CHP’de kadro krizi bir türlü sona ermiyor. Geçen yıl partinin kurumsal kimliğine...
CHP’de kadro krizi bir türlü sona ermiyor. Geçen yıl partinin kurumsal kimliğine ve ideolojisine aykırı bazı isimlerin Parti Meclisi’ne ve MYK’ya alınmalarının ardından, bu yapılan yanlışlardan dönmek yerine, yangına benzin dökerek, aynı yanlışlar, milletvekili listelerinde de gerçekleşti. Kemal Kılıçdaroğlu ve Gürsel Tekin parti tabanını hayal kırıklığına uğratmaya devam ediyorlar. Partideki yaygın kanı şu: CHP’de değişen bir şey olmadı; Deniz Baykal gitti, Kemal Kılıçdaroğlu geldi, Önder Sav gitti, Gürsel Tekin geldi, ama sistem aynı sistem; aynı adaletsiz, aynı anti-demokratik ve diktatoryal düzen devam ediyor. Ne de olsa yeni gelenler Baykal’ın ve Sav’ın öğrencileri. Gerçekten partide “iyi” yetişmişler. Baykal ve Sav’ın hakkını vermek gerek, partinin yönetim kademelerinde neredeyse herkesi kendilerine benzetmişler. Kılıçdaroğlu ve Tekin geçen yıl Parti Meclisi’ni “çarşaf liste” ile, herkesin aday olabileceği bir biçimde, demokratik bir yöntemle gerçekleştirmek yerine, Baykal’ın yıllardır uyguladığı “blok liste” ile belirlemişti. Şimdi de milletvekili adayları, önseçim yerine, büyük ölçüde merkez yoklaması ile belirlendi, önseçim sınırlı sayıda bazı illerde, göstermelik bir biçimde gerçekleşti. Neden? Çünkü Parti Meclisi “çarşaf liste” ile, milletvekilleri de önseçim ile belirlenirse, bazı kişiler ne Parti Meclisi üyesi olabilir, ne de milletvekili. Kendi üyelerinden ve tabanından korkan bir CHP yönetimi! “Aman içeriye kimse girmesin, parti bize kalsın” zihniyeti! Parti Meclisi “çarşaf liste” ile, milletvekili adayları da önseçimle belirlenseydi, Gürsel Tekin, Umut Oran, Faik Öztrak, Bihlun Tamaylıgil, Binnaz Toprak, Muhammet Çakmak, Aydın Ayaydın, Sena Kaleli, Bülent Kuşoğlu, Sinan Aygün, Ali Arif Özzeybek, Turhan Tayan ve daha onlarca, yüzlerce kişi PM üyesi ve/veya milletvekili adayı olabilir miydi? Bu partiyi çok iyi tanıyan ve bilen birisi olarak garanti ederim ki, bu kişilerin hiçbirisi bugün bulundukları yerlerde olamazlardı. Eğer bu kişiler hak ederek bir yerlere gelmek istiyorlarsa, “çarşaf liste” ile, önseçim ile gelsinler gelecekleri yerlere, bakalım gelebiliyorlar mı? Biz bu filmi CHP’de çok gördük. Hayatımız CHP ile geçti, CHP’nin içine doğduk, onunla büyüdük, onunla üzüldük, onunla acı çektik, onunla mutlu olduk, onunla hayal kırıklığı yaşadık. Evde, aile ortamında CHP hikayeleri dinleyerek büyüdük. Dedem Hıfzırrahman Raşit Öymen Mustafa Kemal’in ve İsmet İnönü’nün dava arkadaşı, iki dönem CHP Milletvekili. Amcam Altan Öymen CHP eski Genel Başkanı ve Milletvekili. Babamın amca oğlu Onur Öymen eski CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Milletvekili. Babam gazeteci-yazar Örsan Öymen, CHP’de siyaset yapmamış, ama hep CHP’ye oy vermiş, yazılarıyla CHP’yi desteklemiş birisi. Benim CHP maceram da 1977 yılında 12 yaşında başladı. O yıl genel seçimde CHP’de gönüllü olarak çalışmaya başladım, Ankara’da genel seçimlerde sokak afişlemesi, bayrak, poster, broşür dağıtımı gibi görevler üstlendim. 1979 yılında okuduğum okulun bir duvarına “CHP” yazdığım için sağ görüşlü militanların silahlı taciz ve tehdit eylemine maruz kaldım. Ölümle ilk yüzleşmem bile bu parti için olmuştur. 