Suriye bir şeylere gebe
Eylül ayı başlarında bir yazımda, “İdlib bir şeylere gebe, daha doğrusu, İdlib öne çıkartılarak Suriye’de bir şeyler pişiriliyor” demiştim. Son bir ay zarfında öne çıkan gelişmeleri hatırlayalım.
Suriye’nin uluslararası camiaya dönme çabalarında Esad yönetimi açısından olumlu gelişmeler yaşanıyor.
Lübnan’ın enerji sorunu, Mısır’dan çıkıp, Ürdün ve Suriye üzerinden aktarılacak gazla çözülecek. ABD’nin istisna tanıyarak Sezar Yasası'nı işletmeyeceği anlaşılıyor.
Ürdün ile Suriye arasındaki sınır kapısı tam olarak açıldı, uçak seferleri başlatıldı. Mısır Dışişleri Bakanı üyeliği Kasım 2010’da askıya alınan Suriye’nin Arap Ligi’ne dönüşü için çalışacağını söyledi. Buna BAE de destek veriyor ama bazı üyelerin, en azından şimdilik, itirazlarının sürdüğü anlaşılıyor.
ABD Dışişleri Bakanlığı'ndan bir yetkili, ABD’nin Esad yönetimiyle ilişkileri normalleştirme veya geliştirme niyeti bulunmadığını, başka ülkeleri de bu yönde teşvik etmediklerini söyledi. Ama Sezar Yasası’nda istisnalar yapmaktan geri durmadığı gibi, kendi adım atmasa da bölge ülkelerinden atanlara da mani olmayacak gibi duruyor.
Moskova’daki Putin-Esad görüşmesinde, ayrıca Rus Dışişleri Bakanı tarafından Moskova’da ve New York’ta yapılan basın toplantılarında Suriye’deki yabancı askeri güçlerin (yani Türkiye ve ABD) çekilmeleri çağrısında bulunuldu.
Sahada da hareketlilik yaşandı. İdlib’de kimin ipinin ucunda oynadığı belli olmayan örgütün (Ebu Bekir Sıddık’ın Yardımcıları) üstlendiği saldırıda üç askerimiz şehit oldu. Cerablus’ta bombalı saldırı yapıldı. Rejim ve Rus savaş uçakları İdlib’e yönelik hava bombardımanlarını yoğunlaştırdılar.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın alışılmışın aksine çok dar bir heyetle gittiği Soçi’de, ikili ilişkilere tabi konular (ekonomi, enerji, savunma) ile başta Suriye olmak üzere bölgesel konuların (Libya, Azerbaycan, Afganistan) bir pazarlık paketi oluşturduğu anlaşılıyor.
İki lider de toplantı sonrasında, kendi üsluplarıyla, her zaman anlaşamıyoruz ama sonunda bir mutabakata varabiliyoruz dediler. Ertesi gün de basında, bir Türk yetkilinin iki liderin İdlib’de “status quo”yu korumak konusunda anlaştıklarını söylediği, Kremlin’den bir yetkilinin de, iki liderin Suriye konusundaki önceki mutabakatlara uymayı taahhüt ettiklerini açıkladığı bildirildi.
Açıklamaların satır arası ve gelişmeler; pazarlığın Suriye bölümünde, Esad yönetimiyle görüşülmesi ve Esad’ın kontrolü dışındaki bölgelere dair “yeni düzenlemeler” konusunda genel mutabakat sağlandığına, iki ülke yetkililerinin yakın zamanda bir araya gelerek bu genel mutabakat çerçevesinin içini dolduracaklarına ve uygulamaya geçileceğine işaret ediyor sanki.
Şimdi önemli olan, uygulayıcıların, liderlerin ne üzerinde mutabakat sağladıkları konusunda anlaşabilmeleridir…
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye ile Rusya arasında önümüzdeki dönemde yapılabilecek işbirliği bağlamında nükleer santral, enerji hatları, uçak motoru, uzay, denizaltı konularını zikretti. Bunlar domates alışverişi veya turizmin ötesinde ciddi stratejik konular.
Sanki Batı’dan umudu kesmişiz, geleceğimizin stratejik ortağı olarak Rusya üzerinde karar kılmışız havası doğuyor. Roma ve belki Glasgow toplantıları marjında yapılacağı açıklanan görüşmeler öncesinde ABD’ye ve Batı’ya yapılan uyarılar olarak da görülebilir.
