Sabah saatlerinde neredeyse omuz omuza yürünen Hisar-Bebek arası bomboş. Yanımdan geçen bir elin parmaklarını geçmeyen sayıdaki kişinin de ağzında ya maske var ya bir atkıyla ağzını-burnunu kapatmış. Yaz-kış sabah-akşam denize olta sallayanların sayısında da ciddi bir azalma var. Yakından tanıdığım ya da sadece göz aşinalığım olan isimlerle aramızda 1 metrelik mesafeyi refleks olarak koruduğumuzu ve birkaç saniye hariç sohbet etmediğimizi fark ediyorum. Yoldan tek tük araç geçiyor. Üniversite yıllarımdan beri hemen her gün gittiğim kahvenin camlarına siyah poşetler konmuş, bahçesindeki tüm sandalyeler içeri istif edilmiş. Boşluktaki bir taşın üstüne oturuyorum. Hüzünleniyorum bir sigara içeceğim. Elimi cebime atıyorum. Sigara var ama çakmağı unutmuşum. Etrafıma bakıyorum hemen ilerideki otoparkta çalışanlar geliyor aklıma. Sonra vazgeçiyorum. Ateş için onlara yaklaşacak olmanın ya da çakmaklarını alıp yakıp geri verecek olmanın onlara 'ayıp' olabileceğini düşünüyorum. Pek çoğumuz gibi 'virüs bulaşırsa' hissi-endişesi kadar 'ya bende virüs var ve o insanlara bulaştırırsam' fikri beni caydırıyor. Kısa bir süre önce oğlumla oturduğumuz masa da yerinde yok. İçim burkuluyor. Yurtdışında bir üniversitede ders veren oğlum ne yazık ki bir süre memlekete dönemeyecek. Annem 73 yaşında. Ona gitmekten de korkuyorum. Ya virüsüm varsa? En son 2 gün önce gitmiştim, kız kardeşim ona kalmaya gidecek, o daha az sokakta olduğu için daha emniyetli bulundu. Ben bir süre sonra onunla kendi evimde kalacağım. Ofisteki arkadaşların hemen hepsi evden çalışıyor. Yayın için arada uğrayacağım. Zorunluluk gereği ofiste yayının yapılması için 'gelebilir misiniz' dediklerimden utanıyorum.
Evde fazladan alınmış bir şey yok. Biliyorum pek çok ülkede raflar boşaldı. Türkiye'de de kimi yerlerde. Ama evde biriktirmek başkasının hakkından çalmak gibi geliyor. Hep uğradığım markete geçiyorum. Birkaç kişi var ama sipariş için uzun süre bekliyorum. Çünkü önümdekiler o kadar çok şey satın alıyorlar-almışlar ki. Kimseyi ayıplamıyorum-kınamıyorum. Sadece durumdan endişe ediyorum. Marketteki arkadaşlar 'bir kaç ürünle çıkmama' şaşırıyor. "Sokağa çıkma yasağı söylentisi var biliyorsunuz değil mi?" diye soruyorlar. "Olabilir ama söylentiyi boş verin. Resmi açıklamaları bekleyin" diyorum.
Ev bir yokuşun üzerinde. Yoldan geçen taksiye el sallıyorum. Duruyor. "Yakın mesafe ama" diye söze giriyorum "gel abi iş mi var" diye gülüyor. Bir devlet hastanesinin yakınındaki taksi durağındanmış. O hastaneden sevk alanlar ya da hastaneden eve gidenleri götürüyormuş. Hastanedeki kimi doktorların maskesiz görev yaptığını söylüyor. Bir de o devlet hastanesinin yakınındaki taksi durağında çalıştığı için genelde hastaları taşıyormuş. "Arabayı nasıl dezenfekte ediyorsun?" diye soruyorum. "Akşamları kolonyalı mendille koltukları siliyorum" diyor. İki kere Taksiciler Odası araç içini dezenfekte etmiş ama sonradan bırakmışlar. (Devlet Hastanesi'nin adını yazmadım. Resmî bir yetkili ararsa hangi hastane olduğunu söyleyebilirim.)
