İnsanın dünyaya bakışını oluşturan, coğrafi, fiziki şartlar ve psiko-sosyal veri kümelerinden zamanla damıtılagelmiş sözler vardır. Yağmurda bedenlerimizin ıslanışı gibi ruhlarımıza damlarlar. Yılların bilgeliğiyle, hayatın içindeki pek çok alana dair çeşitli tanımlamaların, önermelerin, mümkün olan en kısa ifadeyle ve fonetik bir ahenk içinde birkaç kelimeye sığdırılabilmiş hallerine aforizma, özdeyiş, özlü söz diyoruz. Bugün sınırları içinde yer aldığımız, bilgeliğin yerküredeki ilk yurtlarından olan Doğu ve Orta Doğu da, dünyanın en büyük aforizma üreticilerindendir. İçlerinden cılız ışıkların sızdığı, gerçekliğin kapı aralıkları gibi önümüze açılırlar bu özlü sözler. O kapının arkasından bir türkü duyulur, bir şarkı işitilir ve gerçeği fısıldıyormuş gibi kulak kesilerek dinlenir.
Boldur bizde, ganidir aforizmalar. En bilgece sözler, bulgurlu, baharatlı sıra gecelerinde, bir yer sofrası etrafında taze soğanların, çiğköftelerin, ayranların arasında şarkı, türkü kılığında dolanırlar. Sazlı sözlü eğlence meclislerinden arabesk şarkılara, rap'ten sanat müziğine, en kederli en eğlenceli, en umutsuz en kararlı, en karamsar en ümitli felsefi önermeleri, güle ağlaya dinler, söyleriz.
Hayatımızın içindedirler, soframıza dek girmişlerdir; insanlığın düşünce evreninde üretilen, varlığa, yaşama dair sıkı sözler, ayranla, bulgurla katık edilir bizde. Bağdaş kurup oturarak sofrada dizili bakır ayran kupalarına baka baka, "Bilmez insan kadrini, âlemde insan olmayan" dizelerini dinleyip söylerken, yaşama dair müthiş bir farkındalık alanı açılıvermektedir.
Peki ya şuna ne demeli: "Aşkınla anladım var olduğumu"... Form olarak arabesk bir kalıbın içinde yer alıyor olsa da derin anlam katmanlarının iç içe geçtiği, sanki canlı, hayat sahibi bir varlık gibi durur, hatta durmaz, koşar gider bu dört kelime. Bilim, varlığın, evrenin bir başlangıcı olduğunu ve dolayısıyla da bir sonu olması gerektiğini söyler ama bu fanilik ve sonluluğa, "Vay dünya dünya, yalansın dünya" dinleniyorken daha çok inanılır. Hayata dair en rafine çıkarımları, kıymanın, salçanın, isotun birbirine karıştığı yer sofralarında, meyhane masalarında, dost meclislerinde işitir ve hemen ikna oluruz. Nasıl olmayalım ki; bir yer sofrasının etrafına dizilmiş onlarca kişi, kendilerinden emin bir şekilde gülümsemekte ve mutluluk içinde aynı şeyi söylemektedirler: "Tükendi nakd-i ömrüm, dilde sermaye bir ah kaldı."
Hüznüyle eğlenebilmeyi bilmek… Bu toprakların en büyük hüneri bu. Derdini sevmek, kederinde neşelenmek. Dertlerin yiyip bitirdiği sevinçlerimizi yine kederlenerek arama ve hayata tam da koptuğu, inceldiği yerlerden yeniden bağlanabilme ısrarcılığı… Tüm arzular, hevesler, kafiyelerin ardına gizlenir ve öyle bir cümbüş koparılır ki, felek n'eylerse eylesin, her şeye rağmen yaşamaktan duyulan sevinç, şarkı olur türkü olur, bir ritm çılgınlığıyla çarpılır dünyanın suratına. Türküleri, şarkıları sillesi ağır feleği önemsememe, ona yenilmeme iradesi olarak dinlediğimizde, Anadolu topraklarının yaşam denen bu yıpratıcı gerçekliğe beste beste, güfte güfte meydan okuyuşunu açıkça görürüz. Bu hoyrat düzende varlığın manası da çokça aşkta aranır, ona sığınılır, ondan medet umulur: "Sen yoksan zamanım belli değil mekânım yok", "Yaşanmadan çözülmeyen sır benim", "Sevmek bil ki doğmaktır yeni baştan" denir.
Aşka ve hayata dair en baba aforizmalardan biri ise Müslüm Baba'dan gelir: "Aşk tesadüfleri sever, kader ayrılıkları."
Umutsuzluğa da bestelenmiş özlü sözlerle düşülür yurdumuzda; "Dünyada tükenmez murat var imiş, ne alanı gördüm ne murat gördüm."
Ümitler de yine şarkılara, türkülere söyletilir: "Elbet bir gün buluşacağız, bu böyle yarım kalmayacak."
Günün sonunda insana kalansa hep derttir, kederdir bizim buralarda: "Bu dünyanın gam yükünü çeken var mı benim gibi?"
Ama her ne olursa olsun hayat yine de sevilir, çünkü öğrenilmiştir ki yaşamak direnmektir, inadına gülmektir.
Bu inatçı gülüşü de yine bir türküdür duyuran: "Vay benim yarsız göynüm, Bahçasız bağsız göynüm, Yüz yerden yaralıdır, hep güler arsız göynüm."
Ömer Sercan kimdir? Ömer Sercan 1974'te Bursa'da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Eskişehir ve Bursa'da tamamlayarak İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'nden mezun oldu. Öğrencilik yıllarında İstanbul Üniversitesi Fotoğrafçılık Kulübü'nde başlayan uğraşını zamanla bir mesleğe dönüştürerek ulusal gazete, dergi ve TV kanallarında muhabir/editör olarak çalıştı. Türkiye'nin önemli medya kuruluşlarında muhabirlik/editörlük, farklı içerikteki TV yayın ve yapımların program danışmanlığı, metin yazarlığı ve yayın editörlüğünü üstlendi. Çok sayıda tanıtım/ belgesel/reklam filmlerinin senaryo/metinlerini yazdı. Türkiye'yi şarkılardan dinlemeye ve yazmaya devam ediyor. |