Başlık, Stefan Yerasimos'un ilginç ve önemli kitabının adı. Yapılıp bittiği anda insan emeğinin erişmesi zor bir aşaması olduğu kabul edilen Ayasofya, hakkında çeşitli efsaneler çıkmasına yol açmıştı. Son günlerde yeni bir "efsane türetme" sürecine girmiş gibi. Bakalım nasıl "modern" efsaneler yayılacak.
Bu arada Ayasofya'dan yola çıkarak, İbrahim Kaboğlu, yeni bir kulvar açtı: "Sultanahmet'i de müze yapalım!"
Kaboğlu, belirli bir estetik üstünlük gösteren bütün tarihi binaları "müze" yapabiliriz, demek istiyor ve Sultanahmet'i de bunların arasına koyuyor. O tür estetik özellik gösteren yığınla, bina var dünyada ve birçoğu halen ibadethane. Yani ibadethane olması onun böyle bir özenle bakım görmesine engel değil (hatta tam tersi); ayrıca o dinden olmayan insanların gelip gezmesine, hayran olmasına da engel değil. Onun için çok anlamlı bir öneri değil Kaboğlu'nun önerisi.
Ama bu sözlerin ortaya atıldığı bir somut ortam var. Bu ortamda bazı sorulara aklı başında cevap bulmakta zorlanan AKP, Kaboğlu'nun önerisiyle "hayat buluyor", "İşte bunlar böyledir" diye atağa geçiyor. Böylece "Ayasofya müze olarak kalsın" talebini "yerli ve milli" olmayanların "cami düşmanlığı" kılığına sokmasına elverişli bir zemin yaratıyor.
Bugün ele almak istediğim asıl konu Kaboğlu'nun çok "münasebetsiz" bulduğum önerisi değil; tarihi olguları bugünün değer yargılarıyla tartışmanın münasebetsizliği. Her çağın kendi somut, maddi koşullarının biçimlendirdiği bir mantığı, bir "ethos"u vardır. 1453'te olmuş bir olay üstüne konuşuyoruz. Birileri diyor ki şehir yeni alınmış, bir cami yok, onun için Fatih "Ayasofya'yı cami yapalım" demiştir. Böylece Ayasofya'nın cami olması pratik bir zorunlukla açıklanıyor.
Söz konusu çağda, ondan çok öncelerden başlayarak, yapılan bu iş dünyanın en normal işiydi: Dini sizinkinden farklı birilerinin kentini fethettiniz, ele geçirdiniz. Elbette onların ibadethanesini kendi dininizin ibadethanesine çevirirsiniz. "Kılıç hakkı"dır bu, kimse itiraz etmez. Alternatifi yakıp yıkmaktır (geçen günkü yazımda söylediğim gibi).
Fatih Mehmed o Mayıs günü, "Yahu, bak şehri de aldık, nerede namaz kılsak..." diye bir düşünme süresi geçirmemiştir. Çünkü daha kuşatma filan başlamadan fetih gerçekleşir gerçekleşmez Ayasofya'yı cami yapacağını bilmektedir. Zaten dünyada Ayasofya'yı bilmeyen yoktur.
Ama Fatih Mehmed, bugün "Ayasofya cami olmalıdır" diye kıyamet edenler gibi de düşünmemektedir. Bu farklılığı bir örnekle anlatmaya çalışayım.
Epey oluyor, bir genç arkadaş, adını "Konstantiniye" koyduğu bir dergi yayımlamaya başlamıştı. Birkaç sayı sonra, vali mi, hangi yetkilidir, hatırlamıyorum, derginin bu adla yayımlanmasını yasakladı.
Oysa Osmanlı tarihi boyunca "Konstantiniye" kentin resmi adlarından biri sayılmıştı. Osmanlı'ya göre Konstantin, gavur mavur, ama haşmetli bir imparatordu; dünyada eşi bulunmayan bir kent yaratmıştı. O kent şimdi o Osmanlı'nın payitahtıydı ve bu ancak bir kıvanç meselesi olabilirdi. Onun için "Konstantiniye" adının dolaşımda olması iyi bir şeydi.
Bugünün Türk milliyetçisi ise bu mantığın çok uzağında. Çünkü Karlofça'dan başlayarak, "Bizi burada yaşatmak istemiyorlar" kuşkusu ile yaşamış kuşakların "ahfadıyız". 93 Harbi, Balkan Harbi, Birinci Dünya Harbi sonrası bu kuşkuyu beslemiş, hatta "kuşku" olmaktan çıkarmış. Evet, Türkiye'nin "batı" sınırı şöyle Sarıkamış gibi bir yerde çizilse Lloyd George bundan üzüntü mü duyacaktı? Hayır, çok mutlu olacaktı. Bugün İstanbul'dan (tabii bu da "Yunanca" bir ad ama kim farkında?) "Constantinople" diye söz eden bir "Batılı" "Konstantiniye" diyen bir Osmanlı'nın duyarlığını paylaşıyor mu? Onu paylaşmıyordur, ama böyle öğrenmiştir.
