CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu hakkında açılan davada iddia edilen suç şu: Suç işlemeye tahrik ve suçu ve suçluyu övmek!
Mahkeme de savcının bu talebini uygun bulursa Canan Hanım 9 aydan 10,5 yıla varan bir hapis cezası alabilir.
Bu sıradan bir dava olarak görülüyor olabilir ama değil.
Canan Kaftancıoğlu'na yöneltilen suçlama, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun'un, İstanbul Boğazı'ndaki evinin, vakıflara ait iken kiralanmış bahçesinde izinsiz yaptırdığı pergolanın fotoğraflarının çekilmesini istemek.
Bununla da yetinmeyip, bu suçu işleyen kişiyi övmesi.
Sanki bir alacakaranlık kuşağı filmi gibi geliyor, değil mi?
Bir sabah uyanıyorsunuz ve dün yaptığınız bir iş için suçlanıp, hapse tıkılıyorsunuz, kimseler de sizi dinlemiyor!
Savcı Bey, bunu iddianame olarak yazacağına bir film hikâyesine dönüştürüp, yapımcı şirketlere gönderseydi hem kendi geleceği açısından hem de ülkenin geleceği açısından daha doğru bir iş yapmış olurdu.
Hem memleket yeni bir senarist kazanır, hem de hukuk düzenimiz böyle bir iddianameye maruz kalmazdı.
Fahrettin Altun, Cumhurbaşkanı'nın çok sevdiği bir bürokrat olabilir.
Çalışmalarına bugüne kadar kaç atıf aldı bilmiyorum ama adının önünde profesör unvanı da var.
Bütün bunlar Fahrettin Bey'e özel bir konum sağlayabilir, Cumhurbaşkanı'nın canı istediği için tabii.
Ancak bir hukuk devletinde, bunların hiçbiri, Cumhurbaşkanı'nın keyfi de dahil olmak üzere, Fahrettin Bey'e bir ayrıcalık ve özel koruma sağlayamaz.
Öte yandan Fahrettin Bey'in, bir kamu görevlisi olarak hem basının hem de muhalefetin takibinde olması da demokrasinin gereğidir.
Üst düzey kamu görevlileri de bulundukları makamın onurunu korumak için azami dikkati sarf etmekle yükümlüdürler.
Fahrettin Bey, kendi makamına saygısızlık edip, kamudan kiraladığı bir arazi üzerine kaçak bir şeyler inşa etmiş.
İstanbul için "kaçak" sayılamayacak bir durumdur, herkes yapıyor zaten.
Ancak "İstanbul'da imar mevzuatına uyan kim var ki o da uysun" diyemeyiz.
Çünkü o biz sıradan vatandaşlardan farklı olarak üst düzey kamu görevi yapıyor.
Yaptırdığı kaçak pergolanın fotoğrafını çekmek suç olmadığı gibi, bunun çekilmesini önermek de suç değildir.
Bu suç oluyorsa hukuk devletinde yaşamıyoruz demektir. O zaman her vatandaş, gece başına ne geleceğinden endişe ederek yatağına girmelidir. Çünkü her birimiz için böyle keyfi suçlar uydurulabilir.
Erdoğan rejiminde, kanunlarda yeri olmayan böyle suçların icat edilmesinin nedeni, rejimin kendini koruma içgüdüsünden kaynaklanır.
Otokrat rejimler, iktidar elitinin dokunulmaz olduğunu her fırsatta göstermek zorundadırlar.
Çünkü olur da birisi kazara, iktidar elitine mensup birilerinin bazı yamuk işlerini ortaya çıkarırlarsa bunun ardı kesilmeyebilir.
Rejim, bundan korkar.
Onun için Cumhurbaşkanı'nın propaganda yetkilisinin dokunulmazlığını herkesin gözüne sokmak, bir iki kişiyi de -artık sallandıramıyorlar ama- hapse tıkmak gerekir.
Bu rejimden, demokrasiye ve hukuk devletini güçlendirmeye yönelik reform bekleyenlere önerim, güneşin batıdan doğmasını beklemeleridir.
Günün birinde mavi kar yağar, pembe filler havada uçmaya başlarsa, Erdoğan rejimi de demokratikleşir, hukuka bağlılığı artar.
Anayasa Mahkemesi, Osman Kavala'nın hak ihlali başvurusunu bir kez daha erteledi.
