Demokrasi: Siyasal denetimin doğrudan doğruya halkın, ya da düzenli aralıklarla seçtiği temsilcilerin elinde bulunduğu, toplumsal ve ekonomik durumları ne olursa olsun tüm yurttaşların...
Demokrasi: Siyasal denetimin doğrudan doğruya halkın, ya da düzenli aralıklarla seçtiği temsilcilerin elinde bulunduğu, toplumsal ve ekonomik durumları ne olursa olsun tüm yurttaşların eşit sayıldığı bir toplumsal örgütlenme biçimi olarak tarif edilmektedir. Bireyin devlet ile olan ilişkisindeki katılımcılığının artması anlamında ayrımsız tüm farklı ideolojik yapılanmaların kavramı bir üst şemsiye kavram olarak görmesi gerekir. Kur'an Şura 38'de istişarenin kurumsallaşmasını emreder. Şura yöneticilerin yönetme yetkisini halktan almasıdır. İslami bir yönetimde de yönetenler beşer olacağı için onların siyasal katılımcılıktan uzaklaşmasını ve diktatörleşmesini önleyebileceği için demokrasi kavramının kullanımından rahatsız olunmaması gerekir.
Demokrasi kavramı üzerine duran Ali Bulaç "Dört halife (çahar yar-ı güzin) ve beşincisi Abdülaziz örneği, liberal demokrasilerin desteğindeki ulusal ve küresel kapitalizmin derin krizlere ve adaletsizliklere sebebiyet verdiği bir dünyada İslam’ın sadece teorik hükümleriyle değil, somut tarihsel pratikle de bir çözüm olduğunu gösteriyor." diyor. Zaten mesele burada bir yıldız gibi parlayan ve muhtemelen söndürülen bu gibi adil halifeleri niye başta tutamadığımızdadır. Ömer bin Abdülaziz adaletli uygulamalarıyla aslında islami görünümle maskelenmiş farklı inançlara, mezheplere saygıda kusuru, cihadın talana dönüşmesini bitiriyor, köleciliği bitiren İslami ruhu pratize ediyor, cizye alınamayacağı endişesi ile gayrı müslimlerin hidayetinin engellenmesine karşı çıkıyor ve ekonomi politikaları ile yoksuluğu bitiriyordu böylece donuklaşmış ve zulmün hakim olacağı bir topluma sebebiyet verecek uygulamaları iptal ediyor ve Emevi'cilerin tepkisini çekiyordu.
Ömer bin Abdülaziz'i çok haklı olarak öven Bulaç asıl mesele olan niye bir daha Ömer bin Abdülaziz gibi bir yöneticiyi islam toplumunun işbaşına getiremediğini sorgulamalıdır. Kutsanmış geleneğe sert müdahalesi ile bilinen bu aziz kişinin benzerinin çıkartılamaması, Ömer bin Abdülaziz'in ideallerinin toplum tarafından yeterince sahiplenilmediğini gösterir. Beş halife ile avunmak yerine çağdaş örnek uygulamaları niye yapamadığımızı ve nasıl yapabileceğimizi sorgulasak daha iyi yol alabiliriz. 5 haifenin 3'ü öldürülmüştü ve çok sakin bir dönem yaşanmamıştı. Asıl önemlisi de örnek almada motamot yöntem yerine çağa çığır açıcı yeni cevapları vermeyi kriter almalıyız. İslam dünyasında gerçek anlamda demokrasi olsa şikayet edilen küresel kapitalizme devletlerin boyun eğmesi kolay olmaz. Zorla boyun eğseler bile halk yönetimleri zorlar.