18 yaşından itibaren tüm seçimlerde oyumu CHP’ye verdim, sadece CHP’nin kapatıldığı 1980’li yıllarda oyumu SHP’ye verdim. CHP’ye parti barajın altındayken, herkes partiye sırtını çevirmişken üye oldum. 2003-2008 yılları arasında üç dönem Parti Meclisi Üyesi olarak görev aldım. Bu dönemde devrimci, halkçı, sosyal demokrat, sol kimliğin korunması, partinin gençlere açılması ve parti içi demokrasinin sağlanması için mücadele ettim. Bu nedenle Deniz Baykal ve yönetim ile ters düştüm, yönetim tarafından dışlandım. (Ne tesadüf ki o zaman Parti Meclisi’nde birlikte çalıştığım Kemal Kılıçdaroğlu’nun devrimcilik, halkçılık, sosyal demokrasi konularında hiç sesi çıkmıyordu, Kılıçdaroğlu yönetimin birçok yanlışı karşısında PM’de hep susuyordu; sonra birden, Baykal ayrıldıktan sonra, kendisinin de “devrimci, halkçı, sosyal demokrat” olduğunu öğrendik! Gürsel Tekin de o yıllarda İstanbul İl Başkanı sıfatıyla bizleri susturmakla ve tasfiye etmeye çalışmakla meşguldü!). Parti Meclisi’ne Bilim, Kültür, Yönetim Platformu listesinden yarışarak girdim, aleyhimde çevrilen tüm numaralara rağmen, aleyhimde çıkartılan anahtar listelere rağmen, yüksek bir oy oranı ile her seferinde PM’ye yeniden seçildim. Ancak bu listede benimle yarışıp 50 oy bile alamayıp PM’ye giremeyen kişiler, sadece yönetime yakın oldukları ve biat ettikleri için üst sıralarda milletvekili adayı oldular ve meclise seçildiler; ben ve benim gibi birçok kişi, taban onları benimsediği ve daha aktif görevlerde görmek istediği halde, aday yapılmadılar; ya seçilemeyecek yerlere kondular ya da hiç listeye giremediler. Ama CHP’ye oy bile vermemiş olanlar, CHP saflarında, meclisteki yerlerini aldılar. (Merak edenler varsa: CHP üyeliğim elbette halen devam ediyor; ancak bu seçimde milletvekili aday adayı olmadım, milletvekilliği için başvuru yapmadım). CHP, özellikle son yıllarda, bir adam öğütme makinasına dönüştü. Burada insan harcamak alışkanlık haline geldi. Bu partiye gönül vermiş, bu parti için emek ve fedakarlık yapmış, bu parti için yaşayan ve bu parti için ölmeye hazır yüzbinlerce insan, bu partiden dışlanmıştır. Ancak CHP’ye oy bile vermeyenler, İl Başkanı, İlçe Başkanı, PM Üyesi, MYK Üyesi, Milletvekili olmuş, aktif görevlere getirilmiştir. CHP son yıllarda, bir dava için mücadele eden insanların yeri olmaktan çıkmış, anti-demokratik bir tüzük vasıtasıyla, bazı kişilerin siyaset kariyeri yapma platformuna dönüşmüştür. CHP’de bugün geçerli olan yönetim modeline göre, partide bir yerlere gelmek aslında çok da zor değildir. Yönetimin yaptığı yanlışlar karşısında susarsanız, bir takım kişilerle iyi geçinirseniz, onlarla kişisel dostluklar kurarsanız, onların sadık adamları ve kadınları olduğunuzu onlara hissettirirseniz, iyi kötü bazı yetenekleriniz ve nitelikleriniz de varsa, bir yerlere gelebilirsiniz; davaymış, siyasetmiş, vatanmış, toplummuş, ideolojik donanımmış, bunların hiçbir önemi yok. En üst yönetim bile CHP’de bugün böyle şekillenmiştir. Kısaca hatırlayalım: Deniz Baykal gitmek zorunda kaldı, (ki malum kaset olayı gerçekleşmeseydi, tüm seçim yenilgilerine rağmen, sağlığı el verdiği sürece, o koltuğu işgal etmeye devam edecekti), Baykal gidince, Genel Sekreter Önder