Davaya bakan daire, konunun AYM Genel Kurulu'nda görüşülmesinin daha uygun olduğuna karar vermiş.
AYM'nin Genel Kurul toplantısının gündemine, Kavala başvurusunun ne zaman geleceğini bilmiyoruz.
Muhtemelen Anayasa Mahkemesi üyeleri de bilmiyor.
Bakmayın "yüksek mahkeme" olduğuna, "Saray hapşırsa grip olan" tiplerden Anayasa Mahkemes'ine de doldurdular.
Anayasa Mahkemesi'nin, hak ihlalleri iddialarına bakan bir mahkeme olarak yargı düzenimizde yer almasının nedeni, Türkiye'nin AİHM nezdindeki durumuydu.
Artan şikayetlerin önüne geçmek için "son yargı yolu olarak" devreye Anayasa Mahkemesi'nin sokulmasının iki nedeni olabilirdi.
Birincisi AİHM'ye giden Türkiye şikayetlerini azaltmak, ikincisi haklarının ihlal edildiğini iddia eden insanları "bütün yargı yolları tükenmedi, AYM'ye git" diye oyalayarak, bir süre daha hapiste tutmak.
Anlaşılıyor ki AYM'ye bu yetkinin verilmesindeki amaç ikincisiymiş.
AİHM'de hak aramaya gitmeyi geciktirerek, hukuk dışı cezalandırmaları sürdürmekmiş.
Bunu AİHM'ye daha ne kadar yutturabilirler, göreceğiz.
Bu tür hak ihlallerinin sürüp gitmesine alet olan bir Anayasa Mahkemesi, kendi saygınlığından harcar.
Yakın bir gelecekte AİHM'nin doğrudan başvuruları da gündemine almaya başlaması, AYM'deki bazı yargıçları utandıracaktır elbette ama yüzü kızarmayacak olanlar da var artık.
Çünkü onlar hukuk değil, "dava" peşindeler!
Diyanet İşleri Başkanlığı'nın, Bodrum Ortakent'te yapacağı "dini kültür ve bilgilendirme tesisi" için hafriyat çalışmaları başladı.
Bu tesis için ilk adım 2013 yılında atılmış, iki kez yapılan müracaata rağmen Belediye Meclisi projeyi onaylamadığı için inşaat izni verilmemişti.
Ardından 2016 yılında bu kez yabancılara yönelik "İslami tanıtım merkezi" için tekrar harekete geçildi.
Bu kez Belediye Meclisini atlayıp, izni Muğla Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü'nden istediler.
"Milli iradeye" önem verdiklerini söylerler hep ama iş uygulamaya gelince hiç sevmedikleri de halkın ne istediğini sormak, Meclisin sesini dinlemektir.
Bu izne karşı idari mahkemede açılan dava hâlâ sonuçlanmış değil.
Dava sürerken Çevre Bakanlığı'nın yaptığı ruhsatlandırma ile Bodrum'un güzel koylarından birine hakim tepede, iş makineleri hafriyata başladı.
Belli ki mahkemenin olumsuz kararından korkuyorlar, "atı alıp Üsküdar'ı geçmek" peşindeler.
Belediye'nin ruhsatlandırmaya karşı çıkmasının nedeni merkezin beş katlı binalardan oluşması ve yoğun yapılaşma.
Belki biliyorsunuz, Bodrum'da geleneksel mimari iki kat ile sınırlı. Ve bugüne kadar bütün yarımadada bu kurala sıkı sıkıya uyuldu. Onun için Bodrum, Kuşadası ya da Marmaris olmaktan kurtuldu.
Diyanet, şimdi 100 milyon liraya bu korkunç beton yığınını, çok güzel bir koyun tepesine konduracak.
Turistler de kendilerini aydınlatmak için inşa edilen bu çirkin beton yığınına bakarak İslam hakkında değilse bile siyasal İslamcıların çevreye ve tarihe ne kadar hunharca davranabildiğini öğrenecekler.
Biz de onlara Sultan Ahmet'i, Selimiye'yi yapan Müslümanlarla, bu çirkin beton yığınını getirip Bodrum'a diken; inşaat ihaleleriyle beslenen kasaba Müslümanlarının bir alakası olmadığını anlatmaya çalışacağız.
Onların bilemeyeceğini de bizler bir kez daha hatırlayacağız: Davet usulü inşaat ihalesi yapmak söz konusuysa, siyasal İslamcılar için estetik teferruattır!