Liberal demokrasilerin sayıca azınlık olanlara karşı olan olumsuz pratiklerini İslam'ın azınlıklarla ilgili teorik anlayışıyla kıyaslamak hakkaniyetli bir yaklaşım değildir. Karşılıklı olarak pratikleri kıyaslamak gerekir. Azınlıkların veya inanç gruplarının bildiği gibi farklılıklarını yaşamalarının önünde islami uygulamalarda bir engel yoksa demokrasiyle İslam'ı kutuplaştırma gayretlerinin yeri nedir? Her din ve inanç grubunun istediği gibi yaşamasına imkan verecek islami bir uygulamanın var olduğunu söylemek kolay değildir. Eleştirilenler ile benzer pratikleri yaşayan İslam dünyası için müslüman alimler ve yöneticiler tarafından genel kabul görmüş ilkelerin varlığı ispatlanmalıdır.Teori ile teoriyi pratik ile pratiği karşılaştırmak bilimsel çalışma yapmanın ahlaki gereğidir.
Ali Bulaç'ın bahsettiği "hiçbir din, mezhep ve etnik grup ulus devletin tek-tipleştirici kimliği olarak kullanılmayacak, ama hitap ettiği alandaki din, mezhep ve etnik grupları şemsiyesi altında toplayabilecek bir üst referansı" pratik anlamda gerçekleştireni tüm dünya görmek ister. Ama işte sorun burada. Müslüman aydınlar bu konuda yeterli teorik çalışmaları yapmadığı için pratikte bu ideale kavuşmak kolay olmuyor. Hali hazırda dindar müslümanların çoğu farklı ırka karşı milliyetçi, farklı mezhebe karşı kendi bildiğini dinleştiren bir topluluk olmaktan kurtulamıyor. Aydınlarımız kendinden memnun ve dışa karşı ön yargılı olan bu anlayışı düzeltmek için cesur yaklaşımlarda pek az bulunuyor. Pratikte bu üst referans idealine maalesef rastlayamayışımız iddialı uygulayıcıların teorik idealden uzak veya ona muhalif olmasından kaynaklanıyor aslında.
Bulaç "Liberal demokrasiler azınlıkların haklarını gasp ediyor, İslami uygulamalar bunu yapmaz" diyor. Bulaç "İslam’ın siyasi ve hukuki düzeydeki hakemliği, gayrimüslimlerin adalet zemininde siyasal topluma katılımını, kendilerini ifade etmelerini ve toplumsal genel faydadan kattıkları değer oranında pay almalarını sağlamaktadır." diyor. Mesele zaten bu uygulamaların müslüman yöneticiler ve halk tarafından benimsenme yetersizliğidir. İslami uygulamalar üzerine akletmek islamı protestanlaştırmak değildir. Olsa olsa düşüncenin zenginleşmesi ve alternatif yöntemlerin artması ve herkes tarafından bilinmesi demektir. İslam toplumunun tüm dünyaya örnek olmasını sağlaması demektir.
"Herkesin kendisi kalarak, başkalarının tahakkümü altına girmeye zorlanmayarak, kamu kaynaklarından (bürokratik, politik ve maddi-ekonomik) kattığı değer oranında yararlanarak var olabildiği bir model adil çoğulculuğu sağlar." diyen Bulaç bunu gerçekleştirmenin aslında ideolojiyi, mezhebi, partiyi, grubu tabulaştırmadan bilgi edinme, düşünme ve akletme sürecini işletmek olduğunu önemsemelidir. Azınlıkların eşit yurttaş olması, onların istemediği değil, farklılıklarını yaşamak için hasretle istedikleri bir rüyadır. Bunu tek tipleştirme olarak suçlamak anlam kaydırmacasıdır.
Bulaç İslam'ın teori ve pratiğinin karşılaştırılmasında bireylerin hatasına sığınırken liberal demokrasilerin kıyasında teori ve pratiğin ayrılmazlığından bahsediyor. Bilimsel yaklaşımlarda kıyaslama ahlakında teori ve pratik karşılaştırmalarında şahsi değerlendirmelerimize göre kıyaslar yaparsak ciddiliğimiz ve samimiyetimiz sorgulanır.