Sav, Kemal Kılıçdaroğlu’nu istedi, Kılıçdaroğlu Genel Başkan oldu. Kılıçdaroğlu Gürsel Tekin’i yardımcısı olarak istedi, Önder Sav istemedi, bunun üzerine Kılıçdaroğlu Sav’ı kovdu. Gürsel Tekin geldi, Kılıçdaroğlu ve Tekin ve birkaç kişi daha, Umut Oran’ı, Hurşit Güneş’i, Faik Öztrak’ı, Bihlun Tamaylıgil’i, Binnaz Toprak’ı, Muhammet Çakmak’ı, Nur Serter’i vs istedi, onlar da PM’ye girdiler. Yani birilerinin hak ederek, yarışarak bir yerlere gelip siyaset yapması diye bir durum yok; birileri birilerini istiyor, onlar da siyaset yapma şansına kavuşuyor. Paraşütle bir yerlere konan siyasetçi modeli geçerli. Sanki siyasi parti değil de, devlet dairesi! Bürokrasi çarkında atama yapar gibi! Bu nedenle ne oluyor? CHP tabanı ile yönetimi arasında bir uçurum oluşuyor; tabandan tepeye bir örgütlenme modeli yerine, tepeden inme bir örgütlenme modeli oluşuyor. 1960’lardan 1980’lere kadar CHP’de demokratik bir tüzük vardı, buna bağlı olarak da dinamik bir siyaset modeli vardı, herkes öyle kolay kolay bir yerlere gelemiyordu. 1980’lerin SHP’sinde de durum böyleydi. Ama Baykal ve Sav’ın 1990’larda devreye soktuğu “korku imparatorluğu” modeli ile yüzbinlerce insan CHP’de siyaset yapmaktan soğudu, içine kapandı, sadece torpilliler ve biat edenler siyaset yapabilir oldu. Şimdi CHP’nin milletvekili aday listesine bakıyoruz, inanılır gibi değil. İçlerinde elbette çok değerli ve mecliste olması gereken kişiler de var: Örneğin Oktay Ekşi, Rıza Türmen, Süleyman Çelebi, Osman Korutürk, Güldal Mumcu, Gülsün Bilgehan, Haluk Koç, Emine Ülker Tarhan, Akif Hamzaçebi, İsa Gök, Oğuz Oyan, Musa Çam, Seyhan Erdoğdu gibi isimlerin olması çok iyi. Ayrıca bir önceki listeye göre kadın adayların sayısındaki artış da sevindirici. Baykal’ın eski takımından Yılmaz Ateş, Mehmet Sevigen, Canan Arıtman gibi bu partiye yarardan çok zarar vermiş bazı isimlerin liste dışı kalması da isabetli olmuş. Ancak, Ercan Karakaş ve Enver Aysever gibi sosyal demokrat, sol kimlik ile siyaset yapan kişiler liste dışı kalırken veya seçilemeyecek alt sıralara atılırken, Fikri Sağlar gibi sosyal demokrasinin çok önemli bir ismi Parti Meclisi kararı ile üyeliğe bile geri alınmazken, Sağlar’ın Baykal döneminde uğradığı haksız ihraç kararı geri alınmazken, dolayısıyla milletvekili de olamazken, sosyal demokrasiyle uzaktan yakından ilgisi olmayan, geçmişte sağ partilere oy vermiş olmaları muhtemel olan, Aydın Ayaydın, Umut Oran, Faik Öztrak, Muhammet Çakmak, Bülent Kuşoğlu, Sinan Aygün, Ali Arif Özzeybek, Turhan Tayan ve Bihlun Tamaylıgil’in listelerde yerlerini almaları kabul edilebilir bir durum değildir. Kemal Derviş ekolünün ve “sosyal liberal sentez” akımının uzantısı olan Faik Öztrak ve Umut Oran; Turgut Özal hayranı iş adamı, eski ANAP Milletvekili ve Rekabet Kurulu Başkanı Aydın Ayaydın; “Ben ideolojiyle ilgilenmiyorum, sadece proje için buradayım” diyerek siyasete giren iş kadını, işletmeci Bihlun Tamaylıgil; CHP’de altı okun demode olduğunu söyleyen, AKP’nin ekonomi politikalarını öven Binnaz Toprak; “Fethullah Gülen bilge adamdır” diyen Muhammet Çakmak CHP’den milletvekili adayı olacaklar, Ercan Karakaş, Fikri Sağlar, Enver Aysever dışarıda kalacaklar! Öyle mi?! Bu partiyi bugün yönetenler bu partiyi