Sakıt Başbakan Ahmet Davutoğlu, partisinin grup toplantısında “En geç ekim ayında Avrupa’ya vizesiz seyahat mümkün olacak” dediğinde grup toplantı salonu alkıştan yıkılmış, ertesi gün yandaş medyada manşetler bu sevindirici haberi haykırmıştı. Tarih 26 Ocak 2016 idi. Aynı yılın 8 Mart günü, Davutoğlu tarihi daha da öne çekmiş, “Avrupa ile vize muafiyeti Haziran ayında başlayacak” demişti. İki ay sonra, 3 Mayıs günü Financial Times gazetesinde çıkan bir haber, Başbakan Davutoğlu’nun Avrupa ile vize muafiyeti anlaşmasının, kendisini koltuğundan edebilecek sonuçlar doğurabileceğini yazıyordu. Ve Davutoğlu’nun Başbakanlığı da o ay içinde bitmişti. Geçtiğimiz hafta sonu Hürriyet’te Uğur Ergan’ın haberi, vize muafiyetinin önümüzdeki 1,5 yıllık bir zamana yayılacağını duyuruyordu. Yani her şey yolunda giderse zamanın Başbakanı’nın verdiği tarihten yaklaşık dört yıl sonra! Hürriyet’teki habere göre Türkiye, vize muafiyeti için gereken 7 kriterden 6’sını yerine getirmiş. Üzerinde anlaşılamayan yedincisi Türkiye’nin terörle mücadele mevzuatı. Ve Davutoğlu’nun heyecanla vize muafiyeti müjdesi verdiği günlerde söylediğimi tekrar söyleyeyim: Boşa hayal kurmayın, vize muafiyeti 1,5 yıl sonra da olmayacak! Türkiye’de her beğenilmeyen fikir terör suçunun kapsamına sokulduğu sürece de bu böyle sürüp gidecek. Şu anda Türkiye’de en çok bulacağınız suçlu cinsi terörist! Hemen her gün birileri “terör örgütü üyesi olmamakla birlikte terör örgütünün çıkarları doğrultusunda hareket etmek” gibi soyut suçlamaların hedefi olabilir. Mahkemelerimizin bu nedenle verdikleri tutuklama kararlarının çokluğuna bakınca aslında Türkiye her gün sokaklarında bombaların patladığı, suikastların gırla gittiği bir ülke olmalı. Ama öyle değil. Terörist faaliyetler elbette var, bunu kimse inkar edemez. Ancak “terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgütün çıkarları doğrultusunda davrananların” sayısı bu kadar çok ise, bir düşünün bakalım terörist sayısı kaç olmalı? Unutmayalım ki nüfusunun neredeyse yarısının Cumhurbaşkanı tarafından “terörist ya da terörist sever” ilan edildiği bir ülkenin vatandaşlarıyız. Kilometrekare başına bu kadar terörist, IŞİD hakimiyetindeki bölgelerde bile yoktur, eminim. Kanunlarımız terör suçunu net olarak tarif edip, mahkemelerimiz bu net tarife uygun kararlar vermediği sürece vize muafiyeti filan da olmayacak. Her muhalifin altında bir terörist yatmadığını memleketimizin yönetici ve yargıçları kavradığı gün bu sorun kendiliğinden çözülür ama görünen gelecekte bunun değişmeyeceğini söylemem için fal açmış olmam da gerekmiyor.
Napolyon’un bir sözü var, “Ordular mideleri üzerinde yürür” diye. Kendimi elbette Napolyon ile mukayese edemem ama ben de bu sözden ilham alarak şunu söyleyebilirim:
“Milletler, seçim sandığına mideleri üzerinde yürüyerek giderler.”
Onun için memleketimizin şu son durumu, iktidarın canını haliyle sıkıyor olmalı. Gerçi muhalefetsiz iktidar sürmek gibi bir lüksleri var ama mide işi bu, nereden ters tepeceği hiç belli olmaz. Nitekim Toprak Mahsulleri Ofisi’nin Genel Müdürü de böyle bir sıkıntı içinde olmalı ki “ekmek fiyatlarında un bahane edilmesin” dedi! Bu haberi tebessüm etmeden okuyabilmekte hayli zorlandım ama sonunda Müdür Bey’in meramını anladım. Şöyle diyor:
“Ekmek maliyetlerinde buğdayın rolü yüzde 25’i geçmez. Nakliye, enerji, işçilik gibi faktörler maliyette önemli rol oynar.”
Nakliye, yakıt fiyatları ve araç amortismanlarıyla ilgili. Enerji fiyatlarını zaten devlet belirliyor. Ekmek konusunda en ihmal edilecek maliyet unsuru da sanırım fırın işçilerinin ücretleri olmalı. Şimdi bilmece bu: Ekmek fiyatları artıyorsa bu kimin sorumluluğunda? Dövizi yerinde tutamayıp nakliye ve enerji maliyetlerini arttıran hükümetin mi, İsmet İnönü ve arkadaşlarının mı? Bana ekmek fiyatlarındaki artıştan da İsmet İnönü sorumlu gibi geliyor.
Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum, AİHM’nin Selahattin Demirtaş kararının “hukuki değil, siyasi” olduğunu söyledi. Uçum, AİHM’nin, Demirtaş’ın tutuklanması ile ilgili mahkeme kararını hukuka uygun bulduğuna dikkat çekiyor ve tutukluluğunun devamında aykırılık bulmasını “siyasi karar” olarak niteliyor. Uçum sözlerinin ilk kısmında haklı. Mahkeme, Demirtaş’ın tutuklanması ile ilgili olarak aykırılık kararı vermedi. Aykırılık kararı, daha sonra tutukluluğun devamı ile ilgili olarak verilen kararlarla ilgili. Tutukluluğun devamı için kaçma şüphesi, delilleri karartma olasılığı, tanıklara baskı yapma ihtimali gibi gerekçeler lazım. Demirtaş’ın tutuklanmasından sonra gördük ki hakkındaki dosyalar TBMM’de ve bazı yerlerde yaptığı siyasi konuşmalardan oluşuyor. Yani tutukluluğun devamı için delilleri karartması, tanıklara baskı yapması söz konusu değil. Kaçması ihtimali zaten yok, kaçacak olsa daha önce bunu yapabilecek olanaklara sahipti.
Öte yandan mesela geçen gün Beykoz’da tartıştığı kişiyi defalarca bıçakladığı için 9,5 yıl hapis cezası istemiyle yargılanan simit satıcısı “tutukluluğun devamı ölçüsüz olur” kararıyla adli kontrol altına bile alınmadan, tutuksuz yargılanmak üzere ilk duruşmada salıverildi. Neden? Deliller toplanmış, tanıklara baskı yapılması mümkün değil. Mahkeme sanığın kaçmayacağını da düşünmüş. Bu kararı da bir Türk mahkemesi verdi, başka mahkeme değil. AİHM’nin tutukluluğun devamını siyasi bulmasının nedeni bu. Demirtaş tutuksuz yargılanabilir, tutuklu olduğu dönemde seçimlere girebilirdi. Bu hakkı elinden alındı. İhlal kararı bununla ilgili. Bu hukuki olayda bir “siyasi karar” aranıyorsa o yerel mahkeme kararında aranmalı.