Eve geliyorum. Üstümü çıkartıp, elbiseleri havalanması için balkona koyuyorum. Ellerimi tarif edildiği şekilde yıkayıp, kolonyalayıp bir de bağışıklık sistemini güçlendirici ilaç alıyorum. Hangisi ne kadar yarar bilmiyorum ama Sağlık Bakanlığı'nın duyurularına uymaya çalışıyorum. Taksicinin sözleri aklımda. Bir devlet hastanesinde çalışan 'profesör' bir kaynağı arıyorum. Ne yazık ki 'doktorların başta maske-gözlük' eksiklikleri olduğunu doğruluyor. Hasta rakamları ve yaygınlık konusunda da bilgiler veriyor ama onları yazmıyorum. Gece gündüz çalışan ve bilgi veren Sağlık Bakanı Fahrettin Koca'nın çabalarına toplumun geneli gibi profesör kaynak da saygı duyuyor. Ancak doğruları yaparken ortaya çıkan sorunlardan da bahsediyor:
- Okulların kapatılması doğru idi. Ancak İstanbul dışından gelen öğrencilerin bir anda otogar-havaalanlarına yığılması potansiyel virüslüler ile sağlıklı olanları bir araya getirdi.
- Diyanet İşleri Başkanlığı'nın namazların camilere gelmeden kılınması çağrısı doğru idi. Ancak geçen haftaki Cuma namazı virüs salgınına rağmen risk gruplarının da yoğun olduğu ortamda kılındı.
- Umreden ya da yurtdışından dönenlerin karantinaya alınması doğru idi. Ancak yansıyan görüntüler çok sayıda insanın birbirleriyle temas halinde olduğunu gösteriyor. Belli etmeden yürüyen bu hastalıkta testleri yapılmadan yan yana olmaları riskti.
- Özellikle karantina ile ilgili daha önceden hazırlıksız olunduğu ortada. Yurtların sabaha karşı boşaltılmasından anlıyoruz bunu. Virüs hızlı yayılıyor ama ülkelerin bu konularda acil eylem planları olması lazım. Anlaşıldığı kadarıyla Türkiye'nin böyle bir planı yokmuş, kararlar olayları izliyor keşke olaylar daha önceden alınmış kararlar ve hareket planı çerçevesinde olsa. Doktor kaynağın söyledikleri böyle…
Dünyayı, zengin-fakir, ünlü-ünsüz, politikacı-sokaktaki insan ayırmadan ele geçiren bu salgın rejimleri de sallayacak. Yarının kısa bir tarihi: Homo Deus kitabının yazarı Yuval Noah Harari CNN International ve BBC'ye verdiği söyleşilerde iki noktanın altını çizdi: Salgın totaliter rejimleri güçlendirebilir, Avrupa Birliği dağılabilir. Daha uzun bir şekliyle önce AB için söyledikleri: (Çeviri Medyascope'tan alınmıştır.)
Bu salgının özellikle son yıllarda global anlamda büyük destek kaybı yaşayan Avrupa Birliği (AB) için bir test olduğunu söyleyebiliriz. AB'ye üye ülkelerin tekrar birlikte hareket ederek İtalya'yı destekleme şansları var. Bunu yaparlarsa yalnızca kendi vatandaşlarını korumakla kalmayacaklar, aynı zamanda AB gibi bir sistemin birtakım değerler dahilinde var oluşunu sürdürdüğünü de herkese gösterecekler. Eğer bunu yapmazlarsa, virüs yalnızca Avrupa'daki insanların bireysel hayatlarını değil aynı zamanda AB'yi de parçalayacak.