herhalde daha tanıyamamışlar; Baykal’ın benzer politikalarının nasıl iflas ettiğini hala anlamamışlar! Bu parti böyle bir şeye müsade eder mi? Bu taban, bu partiye yaşamını adamış yüzbinlerce partili, bunun hesabını bir gün sormaz mı? Yaşamını riske atarak, maddi, manevi eziyet çekerek, bu parti ve bu ülke için kendisini feda etmiş dürüst, inançlı, devrimci, halkçı, sosyal demokrat partililer bu işin peşini bırakır mı? Mesele sadece Ercan Karakaş, Enver Aysever, Fikri Sağlar olayı da değil. Kemal Anadol, Hakkı Süha Okay, Necla Arat gibi önemli ve değerli siyasetçiler neden liste dışı kaldılar? Bu kişiler de sosyal demokrat, sol siyasete yıllarını vermişlerdir, bu partiye büyük emek vermişlerdir. İnsanları harcamak bu kadar mı kolay olmalı? Hatta Önder Sav bile, Deniz Baykal’a yapıldığı şekilde onurlandırılabilir, parti yönetiminden uzak tutulmakla birlikte, milletvekili yapılabilirdi. Sav’ın elbette çok büyük yanlışları olmuştur, bunları savunmak olanaklı değildir, ancak sonuçta Sav, aynen Baykal gibi, bu partiye yıllarını vermiş önemli bir kişiliktir, önemli bir simgedir; ayrıca kendisi değerli bir hukukçudur; kendisi parti yönetimine girmeden, milletvekili olarak görev alabilir, hatta olası bir iktidarda Adalet Bakanı olarak düşünülebilirdi; olası bir iktidarda, partinin yönetim kademelerinde yer almamaları koşuluyla, Önder Sav Adalet Bakanı, Deniz Baykal Dışişleri Bakanı olabilir, böylece, geçmişteki tüm anlaşmazlıklara rağmen, partide bir bütünlük, birlik ve beraberlik sağlanabilirdi. Şimdi bakıyoruz, yıllardır klişe olmuş, bayatlamış bir söz, yöneticilerin ve onların yalakası bazı gazetecilerin ağzında sakız olmuş: “Partiye hizmet etmek için milletvekili olmak şart değildir!” Elbette doğrudur, partiye ve ülkeye hizmet etmek için milletvekili olmak şart değildir. Ancak bu kural herkes için geçerlidir; milletvekilliğini meslek edinmiş, siyaseti kariyer nesnesine indirgemiş kişiler bundan muaf değildir. Eğer bu kurala o kadar inanıyorsanız, sizler kenara çekilin, başkaları gelsin, olur mu? Milletvekili olmak şart değilse siz neden milletvekili olmakta bu kadar ısrar ediyorsunuz? Bazılarına gelince “milletvekili olmak şart değil”, sizlere gelince “milletvekili olmak şart”! Bu saçmalığa kim inanır? Bu da yetmiyormuş gibi, neden CHP ile uzaktan yakından ilgisi olmayan, bu partinin kurumsal kimliğine ve ideolojisine inanmayan kişileri milletvekili yapıyorsunuz? Aynen Baykal döneminde olduğu gibi, üç, beş kişi, Kemal Kılıçdaroğlu, Gürsel Tekin, Bihlun Tamaylıgil ve belki birkaç kişi daha masanın başına geçiyorlar, ellerine kağıt kalem alıp CHP’nin ve Türkiye’nin kaderini belirliyorlar! Bu nasıl bir demokrasi anlayışı, bu nasıl bir siyaset yapma biçimi? Demokrasi konusunda Türkiye’de öncü parti olan CHP’de böyle mi olmalıydı bu işler? Tabii AKP’de ve MHP’de de durum bu, ama orada öyle diye, CHP’de de böyle olmamalıydı, aksine CHP kendisini onlarla karşılaştırmak yerine, onlara örnek olmalıydı. CHP’nin tabanı, kurumsal kimliği ve ideolojisi ile uyumsuz kişilerin listelere alınmasına gerekçe olarak ortaya konan klasik söz de şu: “Biz bir kitle partisiyiz, her kesimdem insana açık olmalıyız”.Sanki burası bir “think-tank”, bir akademik platform, bir dernek, bir