En büyük hayalimdi; Eylül 2016 itibarı ile henüz yüzde 54’ü profesyonel olabilen Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) profesyonel ordunun bir sonraki aşaması olan bir ‘entelektüel orduya’ dönüşmesi. Entelektüel ordu; kendinden önce giden orduların ayak izlerini takip etmeyen, taklit etmeyen, kopyalamayan, başka bir orduya benzeşmeye çalışmayan, kendi bilgisini (konsept ve doktrinini) kendisi üreten, akademik bilgiye önem veren, ‘milli’ düşünüş ve iş tutuş tarzları geliştirebilmiş, sürekli her türlü sürecini ölçen, başarı ve başarısızlık kriterlerini bu ölçüm sonuçları ile belirleyen, inovatif çözümlere kafa yoran, kendini etkin denetleyebilen, değişen duruma inovatif çözümlerle çabuk adapte olabilen, durumsal ve bilgisel farkındalığı yüksek, bir önceki savaşa hazırlanmak yerine gelecekteki çatışma ortamını ve bir sonraki savaşı öngörüp buna hazırlanabilen, küresel güvenlik ortamını iyi koklayan, değişim trendlerine direnmek yerine onları yönetebilen, planlamadan ziyade tasarıma önem veren, bir önceki savaşa hazırlanma tuzağına düşmek yerine bir sonraki savaşı uzgörebilen, bu uzgörüler doğrultusunda da kendisini ‘milli’ konsept ve doktrinlerle dönüştürebilen ordu demek.
Şimdi size bir test sorusu: Afganistan, Irak, Somali gibi halkının büyük çoğunluğu Müslüman coğrafyalarda son 15 yılda küresel terörle mücadele, ayaklanmaya karşı koyma adı altında dünyanın 70’e yakın ülkesinden sayıları neredeyse 2 milyona yakın asker geldi geçti. Son 15 yıl TSK’nın son 35 yıldır sürekli yaptığı ve dolayısı ile ‘en iyi bilmesi gereken’ terörle mücadele/düşük yoğunluklu çatışma küresel güvenlik ortamına damgasını vurdu, TSK 12 yıldır bilfiil Afganistan’da, 18 yıldır Irak kuzeyinde ve son 1 aydır Suriye’de terliyor. Katar’a askeri üs açtı, Somali yolda, dünyanın 50’ye yakın ülkesinde askeri personeli var ama bana TSK tarafından üretilmiş ve küresel bir ‘marka’ ‘yaklaşım’ ‘model’ ‘proje’ haline getirilmiş bir askeri/güvenlik kavramı veya iş tutuş tarzı gösterebilir misiniz? Niçin mesela Afganistan’da, Irak’ta, sahada veya Suriye’de Türk güvenlik bürokrasisi tarafından üretilmiş bir ‘TÜRKİYE YAKLAŞIMI veya MODELİ’ uygulanmaz? Cevabı basit: Çünkü yok da ondan. Çünkü TSK küresel bir vizyonu olan entelektüel bir ordu değil.
Acı bir hatıradır. 2012 yılında önemli bir NATO toplantısı için çok yıldızlı generallerimizden biri benden ‘Rusya’nın Ukrayna’da askeri anlamda sahada ne yapmaya çalıştığına dair’ bir ‘ŞEYLER’ hazırlamamı istemişti. Ben de ‘Rusya’nın Ukrayna’da BULANIK Savaşı ‘Opaque Warfare’ ’ başlıklı bir çalışma yaptım ve kendisine sundum. ‘Bulanık Savaş’ kavramı çok hoşuna gitmişti ama hemen sordu ‘Bu kavram NATO’nun veya ABD ordusunun literatüründe geçiyor mu? Sen nereden buldun?’ Ben de interneti taradığımı, sahaya baktığımı sonra da kavramı kendimin bulduğunu izah ettim. ‘Oğlum icat çıkarma şimdi’ dedi ‘Sen literatürde olan kavramları kullan. NATO toplantısı bu. Sıkıntı olmasın.’ Neyse ki ben bu çalışmayı yaptıktan tam 6 ay sonra NATO dökümanlarında Hibrid Savaş (Hybrid Warfare) kavramı dönmeye başladı da TSK kavramsal bir icat çıkarmadan her zaman ‘bir önceki savaş için hazırlanan’ bir konvansiyonel ordu olarak olanı kopyalayıp, kullanmaya başlayarak rahatladı. Yine son dönemde medyada ‘Türkiye NATO’dan çıkmalı mı?’ tartışmalarını takip ediyorum. ‘Çıkmamalı’ diyen görüşün cevabı hazır: ‘Efendim bütün silah sistemlerimiz, iş tutuş tarzlarımız NATO’ya entegre. Çıkamayız.’ Yani materyal nedenler ‘çıkmamalıyız’ görüşünün gerekçesi. Ben de şu görüşü savunuyorum ‘TSK’nın NATO’dan çıkmanın bilişsel bedelini ödeyebilecek ve bağımsız (kendi ayakları üstünde durabilecek) kadar güçlü bir entelektüel sermayesi yok. Yani benim gerekçem materyal değil, entelektüel (bilişsel) nedenler. TSK’nın kendi ‘öz/milli’ iradesi ile gelecekteki bölgesel veya küresel güvenlik ortamını nasıl okuduğunu, tehdit algılamalarını, dönüşüm planlarını ve bu vizyon çerçevesinde kaynak ve tedarik süreçlerini nasıl yöneteceğine dair açık kaynaklarda bana şöyle 70-80 sayfalık SIKI hazırlanmış bir strateji dökümanı bulun ve gösterin. Gerek de yok ne de olsa ‘NATO her şeyi yazıyor ve uygulamamız için bize gönderiyor.’
