Sevgili Hakan, Herhalde bir halkı tanımanın en önemli boyutlarından biri de, onun örflerini, âdetlerini, gelenek ve göreneklerini bilmek ve anlayabilmek. Bu açıdan Türkiye’de yaşayan binlerce yabancının işi pek kolay sayılmaz. Çünkü çok farklı ve değişik toplulukları barındıran ve hem zaman, hem de mekân olarak çok hızlı bir değişim süreci yaşayan Türkiye’de, ülkenin bütünü için geçerliliğini koruyan örf, âdet, gelenek ve göreneklerden söz etmek zor. Yaşlıların, “bizim zamanımızda...” diye anlatmaya başladıkları ve “nerde o günler (nerde o âdetler, vs.) ...” diye, artık geçerli olmadığını vurguladıkları tavır ve tutumlar, bazı değerlerin artık unutulmaya yüz tutmasından, uygulan(a)mamasından kaynaklanıyor. Örneğin, bir zamanlar, ailenin işlerini “aile reisi” olan erkek yürütürdü, şimdi artık kadın da “aile reisi”; taşıt araçlarında, küçükler büyüklere yer verirlerdi, artık “küçük”, “büyük” kalmamış durumda; kadınlar, cenazenin peşine takılıp kabristana kadar gitmezlerdi, artık gitmek ne demek, cenaze namazında saf bile tutuyorlar; eskiden ailenin rızası olmadan evlenilmezdi, ama bugün “biz evlendik” diye haber verenler de eksik değil; ailenin yaşlıları, ölünceye kadar çocuklarının ya da yakın akrabalarının yanında yaşarlardı, artık ya bakıcı aranıyor ya da huzurevi; geçmişin olmazsa olmaz alışkanlığı olan “bayram ziyaretleri” bile umursanmıyor şimdi, herkes “bayram tatili”nden yararlanıp bir yerlere kaçma derdinde... Türkiye’de değişiklikten en çok yararlananların, ama en çok da zarar görenlerin kadınlar olduğunu söylemek bence yanıltıcı olmayacaktır. Kadınlar kamusal/toplumsal yaşama daha çok katılıyor; ama bu nedenle de, “sokağa çıktı”, “yemeği zamanında hazırlamadı”, “bir erkekle konuştu”, “ailenin seçtiğiyle evlenmek istemedi” vb. gerekçelerle, başına “töre” ve “namus” sözcükleri getirilen cinayet ve fiziksel saldırı haberleri yazılı ve görsel basından eksik olmuyor. * * * Diğer yandan, eskiden beri etkileri tartışmasız bazı konular da var. Karşılama ve uğurlamalar; yemek ve sofra düzenleri; çocukluktan ergenliğe, genç kızlığa, erkekliğe geçiş ile ilgili kutlama ve kutsamalar; kız isteme, nişanlılık ve evlenme usülleri; cinsiyetler, yaş grupları, meslek mensupları arasındaki ilişkilerin biçimleri; selamlaşma, hatır sorma sırasında uyulması gereken kurallar; bayramlar, mevsimler, önemli günler ile ilgili davranış biçimleri; “yas tutma”, “baş sağlığı dileme” gibi durumlarda söylenecek sözler, takınılacak tavırlar ve tutumlar… Örneğin, Türkiye’de, erkekler için “askerlik” hayatın önemli bir dönüm noktası sayılıyor. Askerliğini yapmayana, “kız verilmez”, hatta kimi yerde “erkekten bile sayılmaz” deniyor. Birçok yörede, askerlik çağına gelen delikanlının, askere gideceği günden önce bir süre gezip eğlenmesine izin veriliyor. Asker adayı, son hafta içinde akraba, komşu ve dostlarını geziyor, onlarla vedalaşıyor, “askere gidiyorum, hakkınızı helal edin” diyor. Arkadaşları da, davul zurna eşliğinde şenlikler yaparak onu eğlendiriyorlar. Askere gidiş günü, tüm adaylar, Türk bayrakları altında, davul zurna eşliğinde, arkadaşlarının ellerinde havaya atılarak yolcu ediliyor; bu uğurlamalarda silah sıkıldığı da oluyor. Türkiye’ye gelen yabancılar, eğer “askere gitme” dönemlerine denk gelirlerse, tren garlarında, otobüs garajlarında bu tür “yolcu etme” olaylarına rastlayıp askere gideceklerin arkadaşlarının, büyük bir coşkuyla “en büyük asker, bizim asker” diye bağırmalarına şaşkınlıkla tanık oluyorlar. Karayoluyla