Türkiye’nin başta Suriye olmak üzere birçok konuda Rusya’yla işbirliği gereği bulunduğu doğrudur. Öte yandan, Rusya’nın dostlukta da temkinle yaklaşılması gereken bir ülke olduğunu, NATO, ABD ve Batı’yla ilişkileri iyi olan bir Türkiye’nin Rusya karşısında elinin daha güçlü olacağını da söylemek gerekir.
Türkiye ile Rusya arasındaki temel bir görüş ayrılığı terör gruplarının tanımıdır. Geçmiş mutabakatlarda “Ilımlı muhalifler” ile “BMGK 2254 sayılı kararında zikredilenler” (IŞİD, El Kaide ve iltisaklılar) ayırımı vardı. 2254’e tabi olanların her daim vurulması caiz olmakla birlikte, normal şartlarda, ılımlı muhaliflere dokunulmayacaktı. Ancak Rusya ve Rejim ayırım yapmadan hepsini vurmaya devam etti.
Diğer görüş ayrılığı da, PYD/YPG üzerinde. Bunlar Türkiye’den bakınca terör örgütleri, ama Rusya için değiller. Esasen Rusya PKK’yı da terör örgütü olarak tanımıyor. YPG ile Rusya arasında hem sahada, hem Moskova ziyaretlerinde sık temaslar yapılıyor.
Rusya, Türkiye’nin İdlib’de terör örgütleriyle mücadele yapmadığını ileri sürüyor, Türkiye de Rusya’nın YPG’nin belli bölgelerden çekilmesi ve silahlardan arındırılması sözünü yerine getirmediği görüşünde.
Bu arada son dönemde YPG veya SDG’nin “diplomasi” alandaki hareketliliğine değinmek gerekir. ABD Merkez Kuvvetleri (CENTCOM) komutanı ve ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı'yla Suriye’nin kuzeyinde yapılan görüşmeler, SDG heyetlerinin Moskova ve Vaşington ziyaretleri, Danimarka ve diğer bazı Avrupa başkentlerinde yaptıkları bildirilen görüşmeler bu bağlamda öne çıkıyor.
Vaşington’a giden heyetin başındaki İlham Ahmed, “Washington Institute” isimli düşünce kuruluşunda yaptığı konuşmada Esad Yönetimine ve Türkiye’ye kendine göre diyalog çağrıları yaptı. Bu çağrılar bazı ülkelerin (ABD, Rusya) telkiniyle olmuştur diye düşünüyorum. Türkiye’nin bu çağrılara nasıl yanıt vereceğini zaman gösterecek.
Bu noktada şu çok önemli hususu gözden kaçırmayalım. Biden ile Putin geçtiğimiz Haziran ayı ortasında Cenevre’de bir araya geldiklerinde Suriye’yi ağırlıklı olarak ele aldılar. Sonrasında da, en sonuncusu Eylül ayında olmak üzere, ABD Ulusal Güvenlik Konseyi Orta Doğu Koordinatörü McGurk ile Putin’in Özel Temsilcisi Lavrentiev, yani sahadaki uygulamaların koordinatörleri biraraya geldiler. Yani, ABD ve Rusya Suriye konusunda gayet irtibatlı ve koordineliler.
İdlib’de kalıcı nihai çözüm vakti geldi denmesinin sebebi bence, “konjonktürün müsait olması” ve belki esas olarak, “şartların mecbur etmesi”. Kısaca bakalım:
- Askeri açıdan sahadaki mevcut durum sürdürülebilir değil, çok riskli. Dar bir alanda çok sayıda devlet ve devlet dışı aktör, çok sayıda silah ve silahlı insan, çatışan çıkarlar ve öncelikler var. Her an, her yerde ve herkes arasında olay çıkabilir.
- Rusya ve İran’ın desteklediği Esad koltuğunu korudu ve ülkenin önemli bir bölümünü geri aldı ama yamalı bohça gibi. Esad’ın kendi kontrolü altındaki bölgeler bile kırılgan. Dara’da yeniden patlak veren çatışmalar Rusya’nın girişimleriyle zor sonlandırıldı. Deir Ez Zor bölgesinde IŞİD’in faaliyetleri, İran ve Hizbullah’ın konumlanmaları, (Tanf’da) ABD mevcudiyeti, SDG kontrolü ve İsrail’in hava saldırılarına maruz bir ortam var. SDG ülkenin yüzde 25-30’una hakim. İdlib ve harekat bölgelerinde de durum malum.
