Geçtiğimiz ay gazeteci Amed Dicle’nin 2005-2015 Türkiye-PKK görüşmelerine ilişkin kitabı Mezopotamya Yayınları tarafından yayınlandı. Kitap bu 10 yıl içerisinde Türkiye devleti ve PKK arasında yapılan görüşmeleri belgeleriyle birlikte anlatıyor. 2008-2011 yılları arasında devam eden Oslo görüşmelerinin mutabakat metinlerini de bu kitapla ilk defa okuma şansı elde ediyoruz.
Bu 10 yıl boyunca, perde arkasında PKK ile görüşülür ve PKK yönetimi çeşitli aracılar aracılığıyla ateşkese ikna edilmeye çalışılırken, perdenin görünen yüzünde ise PKK tarafından yapılan ateşkeslere her seferinde devletin saldırı ya da tutuklamalarla cevap verdiğini görüyoruz.
Bu süreçte Türkiye ve PKK’yi bir araya getirmek için farklı aracı kurumların çabalarına da tanık oluyoruz. Cenevre merkezli aracı kurumun vasıtasıyla Türkiye devletinin temsilcileri ve PKK temsilcileri bir araya geliyorlar. Henüz Oslo’nun ilk hazırlık görüşmesinde, Cenevre’de bir araya gelen Türk ve Kürt heyetine, Türk heyeti başkanı Ayla Hanım (daha sonradan bu kişinin dönemin MİT Müsteşar yardımcısı Afet Güneş olduğunu öğreniyoruz), aracı kurumun temsilcileri odadan çıkar çıkmaz, mail adreslerini Kürt heyetinden katılımcılar Remzi Kartal ve Zübeyir Aydar’a vererek “aracısız görüşelim, bunları devreden çıkaralım” dediğini okuyoruz.
Yazar, Kandil’den Oslo’ya yapılan yolculukları tüm detayları ile anlatıyor. Oslo görüşmelerinde, devletin Öcalan’ı süreç dışına itmeye çalıştığını, PKK’nin bunu asla kabul etmeyeceğini bildirmesi üzerine, sürece Öcalan’ı da katmak zorunda kaldıkları da kitapta vurgulanıyor. Öcalan’ın görüşmelerde yer alacağı kabul edilince ancak, PKK heyeti Oslo görüşmelerine doğrudan katılmayı benimsiyor.
Süreç şöyle işliyor: Süreç başlamadan önce Öcalan süreç hakkında bilgilendiriliyor. Oslo görüşmelerine aracılık yapan heyetten biri görüşmelerden önce İmralı adasına giderek Öcalan ile görüşüyor. Aracı avukat kimliğiyle gidiyor. Tüm Oslo görüşmeleri önce Öcalan sonra PKK ile yapılıyor. 11 toplantı şeklinde yapılan bu görüşmelere Öcalan’ın gönderdiği yaklaşık 15 mektubun orijinali devlet arşivlerinde, birer kopyaları ise PKK ve aracı kurumun arşivlerinde tutuluyor.
Görüşmelerin detaylarını inceleyince, görüşmeler boyunca Türk tarafının ateşkes, PKK’nin güçlerini Türkiye’den çekmesi ve kalıcı bir barış yerine günü kurtarmaya yoğunlaştıkları görülüyor. Kitabın yazarı Amed Dicle, tüm bu süreci “çözüm süreci” değil, “çözüme operasyon” süreci olarak değerlendiriyor:
“Görüştüğüm 20 kişi ve okuduğum yüzlerce belgeden edindiğim izlenim şu: Eğer bu görüşmeler olmasaydı, belki bugün daha iyi gelişmeler yaşanıyor olacaktı. Görüşmeler çözümü değil çözümsüzlüğü derinleştirdi. Çözüm zemini olmadan çözüm varmış gibi yapılmış ve sonuçları ağır olmuştur. İçerde ve dışarıda çözüm kendini dayattıkça AKP “çözüm istiyormuş” gibi yapmış ve hemen ardından savaşa başlamıştır. Tüm barış çabalarını, kendi çıkarları için araçsallaştırmaktan çekinmemiştir. Bu nedenle, yaşanan süreçlere “çözüm süreci” değil, “çözüme operasyon” süreçleri demek daha doğru olacaktır.”
Velhasıl sık sık duyuyoruz ya “çözümün kıyısından döndük” laflarını, görünen o ki biz o kıyıya hiç yaklaşmamışız!
Son 5 yılda Demokratik Gelişim Enstitüsü’nün düzenlediği çalışma programları vasıtasıyla defalarca İrlanda’ya gitme şansı buldum. Bu çalışma seyahatlerinden, görüştüğümüz kişilerden sadece Kuzey İrlanda barış süreci değil, genel olarak barış süreçlerine ilişkin çok şey öğrendim. Öğrendiğim önemli şeylerden biri de bu süreçlerde karşılıklı olarak güvenin tesis edilmesin ne kadar önemli olduğuydu. Sürece güvenmeyebilirsiniz, ama en azından “bir süreç olduğuna” güvenmek gerekiyor. Amed Dicle’nin kitabını okuyunca “bir sürecin aslında hiç olmadığı” hissiyatına kapıldım. Ve açıkçası “çözüm süreci” yıllarını düşünüyorum da, kendimi oldukça naif de buldum. Süreç daha iyi işlesin diye Bölgede yaşanan aksaklıkları, sürece balta vurabilecek gelişmeleri gün be gün duyurmaya çalıştığımız yıllardı. Bunları dile getirince, Bölgede bazı çevreler tarafından “süreci baltalamaya çalışmakla” suçlanıyorduk.
Geçmiş hep kötü deneyimlerle dolu. Ama yine de çözümden başka bir yol da yok. Sabırla kalıcı bir barışta ısrar etmek gerekiyor. Barış meselesine kendisini adayan ve sadece İrlanda değil Ukrayna’dan İran’a, Kore’ye kadar dünyada barışa katkı sunmak için çalışan İrlanda’nın eski Başbakanı Bertie Ahern, 3 yıl önce Dublin’deki görüşmemizde şöyle diyordu:
“Sabır önemli, her şey bir gecede bitmeyecek. Diyalogun ucunu açık bırakmak, gemiyi yüzdürmek gerekiyor, insanlar bazen kısa vadede iyi şeyler görmek istiyorlar, sabırsızlık sizi hiçbir yere götürmüyor. En kötü dönemlerde bile, çözüme sürekli olarak katkıda bulunmaya devam etmelisiniz.”
İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şubesi’nin geçen hafta açıklanan raporuna göre son 2 yılda ölen insanların sayısı neredeyse 3000’e ulaşıyor. Tam da bu nedenle, geçmiş deneyimler ne kadar kötü olursa olsun, çözüm arayışlarına her zaman bir şans vermek gerekiyor.