Uluslararası piyasalarda borç krizine odaklı endişeler ön plana çıkarken, iç piyasaların Başbakan’dan güven verici gelen açıklamaların desteğiyle toparlanma eğilimini devam ettiriyor. Ancak, kredi kuruluşu S&P’den, Türkiye ekonomisinin sert inişe doğru gitmekte olabileceği; ancak kur rejimi nedeniyle sistemik şok riskinin olmadığı açıklamasıyla kar satışları gelmiş oldu. Dün açıklanan üç aylık enflasyon raporunda, hem enflasyon hem de para politikası duruşunu daha net görme şansımız oldu. Merkez Bankası üç aylık enflasyon raporunda, fiyat istikrarı önceliğinin devam ettiğini vurgularken, bu alanda güvenli tutumunun devam ettiğini göstermiş oldu. Temel enflasyon dinamiklerinde önümüzdeki dönemde yavaşlama eğilimine de dikkat çekti. Büyüme hızında ikinci çeyrekte yaşanan yavaşlamanın öngörülenin altında olması nedeniyle çıktı açığı tahminlerinde sınırlı aşağı yönlü revizyon yapılsa da, küresel ekonomide aşağı yönlü risklerin artması karşısında, bu durumun enflasyon tarafında bir tehdit yaratmadığının da altı çizildi. Enflasyon projeksiyonlarında kullanılan varsayımlarda da bir değişikliğe gidilmedi. Petrol fiyatları tahmini 115 dolar ve gıda enflasyonu % 7,5 seviyesinde tutulurken; ithal fiyatlarındaki artış beklentisinde de değişikliğe gidilmedi. Böylece, bu yıl enflasyon tahmini % 6,9; gelecek yıl da % 5,2 seviyelerinde korundu. Enflasyon projeksiyonları yapılırken kabul edilen faiz varsayımı da, yıl sonuna kadar politika faizlerinin aynı kalması yönünde değiştirildi. Daha önceden, “sınırlı bir sıkılaşma” öngörüsü kullanılıyordu. Hem faiz hem de enflasyon projeksiyonlarında etkili olan temel unsur da, Merkez Bankası’nın küresel risklerde aşağı baskıların arttığı senaryoya bir adım daha yaklaşmış olunduğunu düşünmesi. Dolayısıyla bu riskler arttığında, Merkez Bankası “düşük faiz ve yüksek zorunlu karşılık oranları” politikasını öngörülenden daha uzun bir süre devam ettirebileceğinin sinyalini açık bir şekilde veriyor. Diğer taraftan, fiyat istikrarı hedefine yönelik güven kaybına neden olmamak için de, özellikle kurdaki değer kaybının enflasyon bekleyişlerinde kalıcı ve olumsuz bir etkiye neden olması halinde gerekli sıkılaştırıcı tedbirleri gündeme getirebileceğini belirtiyor. Ancak, bunun olasılığını düşük gördüğünü de açık bir şekilde hissettiriyor. Mevcut politika yaklaşımının güvenilirliği açısından takip edilen kritik gösterge olan kredilerin büyüme hızıyla ilgili olarak, artış hızının mevsim ortalamalarının oldukça altında seyrettiğini; bundan sonraki dönemde ilave tedbirler gelirse bunun bankacılık sektörüne ciddi bir maliyet getirmeyeceğini vurgulaması rahatlatıcı oldu. Kurun seyri ile ilgili olarak, TL’nin reel olarak karşılaştırıldığı diğer gelişen ülkelere göre % 20’nin üzerinde daha az değerli olduğu; ani dalgalanmaların tekrar yaşanması halinde küçük müdahalelerle yine istikrarın sağlanabileceğine inandığını söylemesi diğer rahatlatıcı bir unsur olarak görüldü. Son olarak, reel sektörde açık pozisyonda önemli bir sıkıntının gözlenmediği, ekonomide sert iniş beklenmediği ve gidişatın iyi olduğu yönündeki ifadeler de, kriz uyarılarından uzaklaşma eğilimi veren ekonomi yönetimine Merkez Bankası’nın da katıldığı izlenimi verdi. Özetlemek gerekirse Merkez Bankası’nın, hem mevcut para politikasına ilişkin yaklaşımı hem de ekonominin genel gidişatıyla ilgili daha güven verici bir duruş sergilemeye özen göstermeye çalıştığını söyleyebiliriz.