Reel sosyalizmin çöktüğü 1980'li yılların sonunda F. Fukuyama adlı bir sosyal bilimci yayımladığı bir çalışmasında şu belirlemelerde bulunmuştu:
"Son on yılda meydana gelen olaylara bakıp da dünya tarihinde bir şeyler olduğunu söylememek imkânsız gibi. Geçtiğimiz yıl içerisinde "Soğuk Savaş"ın sonu gelirken, barış dünyanın birçok bölgesinde görülmeye başlamıştır… Şu anda tanık olduğumuz sadece soğuk savaşın sonu veya savaş sonrası tarihin kısmen geçen bir dönemi değil, fakat tarihin sonudur: o da şudur, insanlığın ideolojik evriminin son noktası ve insanın yönetiminin son bir şekli olarak Batı liberal demokrasisinin evrenselleştirilmesidir."(1)
Yazar, Sovyetler Birliği'nin çöküşüyle birlikte, liberal Batı demokrasisinin (kapitalizmin) insanlığın sürdürülmesini sağlayacak tek sistem olduğunu ileri sürüyordu.
Ona göre, insanlık artık soğuk savaş dahi yaşamayacaktı çünkü kapitalizm insanlığın gelip gelebileceği en ileri aşamaydı. Sosyalizmin çöküşü onun kapitalizmden daha iyi bir sistem olmadığını ve ona rakip de olamayacağını gösteriyordu. Bu yüzden de insanların, kapitalizmin aşırılıklarını giderip, onu daha iyi yaşanabilir bir düzen haline getirmekten başka çareleri yoktu.
Benzer bir görüşü Stiglitz, Milanoviç ve Piketty gibi bazı Keynesyen/ sosyal demokrat iktisatçılar da sahiplerdi.
Örneğin Dünya Bankası eski baş ekonomisti Stiglitz'e göre asıl sorun kapitalizmin kendi değil, küreselleşmenin de etkisiyle onun uğradığı değişimdir. Dolayısıyla da kapitalizmi karşısına alacak radikal çözümlere değil, onu ehlileştirecek reformlara ihtiyaç var. Şu ana kadar iki yol denendi ve başarısız kaldı: Aşırı sağ-milliyetçi otoriterlik (Trump vb), neo-liberalizme insan yüzü yapıştıran sahte bir Merkez Sol Reformizm (Clinton, Blair). Denenmesi gereken yol ise "İlerici Sol Yaklaşım" ya da "İlerici Kapitalizm"dir. (2)
Yine Dünya Bankası eski baş ekonomistlerinden Milanoviç ise, "Sadece Kapitalizm" adlı son kitabında, 1980'li yıllarda başlayan neo-liberal dönemin küresel çapta asıl kazananının orta sınıflar olduğunu ileri sürüyor. Ona göre bu gelişme sınıf mücadelesini esas alan sosyalizmin sonsuza kadar gündemden kalkacağı anlamına geliyor. Kapitalizm tek sürdürülebilir sistemdir, ancak onu daha etkin ve adil kılacak reformlar gereklidir. Bu amaçla kamusal hizmetlere yönelik kamusal harcamalar artırılmalı, zenginlerden, özellikle de servet ve mülk zenginlerinden daha fazla vergi alınmalıdır. Yani eşitsizlik azaltılarak kapitalizm iyileştirilmelidir.(3)
Son olarak, 2014 yılında kitabı yayımlandığında başta sosyal demokratlar olmak üzere çeşitli kesimler tarafından çok ilgi gören Piketty'e göre; kapitalist ekonomilerdeki servet eşitsizliği çok ciddi boyutlardadır ve toplumsal huzursuzluklara neden olacak ölçüde artma eğilimindedir. Bu eğilim kapitalizmin temel çelişkisidir. Bu nedenle de servet vergisi ve artan oranlı gelir vergisi başta olmak üzere yeniden bölüştürücü önlemler alınmalıdır, aksi halde kapitalizmin çöküşü kaçınılmazdır. (4)
Özetle, sosyalizmi bir kenara bırakın, kapitalizm sonrası bir toplum ufkuna dahi sahip bulunmayan bu yazarlara göre, sorun kapitalizmin kendinde değil, onun neo-liberalizm aşamasında almış olduğu biçimdedir.
Yani neo-liberalizmden kurtulup, örneğin düzenlemeci devlet müdahaleleriyle ehlileştirilmiş bir kapitalizme geri dönüş yapılırsa (bir miktar yeniden bölüştürücü harcama ve vergi politikası desteğiyle) kapitalizmi pek ala yaşanılır bir sistem haline getirmek mümkündür (tıpkı Türkiye'de, güçlendirilmiş parlamenter rejime geri dönüşün kapitalizmin neden olduğu sorunları ortadan kaldırmaya yeterli olabileceği inancı gibi).
Yazarların bu fikirleri Covid-19 salgını sonrasındaki dünya gerçeği karşısında ne ölçüde değişti bilemiyoruz ama onların kapitalizmin temel çelişkisinin emek ile sermaye arasındaki çelişki olduğunu görmezden geldikleri ya da göremedikleri çok açık.
Oysa emek-sermaye çelişkisi hâlâ sistemdeki sosyal sınıflar arasındaki kavganın en önemli sürükleyicisi konumunda. Öyle ki burjuva sınıfı ve onun emrindeki ulus devletler gelir ve servet eşitsizliklerinin bugün geldiği boyutların farkında olsalar da, emekten yana yeniden bölüştürücü politikalar uygulamak istemiyorlar.
Çünkü hem onları buna zorlayan güçlü bir işçi sınıf hareketi yok, hem de hala diğer başka çözümleri mevcut. Bu çözümlerin başında ise yeni sömürgeci amaçlar için fiziki olarak ulusal sınırların ötesine taşmak, yeni savaşlar çıkartmak geliyor.