-ABD’nin Afganistan senaryosunu tekrarlayarak çekilmesi ihtimali Suriye’de ve bölgede devlet ve devlet dışı aktörlerin bir kısmında endişe, bir kısmında sevinç yarattı. Her halükarda herkes kendine göre tedbir amaçlı bazı hamleler yaptı.- Uluslararası camianın öncelikleri değişti. Yeni bir sığınmacı akını ve yeni terör saldırıları olmadığı sürece Suriye’de ne olduğu, kimin yönettiği daha az önemli gibi duruyor. Uluslararası camianın önceliği pandemi ve ekonomi.- Türkiye’de ise Suriye meselesinin uzayıp gitmesinin siyasi, güvenlik, ekonomik ve sosyal maliyeti ağır olmaya başladı. Özellikle sığınmacılar boyutu iç siyasetin gündemine oturdu. Oy kazandıran veya kaybettiren bir konu halini aldı. 2023’te, belki daha erken, seçim olacak. AKP’nin kan kaybettiği görülüyor. Ekonomide gidişat hiç iyi değil. Dış politikada birçok zorluk bulunmakta. AKP hükümeti Suriye meselesinin gündemden çıkmasını, en azından, ülkenin başına açılan sorunlar listesinden çıkartılıp çözülen meseleler listesine dahil edilecek hale sokulmasını istiyor.
- Bir seçenek Esad’ın savaşın kazananı olduğunu kabul etmek ve amasız, şartsız Esad yönetimiyle ilişki kurup, yan yana yaşamaya devam etmek. Bu alternatifte Esad gücü tamamen elinde tutarak, ülkeyi demir yumrukla yönetmeye devam edecek. (Muhalifleri yok sayan bu hal tarzı ileride ülkede yine patlamalara yol açma riskini taşıyor).- Diğer alternatif, kalıcı bir barış için kapsayıcı çözüm bulunmasına çalışılmasıdır. Bunun parametreleri de BMGK 2254’de bellidir. (Toprak bütünlüğünün korunması, yeni anayasa, adil ve serbest seçimler, BM gözetimi ve denetimi, sığınmacıların can kaygısı taşımadan evlerine dönebilmeleri).
Suriye’de, yurtdışındaki mültecilerin dönüşünden silahlı gruplara, ekonomik kalkınmadan, yeniden imara kadar çözümlenmesi gereken ve yine ihtilaflara yol açabilecek hassasiyette pek çok zor konu var. Eksik veya aceleyle atılacak adımlar yarın daha da büyük patlamalara ve sorunlara yol açabilecektir.Suriye’deki krizin kalıcı bir şekilde sona ermesini arzu eden bazı ülkelerin, halkına karşı kimyasal silah kullanmış ve ülkedeki yıkımın başlıca sorumlularından olan Esad’ı muhatap almak zorunda kalmanın ikilemi içinde olduğu görülmekte.Türkiye genel olarak dış politikasında, özelde de Suriye krizinde, popülizme kapılmanın ve ölçüyü kaçırmanın, ayrıca bazı hallerdeki savrulmaların ve sürüklenişlerin olumsuz sonuçlarıyla yüzleşiyor.Nihai tahlilde, Esad’ın sicilinin ve Suriye’de kalıcı bir çözümün BMGK 2254 sayılı kararlarındaki parametreler temelinde sağlanabileceğinin unutulmaması kaydıyla, 911 kilometre sınır paylaştığımız bir ülkedeki yönetimle, gerekli düzeylerde temaslar kurulması yarar sağlayacaktır.
*1960 doğumlu Ömer Önhon, Türkiye'nin son Şam büyükelçisidir. Kingston Üniversitesi'nden mezun olduktan sonra Kasım 1985’te Dışişleri Bakanlığı'na girdi. Yurtdışında sırasıyla Riyad Büyükelçiliği, AGİT Daimi Temsilciliği, NATO Daimi Temsilciliği ve Şam Büyükelçiliği'ndeki görevlerinden sonra, New York’ta başkonsolosluk, Şam ve Madrid’de büyükelçilik yaptı. Nisan 2021’de Dışişleri Bakanlığı'ndan emekli oldu.