New York Times, Britanya’da Wigan kasabasını anlatıyor. Ülkenin çöken işçi sınıfının küçük çapta kalelerinden biri. İşçiler burada üç kuşaktır işçi. Gerçek ‘proletarya’, ‘Brexit’ için verilen oylar, ülke ortalamasının üstünde, yüzde altmışlarda. Oranın Yeşiller Partisi’nden biri diyor ki “Labour burada sığırı aday gösterse, gider oylarını sığıra verirlerdi.”
Ama şimdi böyle. Labour ‘kalalım’ dedi. Küçük kısık bir sesle. Bunun metazori çıkarılmış bir ses olduğunu mu anladı işçiler (Wigan’da ve her yerde)? Yoksa kesin kararlarını vermişlerdi ve kimseyi dinleyecek halleri yok muydu? Sanırım ‘doğru cevap’ ikincisi.
Geçen gün de yazmıştım: Britanya’da bu Avrupa oylaması klasik sağ-sol ayrımını dikine kesti. Cameron da bu referandum olayını icat ederken partisindeki Avrupa muhaliflerini susturacağı hesabını yapıyordu. Ama onun seçmeni de “Avrupa’ya hayır” dedi.
Bu başlı başına incelenmesi gereken ilginç bir oluşum. Türkiye’nin de AB üyeliği karşısında yoğun şekilde yaşadığı bir bölünme biçimi. Böyle olayların çoğalması yeni dünyada ‘klasik’ dediğimiz konumların da aşındığının işareti olsa gerek.
Labour’ın geleneksel destekçileri Corbyn’ın ‘çıkmayalım’ mırıltısına olumlu cevap verseydi referandum sonucu öbür türlü çıkardı. Cameron kendi seçmenlerini Avrupa’nın ‘hayırlı’ olduğuna ikna edebilirse yüzde 60’ın üstünde ‘kalalım’ oyu olurdu. (Bundan önce -Britanya’da son referandum- ‘girelim mi?’ oylamasında yüzde 66 ‘girelim’ çıkmıştı). Ama böyle olmadı. Peki, ne oldu?
Çıkan sonuç tuhaf ama, Britanya’da şaşkınlık yarattı. ‘Çıkalım’ partisinin çığırtkan öncüleri, art arda sırra kadem bastılar. Tory’ler gene kısık sesle ‘kalalım’ demiş olan May’in başkanlığını kabul edecek gibi görünüyor. May ise kısık ‘kalalım’a rağmen referandum kararını uygulamaya kararlı görünüyor.
Britanya’daki şaşkınlığa karşılık, Britanya’da olanları kendi ülkelerinden seyreden bazı Avrupalılar şaşkın filan değil, bayağı sevinçliler. Bunların başında Marine Le Pen geliyor.
Yukarıda ‘sağ’ ve ‘sol’u ayıran ‘klasik’ sorunlarda bir aşınma olduğunu söylemiştim. Aşınmayan, tersine şimdi ön plana çıkan iki konu var: Birincisi ulusal/uluslararası ayrımı. ‘Uluslararası’ olana karşı takınılan tavır, kimin ‘sağ’, kimin ‘sol’ olduğunun şaşmaz bir ölçütü haline geldi. ‘Ulusalcı’ kalmanın nasıl bir sağcılık olduğunu gören göz görüyor. Yugoslavya erken örnekler vermişti. Paris’in Komünist Parti’ye oy veren varoşları, Partin v.b aynı yoldan gitti. Şimdi Britanya işçi sınıfının tam da yeni örneklerinden.
İkinci ölçüt, "anti-entelektüalizm." Bu da son yıllarda ön plana taşındı ve Britanya oylamasında o da var. Bir, Avrupa Birliği’nin şuna buna karar veren ‘uzmanları’ olarak çıkıyor karşımıza. Wigan’daki işçi de, Paris’te Marine Le Pen de, hakkımızda karar veren ‘uzman’dan şikâyetçi. ‘Çıkalım’ demiş bir İngiliz işçi, “Bu kadar uzaktan birinin vereceği kararlara uymak bana ters geldi” diyor. "Uzak" dediği yer Brüksel. Kendisi bir zamanların "üzerinde güneş batmayan imparatorluğu"ndan bugüne kalan ülkenin yurttaşı. Güneş batmayan o memlekette kararlar yakında mı veriliyordu?