yapılan yolculuklarda, önde giden aracın arka camında veya kamyon kasasında, “o şimdi asker” diyen yazıları görmek de ilginç oluyor. Özel önem verilen “asker mektupları” da geleneğin bir parçası. Ve “asker fotoğrafları”. Galiba Türkiye’de bu tür şeylere, birçok başka ülkeyle kıyaslanmayacak kadar fazla önem veriliyor. Delikanlı, askerliğini bitirip de evine dönünce, akrabalar, komşular, dostlar, asker ailesinin evine “gözün aydın” kutlamasına gidiyorlar. Böylece o yeni bir yaşama geçmiş, “erkeklik” yolunda önemli bir engeli aşmış oluyor; kız da alabiliyor, iş de bulabiliyor. Tabii eğer şansı yaver giderse... * * * Burada özel önem verilen bir başka gelenek de, erkek çocuklarının sünnet edilmesi. Her ne kadar, “sünnet”in kaynağı Tevrat olsa da, erkek çocukların, buluğ çağına girmeden sünnet edilmeleri, tüm İslam ülkelerinde dinsel bir gereklilik olarak kabul ediliyor. Anadolu'da genellikle çocuğun 3, 5, 7 gibi tek yaşlarda sünnet edilmesine özen gösteriliyor. Çoğunlukla ilkbaharda, okullar tatil olunca ya da sonbaharda, okulların açılmasına yakın yapılıyor. Hali vakti yerinde olanlar için, sünnet giysileri, şenlikler, hediyeler, fayton ya da at gezileri, sünnet düğünleri ile tam bir bayram bu. “Maşallah” yazılı kırmızı parlak şeritlerle, “oldu da bitti maşallah” sözleriyle, çalgılarla ve yastığın altına konan hediye ve paralarla, unutulmaz bir kutlama. Sünnet konusunu kapatırken yıllar önce, yanılmıyorsam Dr. Erdal Atabek tarafından ileri sürülen, “erkek çocuklarının sünnet düğünü var, kız çocukları da ilk kez adet gördüklerinde bayram gibi kutlansın” önerisini hatırlatmak istiyorum. * * * Anadolu folklorundaki geleneklerden biri de, önem verilen geçiş dönemi sayılan “loğusalık”la ilgili. Loğusalık dönemindeki kadınların, kırk gün boyunca yataktan pek kalkmamaları ve dışarı çıkmamaları öngörülüyor. Bu dönemde akraba, komşu ve dostların süt, yoğurt, sütlaç gibi hediyelerle ziyarete gitmesi adetten sayılıyor. Anne ile bebek, loğusalığın kırkıncı gününde birlikte yıkanıyorlar, ancak ondan sonra sokağa çıkabiliyorlar. “Loğusa yatağı”, süsleri, baş ucunda işlemeli bir kap içinde asılı Kur’an, gelen konuklara karanfil, tarçın, şekerci boyası ve şekerle yapılan bir içecek olan “loğusa şerbeti” sunulması, çocuk erkekse sürahinin boğazına, kızsa kapağına kırmızı tülbent bağlanması gibi epeyce ayrıntıları var bu geleneğin. Ama özellikle kentlerde bugün kim bunları ne kadar uyguluyor, söylemek zor. Bir yabancı olarak benim Türkiye ve gelenekleri ile tanışmamda en ürkütücü ögelerden biri başlık parası oldu. Gençlerin birbirini özgürce seçememesi, ailenin karar vermesi, para, altın ve benzeri malların değiş tokuş yapılması gibi konular, belki büyük kentlerde yaşayan Türkler’in çoğu için bile garipsenen ya da artık pek bilinmeyen şeyler. Yabancılar için ha keza… Başlık parası (para veya hayvan, süs eşyası vs.), evlenecek erkeğin ya da akrabalarının kız babasına ya da akrabalarına verdiği hediye gibi görünse de, özünde meta olarak değerlendirilen kızın fiyatı olarak algılanıyor. Bu da oldukça üzücü doğrusu. Bu konularda yazacak çok şey var. Daha birçok gelenek, âdet, özellikle de Türk erkeğinin ve Türk kadınının nitelikleri, sıklıkla benimsedikleri tavırlar ve dış görünüş biçimleri (erkeklerde bıyık, kadınlarda bazı aksesuarlar gibi), yaşama ve zaman geçirme tarz ve alışkanlıkları (örneğin, televizyon bağımlılığı, okumayı fazla sevmeme gibi) ve daha pek çok nokta. Ama biz burada durup kendi noktamızı koyalım. Sevgiyle kal. Nataşa