Yeni çıkan kararname son derece tehlikeli! Geçmişe dönük yüzü kötü; geleceğe dönük yüzü ise asıl tehlikeli yanı.
15 Temmuz’da darbe girişimine karşı sokağa çıkanların meşru bir eylemde bulunduklarını hiç tartışmadım. Yaptıkları şey, yapılması gereken şeydi. Ama buradan ilerleyerek yapılmaması gereken şeyler yapanların olduğu da, iktidarın sansürlerinin arasından geçebildiği kadar geçip kulağımıza geliyordu. Bu kararname, onların (olay olup bittikten sonra, intikam olarak) işlediklerini yok sayıyor ve aklıyor. Bu, “geçmişe dönük” dediğim yanı. Ama asıl sorun, bundan sonra da yapılacak buna benzer davranışların “suç” olmaktan çıkarılması.
“Terör eylemi” gibi kavramlara yer verilmiş. İktidar şimdiye kadar bu kavramın içini birkaç kere boşalttı, anlamsız bir hale getirdi. Şimdiki durumda iktidar bir şeye “terör” diyor, o şey terör oluyor. Nazlı Ilıcak da, Ali Bulaç da, Altan Kardeşler de, Osman Kavala da ve daha niceleri, hepsi terörist olabiliyor. Hele Cumhurbaşkanı “terör” ya da “terörist” demişse, buna itiraz etme imkânı yok. Ederse gene kendi eder. Büyükada’da polisin bastığı insanlar için de aynı şeyleri söylemişti.
Yani, “kendinden menkul” görevler icat edip sokaklara dökülüp onu bunu kesecek, doğrayacak adamlar hakkında, “Bunlar iyi adamlar, teröristleri öldürdüler, gerekeni yaptılar; vatanseverlik madalyası ile ödüllendirilmeliler” demek, iktidar için son derece kolay. Şimdiye kadar bunun benzerlerini kaç kere yaptılar.
Bunlar yeterince vahim şeyler. Sakim bir gidişin alametleri. Çiller’in “kurşun atanlar, kurşun yiyenler” edebiyatının AKP versiyonu. O lafın önüne bir “Bizim için…” ekledikten sonra, onu benimsemeyecek çok kişi, çok siyaset yok zaten.
Ve aynı mantık. Yasal çerçeve Türk sağına dar geliyor. Ortada bir suç varsa (hele suç “terör”se) bununla devlet uğraşır ve devlet başa çıkar. Devlet böyle durumlarda, “Ey vatandaşlar! Vurun kahpelere!” diye çağrıda bulunmaz.
Bu şekilde devletin kolluk güçlerinin yanına bir de “gönüllü” birlikleri katmak, paralel bir devlet durmak anlamına gelir. Aslında TCK’nın 146. Maddesi’nde yapılana benzer bir iş yapılmaktadır. Buna, “Anayasa’yı KHK yoluyla tağyir etmek” diyebiliriz. Çünkü getirdiği şey son derece ciddidir. İktidar, devletin resmi güvenlik güçlerinden bağımsız olarak, devlete değil kendine bağlı yeni bir örgüt kuruyor. Buna bir “ordu” demek de, bir “polis gücü” demek de zor. Bu, sözlükte olmayan bir kavram. Herhangi bir medeni toplumun sözlüğünde olmayan bir kavram.
Yeni olduğu söylenemez. Gezi olayları sırasında varlıkları ima edilmişti. O zaman zorlukla evlerinde tutuluyorlardı. Sonra bir iki bireysel olayda onlar ve benzerleri “haber” düzeyine çıktı. Derken mahut temmuz gününde örgütlü ve talimli olarak göründüler. Böylece, de facto olmakta olan şey, şimdi bir yasal teminat altına alınıyor. İktidarın, “Bu terördür” diyeceği herhangi bir durumda fiziksel müdahalede bulunmaları yasal teminat altına alınıyor.
Popülizmin günümüzde aldığı şekillerde liberal-demokratik düzenin kurumlarının berhava edilesi önemli yer tutuyor. Bu KHK da kendi "adalet"ini kendi sağlayan, böyle saçma sapan sorgularla, yagılarla, yani "hukuk"la vakit kaybetmeyen bir toplum modeli getiriyor. "Bizden olmayan düşmanımızdır" ve tabii "Mike Hammer toplumu": "Kanun benim."
Bu saydıklarım, bu “buzdağı”nın gözle görülebilen kısmı.