verildiğini bilmememden. Genellikle önde tampon üstüne, arkada ise arka camın içine yerleştiriliyor. Trafik Kanunu, kimlerin bu tür cihazlar kullanarak kendisine geçiş üstünlüğü sağlayacağını açıkça yazmış. Sivil plakalı araçlardakiler, kamu görevlileri değiller. Büyük olasılıkla koruma görevi de yapmıyorlar çünkü tek başlarına bağır çağır dolaşıp duruyorlar, trafikte insanları taciz ediyorlar, tehlike yaratıyorlar. Ama belli ki bununla mücadele yine tavsamış. Sayıları o kadar arttı ki geçen gün üşenmedim saydım. FSM gişelerden Erenköy’e gidiş – geliş arasında tam 16 tane böyle araç saydım. İki tanesi de az kalsın üzerimden geçip gidecekti! Bu şehirde bir Emniyet Müdürü ve ona bağlı bir Trafik Müdürü var. Ama kendilerini bu işlerden sorumlu görmüyor olmalılar ki tepe lambalı magandaların sayısında patlama var. Ya da ikinci olasılık geçerli: Bu iktidar döneminde, insanlar can güvenliklerinden o kadar endişeye düştüler ki parası yeten bastırdı, kendisine koruma tuttu! Gerçi öyle bile olsa bu lambaları kullanmaya hakları yok ama burası Türkiye.