vakıf veya “Siyaset Meydanı” programı. Beyler ve hanımlar farkında mı acaba, burası bir siyasi partidir! Kitle partisi olmak demek de, siyasi çizginizle, kitlelerin desteğini alarak, kitleler için politika üretmek demektir; kimliksiz olmak, kişiliksiz olmak, omurgasız olmak, herkese mavi boncuk dağıtmak, herkese hoş görünmeye çalışmak demek değildir. Siz söylem olarak “sosyal demokratım, devrimciyim, halkçıyım” diyorsunuz, ondan sonra hem işverene hem işçiye hoş görünmek için iki kanattan da kişilere partinizi açıyorsunuz, işveren temsilcilerini de en kilit noktalara getiriyorsunuz. Zaten işçinin bu hale düşmesinin en büyük nedeni işveren; siz partinizi işverenlere, TÜSİAD’a vs. açarak, partiyi düzen partisi haline getirerek, kitlelerin, memurların, işçilerin, çiftçilerin, küçük esnafın sorununu nasıl çözeceksiniz? Peki şimdi ne yapmalı? 12 Haziran’da seçim var. Elbette, tüm bu rezilliklere rağmen, yine gidip CHP’ye oy vermek gerek. Çünkü şu anda öncelik, AKP’nin kurduğu sivil diktatörlükten ve sömürü düzeninden kurtulmaktır. CHP’nin içinde işler ne kadar ters giderse gitsin, seçimde CHP’ye ve Türkiye’ye sahip çımak, CHP’ye oy vermek, CHP’nin iç sorunlarını da seçim sonrasına ertelemek gerekir. CHP 12 Haziran’da iktidar olsa da olmasa da, seçimden sonra ilk önce Tüzük Kurultayı toplanır, demokratik bir tüzük kabul edilir, 2012 veya 2013’teki il, ilçe kongrelerine ve Kurultay’a, Parti Meclisi ve Genel Başkanlık seçimine bu demokratik tüzükle girilir, partinin il, ilçe yönetimleri, PM ve MYK üyeleri yeniden belirlenir, Kılıçdaroğlu 12 Haziran seçimini kazanırsa Genel Başkan olarak kalır, ancak etrafındaki bazı isimler değişir, kazanamazsa Genel Başkanlık için de yeni adaylar çıkar, 2015 seçimlerinde de milletvekillerinin tamamına yakını önseçimle belirlenir, CHP’nin tabanına, ideolojisine, kurumsal kimliğine, onurlu tarihine uyum sağlamayanlar elenir gider, CHP böylece yoluna daha istikrarlı bir biçimde devam eder. Tüm bunların olabilmesi için, il, ilçe yönetimlerinin, Parti Meclisi’nin, herkesin aday olabileceği ve yarışabileceği bir biçimde, mevcut yönetimin belirleyeceği bir “blok liste” ile değil, “çarşaf liste” ile belirlenmesi; Milletvekili ve Belediye Başkan adaylarının Merkez Yoklaması ile değil önseçim ile belirlenmesi; partide sağlıklı bir üye yapılanmasının oluşması, “fason” üyeliklere son verilmesi, MYK’nın 12. madde kapsamına girmeyenleri 12. maddeye dayanarak üye yapması uygulamasına son verilmesi; Genel Başkanlığa aday olabilmek için gerekli imza sayısının radikal ölçüde düşürülmesi, Genel Başkanlık yarışında herkese eşit ve adil yarışma olanağının sağlanması, Genel Başkanlık için bir kişinin birden fazla adaya imza verebilmesi, Divan Başkanlığı önünde adaylara açık imza verilmesi uygulamasına son verilmesi; kadın kotasında söz konusu olduğu gibi yönetim kademelerine gençlik kotası uygulamasının da getirilmesi; bu doğrultudaki tüzük değişikliklerinin en kısa sürede yaşama geçirilmesi gerekir. Ama herkes şuna hazırlıklı olsun ki, CHP’nin anti-demokratik tüzüğünü değiştirmemek için Genel Merkez’de ve TBMM’de direnen birçok kişi olacaktır. Çünkü onların siyasal geleceği, sadece ve sadece halen geçerli olan anti-demokratik tüzüğe bağlıdır.