Şimdi gelelim meselenin en can sıkıcı noktasına...
15 Temmuz sonrası TSK’nın zaten yetersiz entelektüel sermayesi iyice kuruyor.
15 Temmuz öncesinde TSK harp okullarındaki lisans düzeyindeki eğitimini nispeten düzeltebilmiş, ancak yüksek lisans ve doktora düzeyindeki eğitimini tam bir sistematiğe oturtamamış, bu nedenle personelinin yüksek lisans ve doktora düzeyindeki akademik enerjisi oluk oluk dışarıya akan bir kurumdu. Tam da bu nedenle TSK’da örneğin bir komando tugayının değil ama ‘tavuk çiftliklerinin verimliliği’ üzerine yüksek lisans yapmış veya Özel Kuvvetler'in değil ama Bağcılar/İstanbul’daki bir tekstil firmasının kurumsal kültürü hakkında doktorasını yapmış personele rastlardınız. Ama özellikle son 2-3 senedir TSK personelinin yüksek lisans ve doktora düzeyindeki eğitimine de bir kalite gelmeye başlamış, yüksek lisans/doktora düzeyindeki personelin akademik enerjisi TSK’nın kurumsal dönüşümü, kalitesinin, verimliliğinin ve muharebe gücünün artması için, kısaca TSK’nın ‘entelektüel bir ordu’ olması için kullanılmaya başlamıştı. Ama bu olumlu süreç 15 Temmuz’la büyük bir YIKIM yaşadı.
‘FETÖ’nün en büyük ihaneti TSK’nın kurumsal dönüşüm konusundaki istek ve kapasitesini çalmak’ demiştim önceki bir yazımda. Ama 15 Temmuz gecesi FETÖ, benim ‘TSK’nın entelektüel bir ordu olması’ hayalimi de çaldı. Yani kurumsal dönüşüm konusundaki entelektüel sermayesini.
Ağustos başında ‘Bak koçum’ diyor Genelkurmay Başkanlığı'nın önemli bir biriminin başındaki X General karşısındaki albaya ‘Öyle yüksek lisans veya doktoralı istemem. Aman ha kurmay falan da olmasın. Daimi yurt dışı görevi yapmasına da gerek yok. Şöyle düz bir sınıf subayı bulun işte.’ Bu tarifle aranan subay o generale ‘İcra Subaylığı’ yapacak. İcra Subayı ne demek? Bir kurumun veya firmanın genel sekreterliğini düşünün. İcra subayı genel sekreter demek. Kolu kadar beyni de işlemesi gereken pratik, beyninin oksijen geçirgenliği ve kavrama gücü yüksek, analitik düşünebilen, titiz, yabancı dil bilen, araştırmacı, sistem kuran ve çalıştırabilen kişi demek. Ama X Generalin istediği ‘düz bir subay tipi’ ise belki kıtada yani asker başında harikalar yaratabilir ama kritik bir karargahtaki kritik bir ofis görevi için ‘vasat’ bir tercih demek. Derdim Türk Silahlı Kuvvetleri'nin böyle bir zamanda ‘VASATİSTAN’ haline gelmemesi.
