Cüppeli Ahmet Hoca ismiyle tanınan ancak bende din adamından daha çok bir talk showcu olduğu izlenimi uyandıran bir "sosyal medya fenomeni" var.
Hiranur isimli tarikatın liderinin, altı yaşındaki kızını bir müridi ile evlendirmesi üzerine başlayan tartışmaya o da katıldı.
Sosyal medyada yayınladığı videoda şunu söylüyor:
"Doğru, delil ister. Şahit ister. Burada gayrimeşruluk, zina, eşcinsellik, tecavüz, taciz var mıdır? Bu gibi konularda yorum yapmak için ya gözünle görmek ister ya da deliller, dört şahitli deliller ister. Bu delillere sahip olmayanların internet haberleriyle hele bir de çarşafı çıkarmış, mini etek giymiş, iki senedir kimlerin elinde olduğu sabit olmayan LGBT'ci, komünist, feminist derneklerin elinde bulunanların laflarıyla Müslüman aileleri zan altında bırakmak Müslümanlara yakışmaz. Bunlara katılmak da vebal olur. Onun için yargıya intikal etmiş konular varsa yargıda bunlar delillendirilir. Şahit dinlenir. O şunu mu yapmış, bu bunu mu yapmış? Buna bakılır."
Sözlerinin bir bölümüne katılmamak imkânsız elbette.
Deliller incelenip, tanıklar dinlenip, mahkeme kararını vermeden kimseyi suçlu ilan etmemek gerekir.
Laik hukukun uygulanmadığı, şeriat kuralları gereği "dört şahidin" arandığı Pakistan, Bangladeş gibi ülkelerde tecavüz suçlarının cezasız kaldığına da dikkatinizi çekmekle yetineceğim.
Pedofili kurbanının çarşafını çıkardığını bilmiyorum, mini etek giyiyorsa da kime ne? Hani kimse kimseyi kılık kıyafetiyle yargılamayacaktı?
"LGBT'İ+, komünist, feminist" derneklerde ise bazı tarikatlarda rastlandığı gibi badeleme, küçük yaşta kızlarla evlilik gibi olayların yaşanmadığını da hatırlatayım, o faslı geçelim.
Şimdi bu adam, memleketimizin bir bölümü tarafından önemli bir din adamı olarak görülüyor.
Konuşmalarını izlemişliğim var, araya Arapça Kuran ayetleri, hadisler filan da sıkıştırıp meddahlık yapıyor ama ciddi bir takipçisi var.
Bütün ülkenin nefretini üzerine çeken olayı soğukkanlılıkla karşılayıp "delillere, dört şahitli tanıklıklara bakalım" demesinin nedeni belli:
Tıpkı Hiranurcular gibi kendisinin de kökeni İsmail Ağa cemaatine dayanıyor, bir tür "kardeşlik" ilişkisi içinde oldukları bile varsayılabilir.
"Tıpkısının aynısı" olmasa bile küçük yaşta evlendirilen kızlar konusu açısından da kendisini korumaya almaya çalışması normal.
Medeni Kanun'a göre henüz evlenme yaşına gelmemiş ancak "akıl baliğ olmuş" kız çocuklarının evlendirilmelerinin normal olduğuna inanıyorlar çünkü.
Altı yaşındaki kız çocuğuna nikah kıymak ve ilerleyen yıllarda "regl" olduğunda fiilen evlendirmek gibi "din tarihinin içinde yer alan uygulamalar" var çünkü.
Ekim 2006'da Aktüel dergisinde yayımlanan söyleşisinden şu satırların altına çizmiş, Hürriyet'te 20 Ekim 2006 tarihinde yazmıştım.
Şöyle diyordu:
"Kızlar yedi yaşını geçti mi kendimizi sakınıyoruz. El bile öptürmüyoruz. Şimdi 11-12 yaşındaki kızımı bile öpmüyorum."
Niye öpmediğini, el öptürmediği de açıklıyor:
"Şehvetle bakmak, halvet haramdır."
Bir tarafta baş örtülü kızını üniversitede okutmak, sosyal hayatta bir birey olarak ayakta kalabilmesi için varını yoğunu harcayan Müslümanlar var, diğer yanda belli bir tarihsel dönemin, belli bir yorumuna takılıp kalmış olanlar.
Türkiye'yi 20 yıldır yöneten zihniyetin, kimi zaman oy hesaplarıyla, kimi zaman da "aynı menzili maksuda gittiklerini zannederek" bu tür tarikat yapılanmalarına özel bir önem verdiği, kamu kaynaklarıyla güçlendirmeye çalıştığı bir sır değil.
Bu tür tarikat bağlılıklarının bakan tayinlerinde bile etkili olabildiğini, filanca bakanlığın falanca tarikatın alanı haline getirildiğini de biliyoruz.
Bilmem hangi tarikattan değilsen İçişleri Bakanlığı'nda yükselemiyorsun. Falanca şeyhin müridi değilsen Sağlık Bakanlığı'nda işin yok.
Elbette bütün bu tarikatların, cemaatlerin içinde de aynı şeylerin yaşandığını iddia edemeyiz.
Ancak kusura bakmasınlar ama depremi, bir el hareketiyle savuşturduğuna müritlerini ikna edebilen bir şeyhin, müritlerini kız çocuklarını küçük yaşta evlendirilebileceklerine de ikna etmesi son derece mümkün.
Din ve dini tarikatlar meselesi, kuşkusuz ki özel hayata ilişkin alanlar.
İslam'ı, kendi hayatında bu zihni sınırlar içinde yaşamak isteyenler var ve temel bir insan hakkı olarak inanç özgürlüğünden sonuna kadar yararlanmak durumundalar.
Yani bu örneklere bakıp "tarikatlar kapatılsın" demek günümüzün insan hakları kavramları açısından mümkün değil. Zaten gerçekçi de değil.
Ama bu tarikatların başıboş bırakılması anlamına da gelmiyor.
Nasıl ki filateli dernekleri bile devletin denetimi altındaysa, tarikatlar da benzeri bir denetimin içinde olmalıdır.
Gelir kaynakları şeffaf mı, tarikata girmek kadar çıkmak da kolay mı, tarikat üyelerinin çocukları normal eğitim sisteminin içinde zorunlu eğitimlerini alabiliyorlar mı, tarikat yurtlarında kalmak belli tarikat kurallarına uymayı gerektiriyor mu, zorlama var mı?
Bunların ciddi şekilde denetlenmesi gerekir.
Ve kuşkusuz ki kamu kaynaklarının dini tarikat ve cemaatlere tahsisine son verilmeli, bugüne kadar tahsis edilmiş olanlar da geri alınmalıdır.
Hem bizlerin yaşam biçimimize açıkça karşı olacaksın hem bizler gibi yaşayanları aşağılayacaksın hem de bizlerin vergileriyle oluşan kaynakları serbestçe kullanacaksın.
Kusura bakmayın ama Allah buna razı gelmez!
Mehmet Y. Yılmaz kimdir?Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü. 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu 1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı. Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı. 1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü. 2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi. 2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı. Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. "Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor. |