Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Düzce’deki mitinginde bu seçimden ümidini kesmekte olduğunu gösteren sözler söyledi.
“Bütün seçmenleri” sandığa davet etti. “Kullanılmayan oylar bu ülkenin başına çorap örmek isteyenlerin ekmeğine yağ sürer” dedi.
Buradan anlıyoruz ki “bütün seçmenler” derken aslında tarif ettiği, bugüne kadar AKP’ye oy veren seçmendir.
Sonra da sözlerini şöyle tamamladı:
“Kızgınlık, küskünlük, ders verme hissiyatı başka şeydir, sandıkta milli iradeye sahip çıkmak başka şeydir.”
Seçimler, normal olarak seçmenin daha önce seçip iş başına getirdiği yönetimlere verdiği bir dönem sonu karnesi sayılır.
Memnunsa oyunu vermeye devam eder, memnun değilse ya oyunu başka partiye yöneltir, ya da sandığa gidip oy vermez.
Bizdeki gibi kimlik siyasetinin içine sıkıştırılmış seçmenlerin bu durumda tavrı genellikle oy vermeye gitmemek şeklinde ortaya çıkıyor.
Şimdi seçmen sandıkta “küskünlüğünü, kızgınlığını, ders verme hissiyatını” ortaya koyamaz ise nerede koyacak?
Türkiye gibi sivil toplum kuruluşlarının son derece zayıf olduğu, sokakta hak aramanın, bir protestoyu dile getirmenin tehlikeli sonuçlar (polis dayağından tutun, gizli örgüt sempatizanı sayılmaya kadar bir dizi tehlikeli sonuç) doğurabileceği bir ülkede bunun başka yolu yok.
Ve öyle görünüyor ki AKP seçmeni küskün, kızgın. Ve daha önce ümit bağladığı siyasete bir ders verme arayışı içinde.
Ekonomi kötü. Her dört gençten biri işsiz. Yolsuzluklar önlenemiyor. Adam kayırmacılık zirvesine çıkmış durumda.
Herkese tepeden bakan nobran bir tavır, iktidar çevrelerine hakim olmuş durumda.
Bu durumda seçmen ders vermeyip ne yapsın?
Eğer ittifaklar olmasaydı, bu işten kârlı çıkacak olan MHP ve İyi Parti olurdu. AKP seçmeninin bu iki partiye oy vermesi mümkün çünkü. (MHP’liler, Devlet Bahçeli politikalarını sakin kafayla tekrar düşünseler, iyi olur. Seçimden sonra bunu da tartışacağız.)
Ve Cumhurbaşkanı seçime üç gün kala tehlikeyi fark etmiş bulunuyor.
Onun için “seçim ders verme zemini değildir” diye ikna etmeye çalışıyor.
Ama burada da en büyük hata kendisinin.
Yerel seçimi, bir genel seçime çeviren kendisi.
Ve Türkiye’nin bir beka değil, esasen tek adam iktidarı sorunu yaşadığını seçmenin gözüne gözüne sokan da kendisi.
Ve asıl sorunu da bu: Partinin yerini tek adam alırsa, bu, dünyanın her yerinde, o tek adamın önünde sonunda hatalı siyasi adımlar atmasına yol açar.
***
Yüksek Seçim Kurulu, kanunun açık hükmüne rağmen mühürsüz oy pusulalarının geçerli olacağına karar verdiği referandumdan beri güvenilirliği kalmamış bir kurum.
Oysa o tarihe kadar Türk demokrasisi için her şey söylenebilirdi ama seçimlerin güvenilirliği ile ilgili tartışmalar hep son derece sınırlı bir alanda kalırdı.
YSK, o gün bir kuralı bozmakla kalmadı, bundan sonraki seçimlerin güvenilirliğini de tartışılır hale getirdi.
Bir okuyucum uyardı ve seçimlerde bazı kişilerin mükerrer oy kullanmaları sonucunu yaratabilecek bir tehlikeye dikkat çekti.
Nüfus Müdürlükleri, seçim nedeniyle 30 ve 31 Mart günleri de açık olacak.
Böylece seçimlerde oy kullanmak için gerekli olan kimlik belgelerine sahip olmayan vatandaşlar nüfus müdürlüklerinden bu belgelerini alabilecekler.
Ancak unutmamak gerekiyor ki bu belgeler anında düzenlenmiyor.
Nüfus Müdürlüğü’nün verdiği bir geçici belge, yenisi düzenlenene kadar kimlik belgesi yerine geçiyor. Asıl belge bir iki haftadan önce de gelmiyor.
“Geçici kimlik belgesi” denilen şey ise bir A4 kağıda, siyah beyaz bir yazıcıda basılmış ve altında mühür ile imza olan bir belge.
Bir patates mühür ile size sayısız geçici kimlik belgesi düzenleyebilirim.
Böylece sizler de seçimde oy kullanmayacağını kesin olarak bildiğiniz kişiler adına düzenlenmiş bu sahte belgelerle rahatça oy verebilirsiniz.
Teorik olarak bu belgelerin e – devlet sitesinden doğrulanması mümkün.
Peki hangi sandıkta e – devlete girip, belgenin doğruluğunu kontrol edebilecek bilgisayar var?
Kaldı ki buna karar verecek olan da artık bir devlet memuru olan sandık kurulu başkanı.
Sandıklara sahip çıkacağını söyleyen siyasi partilerin temsilcileri, bu konuyu dikkate aldılar mı?
***
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Ankara’da partili gençlerle toplantı yaptı ve “ben de bir ekonomistim” dedi.
Sonra da gençlere iktisada giriş dersi verdi:
“Bizim sıkıntımız enflasyon, düşüş hafif de olsa başladı. Burada asıl sıkıntı faiz konusu. Faizi aşağı düşürdükçe enflasyon aşağı düşecektir. Patates, domates filan değil asıl mesele. Ben de bir ekonomistim. Keynes ve Smith’in iki ayrı yaklaşımı var. Birinin yaklaşımında enflasyon faiz doğru orantılıdır, diğerinde ters orantılıdır. Siz faizi azaltırsanız enflasyon artar, artırırsanız azalır. Diğerinde de faizi azaltırsanız azalır. Benim iddiam budur. Piyasalardaki ürünleri kontrol altında tutmamız lazım, piyasadaki bu spekülatörleri terbiye etmemiz şart.”
Ben Ankara’da, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde iktisat maliye bölümünü bitirdim. Sonra kısa bir süre Adana İTİA’da iktisat kürsüsünde asistan oldum. Ama iktisatçı olduğumu iddia edersem, gerçek iktisatçılara ayıp olur.
Bana öyle geliyor ki Cumhurbaşkanı da bazı şeyleri tam olarak hatırlamıyor.
Siyasete ve nutuk atmaya biraz ara verip, bilgilerini tazelese iyi olur diye düşündüm.