TSK’nın 2005-2012 arasında Atabeyler Kumpası ile başlayan Balyoz ve Ergenekon kumpasları ile başlayan ilk travmatik döneminden ‘sivillerden uzak durma’ sendromu kaldı. Bu dönemde kritik bir görevden ayrılan bir generalimizin ayrılış kokteylinde ‘Bana her şey diyebilirler ama sivillerle görüşüyordu diyemezler!’ dediğini hatırlıyorum. Bu ilk travma süreci TSK’nın kurumsal kültüründe ‘sivillere ve sivil olan her şeye mesafeli olma’ travmasına yol açtı. TSK’da pek çok subay bu dönemde şimdilerde FETÖ’nün bilinçli şekilde attığı oklara hedef olmamak için ‘en düşük profilde ve statükonun güvenli sularında arşive sıkı sıkıya bağlı, komutanın sözünden çıkmayacak şekilde ve sivillerle sıfır temas’ ilkeleri ışığında bir habitat yaratmasını tetikledi. Kısaca bu dönemde TSK her atılan okla kendi içine daha da kapandı. FETÖ’nün yarattığı hukuki kıyma makinalarına kaptırdığı emekli ve muvazzaf personelinin haklarını yeteri kadar savunamadı.
15 Temmuz’un TSK’nın kurumsal kültüründe yarattığı travma ise TSK’nın ‘entelektüel/akademik bilgiye’ olan güvenini sarsmasına yol açması ve artık TSK’nın akademik bilgiye biraz şüpheci biraz da komplocu bakmasına neden olması. Kısaca dediğim gibi kendince çok akıllı bir strateji ile 2005-2012 arasında TSK’yı kendi ördüğü kozaya hapsetmeyi başaran FETÖ şimdi de 15 Temmuz’la TSK içinde yeni bir ‘Alaylı-Mektepli’ çatışmasına yol açmış gözüküyor. TSK’da çok üst düzeylerde şu anda kurmaylık sisteminde, akademik gelişim sisteminde biriktirdiği ‘entelektüel sermayeye’ artık şüpheyle bakıyor ki bu bence tehlikeli bir trend.
Özellikle küresel güvenlik ortamının giderek karmaşıklaştığı günümüz dünyasında askerlik mesleği hızla bir sanat olmaktan çıkıp disiplinlerası çalışılması gereken bir akademik alan haline geliyor. Bu değişimi/dönüşümü göremeyen ordular şayet ellerindeki ‘entelektüel sermayeye’ de sahip çıkamazsa çok hızlı bir şekilde bir ‘Vasatistan’a dönüşebiliyorlar. TSK’da yüksek lisansın sıklıkla teşvik edildiği 2000’lerin ortalarında bir komando tugayının komutanı tugayında yüksek lisans yapmak isteyen teğmen/üsteğmen ve yüzbaşıların isimlerini onlara yardımcı olacağı vaadi ile toplamış, sonra da Mayıs ayındaki tayin döneminde ismini veren 20’ye yakın subayını ‘Benim komando tugayımda gözü yüksek lisansta olan kol ve bölük komutanına ihtiyacım yok’ diyerek tayin ettirmişti. Bu komando tugay komutanının birliğinde gözü yabancı dilde veya yüksek lisansta olan ‘entel/dantel’ subay istememesi, bu ‘yumuşakçaların’ yerine ‘savaşçı/tetik çekici’ subayları tercih etmek istemesi bir dereceye kadar makul karşılanabilir. Ama kritik soru: Aynı bakış açısı Genelkurmay Başkanlığı'nın, kuvvet komutanlıklarının ve artık daha da önemlisi Milli Savunma Bakanlığı’nın stratejik koridorlarına da hakim olmalı mı?
Son bir not: 15 Temmuz sonrasında gözümüz sivil siyasi iradenin kurulmasına karar verdiği Milli Savunma Üniversitesi'nin başta rektörü olmak üzere akademik kadrolarında. İşte bu üniversiteye atanan rektörün ve kadroların akademik CV’leri, yayınları ve alanlarındaki ‘uluslararası akademik görünürlükleri’ önümüzdeki yıllarda TSK’nın ulaşabileceği ‘entelektüel çapı’ gösterecek önemli birer gösterge olacak. Umarız önümüzdeki yıllarda entelektüel sermayesi yüksek, küresele kavram, model, yaklaşım ihraç eden, akademik bilgi üretebilen bilişsel donanımı yüksek bir ordumuz olur. Medyada sürekli TSK’nın ‘yerli ve milli’ hüviyeti konusunda yazılıp çiziliyor. Ama ne yazık ki biz TSK’nın kurumsal dönüşümünü hâlâ gazeteci seviyesinde ve 4-5 paragraflık köşe yazıları ile üzerimizde yüzlerce kiloluk ideolojik bagajlarla tartışıyoruz. Yazık... Lütfen unutmayın: TSK’nın kurumsal dönüşümü aslında Türkiye’de devletin dönüşümüdür. Bu nedenle sivil toplum tarafından çok önemsenmeli.