Bir Türk açısından bu duygular sebepsiz şeyler değil, ama artık çağı dolmuş şeyler. "Bu saatten sonra" kimse kimseye "Senin burada ne işin var?" diye soramaz. Ama toplumsal husumetler, korkular, kuşkular kolay kolay uçup gitmiyor.
Korkuların böbürlenmelere dönüşmesi de güzel bir şey değil. "Burası benim kentim. Buraya ben de göz nuru döktüm. Bu estetiği ben yarattım" demeye elbette hakkımız var; "Ben burayı pazu kuvvetimle sizden aldım, burası benim kuvvetimin kanıtı" demeniz yasak değil, ama hoş da değil. Seçim sizin.
Geçen gün bu konuda televizyonda bir paneli izlerken "Zaten bir tek Ayasofya camiye çevrildi" diye bir cümle duyduğumu sanıyorum. Bunun gerçeklikle ilgisi yok. İstanbul'da neredeyse bütün Bizans kiliseleri camiye çevrildi: Pantokrator ve Pantepoptes, yani Zeyrek ve Eski İmaret camileri, Myrelaion yani Bodrum camii, Sergios ke Bakhos yani Küçük Ayasofya camii, Theodosia yani Gül camii en eski kiliselerden Studion Manastırı'nın Ayios İoannis'i, yani İmrahor camii (şimdi harabe), Theotokos yani Kalenderhane camii, Theodoros yani Vefa kilise-camii, Pammakaristos yani Fethiye camii, Konstantinos Lips yani Fenari İsa camii bunların başlıcalarıdır ama hepsi değildir. Galata'da şimdiki Arap camii de eski Katolik kilisesiydi.
Bunları listelemekle Osmanlılar'ın nasıl "zorbalık" ettiğini anlatmıyorum. Bunlar hepsi söylediğim şekilde meşru tasarrufa uygun işlerdir. Çoğu için yerine kilise yapacak başka yer verilmiştir vb.
Tarihin her çağında, tarihin koşullarından ötürü hukuken meşru, ama gene de bazıları için can yakıcı uygulamalar olur. İbadethaneye el koymak son analizde böyle bir olay. Onun için, örneğin, gene Fatih Mehmed, kent teslim olmuşken hâlâ direnen Fener kalesine, o zamanın şövalyelik adabına uygun biçimde bazı ayrıcalıklar tanımıştı. Bunlardan biri de Fener'deki Maria Muhliotissa kilisesinin camiye çevrilmemesi konusunda fermanıdır. Bu kilise ve Aya İrini (bir de Heybeli'de bir kilise) hiç cami olmadılar. Aya İrini olmadı, çünkü saray arazisindeydi ve sarayda cami olmasına gerek görülmemişti. Zaten Akağalar mescidinden başka ibadethane yoktur, o da çalışanlar için yapılmıştır.
Kulak misafiri olduğum programda bir tek Ayasofya'nın camiye çevrildiğini söyleyen (iki kere) ve sonra başka bir nedenle istifa eden AKP'li zat, benim burada yazdığım listeyi inceleyebilir. Orada Kefeli camii, Sinan Paşa Mescidi gibi yapılardan söz etmemiştim, ama onlar da var. Bunlar yalnız İstanbul'da olanlar.
Bu arada MHP'liler Atina'da cami bulamadıklarını söylemişler. Osmanlı egemenliği boyunca Atina köy irisi bir yerdi, fazla bir nüfusu yoktu. Örneğin Selanik'e gittiklerinde açık cami bulabilirler. Atina bugün başkent olduğu için orada gösterişli camiler olup yıkıldığını sanıyorlar herhalde. Bu da tarihteki olguları bugünün bilgileri çerçevesinde ele almanın bir başka örneği.
Tayyip Erdoğan siyasi egemenlikten sonra "Ordular, ilk hedefiniz Kültür'dür, ileri!" emrini vermişti. AKP Tanıtım ve Medya Başkan Yardımcısı da herhalde bu taarruzda önemlice bir yeri olan biri olmalı. Ama yeni bir atasözü çıkarabiliriz bu durumdan: "Emirle kültür olmaz!"
Belli ki Ayasofya efsanelere kaynak olma potansiyelini kaybetmiş değil.