İran her daim şaşırtıcı bir ülke olmuştur. Türkiye’deki İran algısı ve rejimin niteliğinden bağımsız olarak Acem diyarındaki tarihi, kültürel derinliğin yanı sıra diplomasi ve uluslar arası ilişkilerdeki manevra kabiliyeti hep dikkat çekmiştir. Bu derinlik İslam Cumhuriyeti’nin kuruluşundan çok eskilere gider; her zaman başarılı olamasa da bölgedeki dengeler üzerindeki kontrolünü kaybetmemek için atacağı adımların bir ötesini hesaplar.
İran yeni cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’yle uzun süredir çok ağır ambargo nedeniyle ülke içinde sıkışan durum aşmak için hamleler yapmaya başladı. Ebedi ‘düşman’ ABD’nin İran’la uzun yıllar sonra doğrudan bağlantıya geçme isteğinde İran hemen karşılık verdi; durumu değerlendirdi. Tahran yönetimi kendisi için geri adım olarak nitelendirilebilecek ancak bir sonraki adımda önünü açabilecek girişimi hemen başlattı. Aslında Hasan Ruhani seçildiğinde kimse böylesi bir adım beklemiyordu. Ruhani ilk konuşmasında başkanların gelenek haline getirdiği İsrail karşıtlığına değinmedi. Birleşmiş Milletler Genel kurulunda Amerika ile görüşmeye hazır olunduğunu belirtti. İran’ın en son ambargo uygulaması nedeniyle ekonomik olarak çok zor günler geçirdiği bir gerçek. Enflasyonun arttığı, ülke dışından gelen paraların bloke edildiği, petrol satışının yapılamadığı bir dönemde atacağı adımın hem içeriyi hem de bölgedeki politikasının önünü açması gerekiyordu. Amerika’nın Suriye’deki çekimser tavrına önümüzdeki yıl Afganistan’dan ayrılacak olması da (Afganistan’da Taliban ve Kaide karşıtlığı ABD ile İran’ı buluşturan bir unsur. Amerika bu noktada İran’a ihtiyaç duyar) da eklenince Washington’ın Ortadoğu’da silahlı yeni bir maceraya giremeyeceğini anlayan yeni İran yönetimi kendi önünü açacak adımları attı.
İsrailliler ve Suudiler aynı cephede
İran, 5 artı 1 olarak adlandırılan ülkelerle, masada uzun süredir anlaşamadığı konularda taviz vererek bazı nükleer santralleri kapama, uranyum zenginleştirmeyi durdurmayı kabul etti. Karşılığında ise bloke edilen 10 milyar dolara yakın para İran’a verilecek ve 6 ay sonra anlaşma yeniden gözden geçirilecek. Bu durum içeride ekonomik durum için can simidi anlamına geliyor. İran’ın bu adımı atması, Amerika’nın Obama ile farklı bir politika uygulamasının etkisi yadsınamaz. Bu anlaşmaya en fazla tepki gösterenlerin başında ise karşı cephelerin ülkeleri gibi görünen İsrail ve Suudi Arabistan var. İki ülke İran’ın bölgedeki rolü ve son çıkışı konusunda benzer politika izliyor. İsrail, ABD’nin İran’a yönelik askeri bir seçeneği devre dışı bırakmasından hoşnut değil. Çünkü düşmanı ile varolan ve sürekli tehdit algısı ile bölgede kendini konsolide etmeyen çalışan İsrail için İran hala güvenilmez bir ülke. Suudi Arabistan ise Sünni hattın lideri olarak bölgede nükleer bir İran’a hep karşı. Suudiler için Basra körfezinin hakimiyetinden çok mezhebi farklılık İran karşıtlığında rol oynar. Bu noktada Amerika ile Suudi Arabistan’ın önümüzdeki dönemde sorun yaşayacağını söyleyebiliriz. Hatta yakında Suudilerin başka ülkelerle nükleer silah üretme yönelik girişimi kimseyi şaşırtmamalı. Amerika’dan umduğunu bulamayan İsrail ise tek başında saldırı seçeneğini bile göze almayı deneyebilir. Kısaca İran bu girişimiyle bölgenin kimyasını etkiledi.
Suriye’deki İran
Ancak, İran’ın attığı adımda Suriye faktörü de önemli rol oynadı. Suriye’deki iç savaşın Türkiye dahil bölgedeki birçok ülkenin dengesini bozduğu bir vaka. İran, Suriye konusunda pozisyonunu koruyarak, hatta Suriye’de bizzat savaşarak sonuna kadar bu konuda direneceğini gösterdi. Hali hazırda Suriye’de İran, etkisini arttırmış hatta İransız bir çözümün çok mümkün olmayacağı da görülmüş durumda. İran nükleer anlaşmayla kendini rahatlatırken Suriye konusunda diplomasisi masasında kendini yer açtı. Türkiye ise son aylarda sanki bütün politikasını gözden geçiriyor. Irak merkezi hükümeti ile yeniden bağlantı kurmaya çalışıyor ki Bağdat’ta İran’ın etkisi biliniyor. İran’la Suriye meselesinden dolayı soğuyan ilişkileri tamir etmeye çalışıyor. Bu nedenle Türkiye’nin İran’la birlikte Cenevre öncesi Suriye’de bir ateşkes çağrısında bulunması anlamlı. Çünkü Türkiye böyle bir çağrının kendisi tarafından tek başında yapılması durumunda çok fazla etkili olmayacağını biliyor. Türkiye bu çağrıyı yaparken şunu amaçlıyor: Suriye’de muhalefetinin alan kaybetmesinin engellenmesi, Kürtlerin alan kazanmasının durdurulması, rejimin masaya daha zayıf bir durumda oturması.
Türkiye neden ateşkes istedi
Türkiye bölgede bazı adımlar atarken, bunların İran’ı dengelemeye yönelik olduğu bilinir. Ama bu kez dengeler İran lehine bozulmuş gibi. Hatta Gazze’de Hamas, bir süre önce İran’la ilişkisini kesip Türkiye’ye yönelirken son dönemde yeniden İran’a meyletmek zorunda kaldı. Çünkü Türkiye alan kaybederken, İran pragmatik, pratik, bir sonraki adımlardaki dengeleri hesaplamış gibi görünüyor. Türkiye ise, tbölgedeki ülkeleri ‘rahatsız edecek’ adımlar atarken, birçoğunda amaçladığı noktaya ulaşamadı. Sonuç olarak İran, Türkiye dahil bölgenin kimyasını bozdu. Tıpkı Suriye gibi . Batı-İran yakınlaşması Türkiye’nin nüfuz alanını etkilerken Suriye’deki rejimin ömrünü de uzattı. Batı’nın İran’la kurduğu ‘nükleer anlaşma masasında’ Türkiye yok. İran zaten Türkiye’nin olmasını talep de etmedi. Oysa Suriye için toplanacak Cenevre Konferansı için yakın zamana kadar İran’ın ismi geçmezken Şimdi telaffuz ediliyor. Neticede Ortadoğu’da politika yapmanın hesap işi olduğu bir kez daha ortaya çıktı.