Ama nefeslerin iyice kısaldığı bugünkü dünyada asıl sorun "uzman". Tabii "aydın uzmanlar"ın yürüttüğü bu düzeni (AB’yi) savunan ve "burada kalalım. Sakın ha ‘çıkalım’ demeyin" diye yayın yapan "aydınlar" da var hesapta. Bunların hepsi "lüzumsuz adamlar". Fransa'da Marine le Pen, Polonya’da Beata Szydlo, Macaristan’da Viktor Orban mutlular. Avusturya’da Norbert Hofer kazanamadı ama bu sonuçtan mutlu olmuştur. Donald Trump’ın mutlu olduğunu kendi ağzından biliyoruz.
"Aydın"lara yönelen faşizan tavrı eleştirirken Avrupa Birliği’nin de kusursuz olduğu inancında değilim. Özellikle de "eurocracy’ hakkında herkes gibi benim de söyleyeceğim çok şey var. Ama bütün bunlar sonunda gelip nereye dayanıyor?
Britanya Birmingham’da bir sorun çıksa, onu çözecek bir yerel yetkili bulunur. Bulunamadı ya da bir nedenle olumlu sonuç alınamadıysa Parlamento var v.b. Ama Birmingham’da bir sorunun ucu AB düzenlemesine dayanıyorsa yerel yetkili yok, yerel yetkili Brüksel’de. Ama Parlamento da yok, çünkü Avrupa Parlamentosu’na somut politikaları belirleme yetkisi tanınmamış. Seçimdi, şuydu buydu, hepsi tamam, hepsi çok demokratik ama yetki verilmemiş. Neden? Çünkü AB’yi meydana getiren "ulus-devletler" böyle yetkili bir parlamento istemiyor. Ama bu "ulus-devletler" zaten herhangi bir merkezi otorite istemiyor. Onun için de ortada Avrupa Birliği adında bir Birlik var, ama bu neyin Birliği’yse "siyasi" bir birlik değil.
O zaman, ortada bir "konsey" kalıyor, bir de bürokrat ya da bürokrat ordusu. Çünkü her şeye rağmen bir AB ve onun bir yığın işi var. Bilmem ne ilacına bilmem ne maddesi ne kadar konacak, kaç santim hamsi tutulacak, yığınla iş… Ulusal "temsilciler" bunları onaylıyor. Bunlar yürürlüğe giriyor. Birlik kendi içinde yolsuzluğu önlemek üzere tedbir üzerine tedbir alarak bürokrasiyi iyice arttırıyor. Yerelliği gitgide boğuyor v.b., v.b.
Evet, "üzerinde güneş batmayan imparatorluk"ta yerellik daha iyi gözetilebiliyordu sanırım.
Yani son analizde "ulusalcılık" temeline dayanan yasaklarla işleyişi engelledikten sonra “Yahu, bu makine işlemiyor” diye feryat ediyorlar. Hayatından zaten hoşnutsuz olan kitleler de bir "kabahatli" bulmuş olmanın rahatlığıyla “Hep AB yapıyor” diye söyleniyorlar.
Ama şimdi Britanya ayrıldı ya da bir yolunu bulup kaldı, AB ayağını bir şeye, bir yere taktı. Bu referandum Avrupa’ya “Ben ne yapıyorum?” sorusunu ya da “Ben ne yapamıyorum?” sorusunu sordurmalı. Ardında da ‘neden?’ ardından da “öyleyse…”
Avrupa Birliği dağılacak diye sevinenler var. Bunlar tabii bizim burada da eksik değil. Tayyip Erdoğan, Avrupa düşmanı söylemini günden güne yükseltirken "danışman"ları da "Avrupa batıyor" müjdesi vermekte.
Ama Avrupa Birliği batmamalı, dağılmamalı. Avrupa Birliği geleceğin dünyasının nasıl bir yer olabileceği hakkında bir tüyo veriyor. Hem de lafını kısa kesiyor. Onun dağılması, yakın gelecekte farklı bir dünya düşünmenin ya da düşlemenin gereksiz bir hayal olduğu anlamına gelecektir. Bu da, bütün Orban’ların, Heider’lerin, Putin’lerin ve Erdoğan’ların ekmeğine yağ sürecektir.
Britanya’nın referandumu, Avrupa Birliği’ne kendine çeki düzen verme gereğini hatırlatabilirse, bütün olumsuzluğuna rağmen, olumlu bir işe yaramış olacaktır.