Kapitalizmin sonsuzluğu (!) konusunda asıl çarpıcı sözleri sarf eden ise Şili diktatörü faşist Pinochet'in de bir zamanlar ekonomi danışmanlığını yapmış olan ünlü sağcı iktisatçı M. Friedman oldu.
Friedman, "Altın Kemerler Çatışma Önleme Teorisi" olarak adlandırdığı bir teori çerçevesinde, ulusların artık birbirlerine karşı savaşmalarına neden olan çıkar karşıtlıklarının, dolayısıyla da savaşma nedenlerinin ve arzularının kalmadığını savundu.
Ona göre, örneğin uluslararası hazır gıda zinciri Mac Donalds'ın faaliyette olduğu iki ülke birbiriyle kavga etmezdi. Bu örnekten hareketle Friedman uluslararası sermayenin (dolayısıyla da küreselleşmiş kapitalizmin) birleştirici olduğunu ileri sürdü (gerçi onun bu sözlerinin yayınlanmasından bir yıl sonra, 1999'da, Yugoslavya'nın bizzat NATO orduları tarafından bombalanarak işgal edilip parçalanması bu savı çürüttü). (5)
Tüm bu deneyimlerden öğrenmemiz gereken şudur:
Ukrayna'daki savaş bize; dünyanın karmaşıklığını, kültürel ve tarihsel bagajının ise oldukça büyük olduğunu ve tek tip bir sistemin sonunda herkes tarafından benimseneceği fikrinin sonuçları kanlı bir yanılsama olduğunu ve barış içinde bir arada yaşayabilmek için farklılıklarımızı kabul etmemiz gerektiğini göstermektedir.
Kapitalizmin neden olduğu küresel eşitsizlikler, derin yoksulluk ve açlık, küresel ısınma ve iklim yıkımı, göçler ve mültecilik (Ukrayna savaşının ardından Avrupa'ya bir haftada 1 milyondan fazla Ukraynalı sığındı) , otoriterleşme sorunları gibi, savaşlar da apaçık ortada. Suriye'deki savaş hala sürerken, Ukrayna'da yeni bir savaşın başlaması bu gerçeğin somut kanıtı.
İşin aslı küresel sermaye ve onun ardındaki tekçi ulus devletler doğaları gereği birleştirici olmaktan ziyade parçalayıcı, bölücüdür. Bunun en son örneğini Ukrayna topraklarında gerçekleşen savaş ve bu savaşın ilerde ABD/NATO ile Çin/Rusya arasında yol açabileceği yeni bir Soğuk Savaş ve bir kez daha iki kutuplu dünya olasılığı oluşturuyor.
IMF verilerinden hazırlanan alttaki görsele göre, Ukrayna'nın 4'üncü en büyük ticaret ortağı şu anda savaştığı Rusya. İki ülkenin dış ticaret hacmi yılda 7,2 milyar dolar (hemen ardından 4,8 milyar dolar ile Türkiye geliyor). (6)
Hem Rusya'da hem de Ukrayna'da sayısız Mac Donalds şubesi olduğu aşikâr. Kaldı ki iki ülke arasında ciddi düzeyde bir ticaret işbirliği de (ithalat ve ihracat) mevcut. Ancak ülkelerin kapitalistleri arasındaki bu alış veriş Rusya'nın Ukrayna'yı işgal etmesine engel olamadı.
Ayrıca Ukrayna doğal kaynaklar, özellikle de mineraller açısından çok zengin bir ülke. Öyle ki dünyada 30 milyar ton ile en fazla demir cevherine sahip ülke (dünyadaki üretimin beşte biri bu ülkede yapılıyor) ve Avrupa'da en fazla doğal gaz rezervine sahip ikinci ülke konumunda. Keza ciddi bir uranyum, çelik, amonyak üreticisi ve ABD'nin yüzde 88 oranında ithal ettiği titanyumun önemli bir tedarikçisi. Dünyanın en büyük beşinci buğday ihracatçısı ve en büyük ayçiçeği ve kolza tohumu yağı ihracatçısı. (7)
Bunlar; hammadde, enerji, mineraller ve zorunlu gıda üzerindeki kıtlığın, kapitalist rekabetin ve kavganın sürdüğü ve gelecekte daha da artmasının beklendiği günümüzde, bu ülkenin sadece Rusya'nın değil, ABD ve AB emperyalizminin de iştahını kabartmasının nedenlerinden bazılarını oluşturuyor. Özellikle de AB emperyalizminin Ukrayna konusundaki hassasiyetini biraz da bu rasyonalitede aramakta yarar var.
Sermayenin sözde birleştiriciliği, ülkelerin sermaye gruplarının çıkarları çatışmaya ve ulus devletler birbirine saldırmaya başlayınca sona eriyor ve bunu savaşla yok etmek ve halkları birbirine kırdırmak ve bölmek aşaması izliyor.
Kapitalizm iki ülkeyi, hem Ukrayna, hem de Rus askerlerini bu savaşta öldürmek ve her iki ülke halkını aç bırakmak ve doğasını katletmek gibi ortak sonuçlarda birleştiriyor.
Savaşsız ve sömürüsüz bir dünya inşa etmenin önündeki en büyük engel kapitalizm ve onun en saldırgan hâli emperyalizmdir. Bu ikisi ortadan kaldırılmadığı, yerine tüm dünya işçi sınıfı ve emekçi halklarının enternasyonalizmi kurulmadığı sürece savaşlardan ve onların neden olduğu yıkım ve felaketlerden kaçınabilmek mümkün değil.