Harari kriz sonrası totalirizmin güçleneceği tezini ise 'artan-artacak gözetim' ile açıklıyor:
Bu konudaki en kritik şey güven sorunu. İnsanlar hükümetlere ve medyaya güvenerek birlikte hareket edebilecekler mi bu çok önemli çünkü bu tip bir güven, son yıllarda global anlamda oldukça aşındı. Daha uzun vadeli olan başka bir unsur da gözetim. Şu anki salgındaki tehditlerden biri, gözetim konusundaki ekstrem ölçütlerin haklı gösterilebilecek olması. Özellikle de biyometrik gözetim kapsamında olanların. Ortadaki acil durum ve gelecek muhtemel vaka tehditlerini önlemek sebebiyle bu tarz bir gözetim anlayışı şart koşuluyor ve insanların biyometrik sinyalleri düzenli olarak gözetim altında tutuluyor. Bu acil durum hali sona erdiğinde, bu geniş kapsamlı gözetimlerden elde edilen veriler halihazırda depolanmış olacak ve bu da yakın zamanda ekstra totaliter rejimlerin ortaya çıkmalarına sebep olabilir. Şu anda gözetim hali ve gizlilik kavramları arasındaki büyük bir soruna tanıklık ediyoruz. Bu durum, gelecekte gizlilik ve sağlık arasında büyük bir savaşı da beraberinde getirebilir. İnsanlar, yakın zamanda 'salgın hastalıklardan korunma' adı altında bütün gizliliklerini yitirebilir. Bu konuda da teknoloji oldukça etkili olabilir çünkü bugün teknoloji sayesinde bütün potansiyel hastalıkları keşfedebiliyoruz ve aynı zamanda bu hastalıklardan etkilenen insanların kim olduklarını ve aktif bir şekilde ne yaptıklarını görebiliyoruz. Fakat bu tip bir gözetim sistemi, gelecekte insanların ne düşündüklerini ve ne hissettiklerini görmeye çalışan totaliter rejim unsurlarının da hızlı bir şekilde gelişmesine sebebiyet verebilir.
Harari bu tezi savunuyor ama şu an yaşanan durumun 'yeni özgürlükçü arayışları tetikleyebileceğini' düşünenler de var. Bu isimlere Türkiye'den bir örnek Osman Ulagay. Haftalık Gazete'de yazdığı yazıda 'virüs salgını aslında herkese bu dünya böyle gitmez mesajını veriyor' dedikten sonra ekliyor:
"Dijital devrimin içine doğan kuşaklar kendi rüyalarının ancak farklı bir anlayışla yönetilen bir dünyada gerçekleşebileceğini görmeye başladı. Bu anlayışı iktidara taşımanın yollarını arıyor şimdi bu gençler. İklim değişikliği sorununa gereken önemin verilmesi, sürdürülebilirlik kavramının içselleştirilmesi, taşınamaz boyutlara tırmanan eşitsizliği doğuran koşulların değiştirilmesi küresel gündemin ilk başında yer alacak."
Bir yandan oturdukları koltuktan kalkmak istemeyen, kendilerini mutlak güç olarak gören ama son salgında da görüldüğü gibi çaresiz kalıveren popülist liderler. Bunları Batı'dan Doğu'ya her kıtada, ülkede görmek mümkün. Öte yandan sınırlara takılmadan, bir arada, dayanışarak, daha eşit şartlarda yaşamak isteyen geniş kitleler. Bir yandan kimi zaman silahı, çoğu zaman dini kullanarak ülkesinde ve dünyada rejimini sürdürmek-yaymak için politika üretenler. Öte yandan her inanca, görüşe saygı duyarak, hiç kimsenin inancına karışmadan dünyanın ayakta durabilmesi için 'bilimi-eşitliği-yaşam hakkını-özgürlüğü' savunanlar. Virüsten kurtulup yaşarsak dünyanın mutlaka değişeceğini ve şansın ikinci gruptakilerden yana olacağını göreceğiz.