Türkiye’nin önde gelen ressam ve yazarlarından Bedri Baykam’ın bıçaklı...
Türkiye’nin önde gelen ressam ve yazarlarından Bedri Baykam’ın bıçaklı saldırıya uğraması Türkiye’de kimin mazlum kimin despot olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Bedri Baykam, adı Mehmet Çelikel olan birisi tarafından bıçaklı saldırıya uğradı; karaciğeri, bağırsakları parçalandı; saatler süren ameliyattan sonra hayati tehlike riskini atlattı. Saldırgan polise teslim olurken “Allah’tan başka ilah yoktur” dedi; emniyetteki ifadesinde de Baykam’ın düşüncelerini beğenmediği için ve öldürmek amacıyla bu saldırıyı gerçekleştirdiğini söyledi. Saldırının siyasi bir gerekçe taşıyıp taşımadığı bu yazı kaleme alınırken henüz tam olarak ortaya çıkmamış olsa da, Baykam’ın siyasi görüşlerinden ve bu doğrultudaki eylemci kişiliğinden dolayı saldırıya uğramış olma olasılığı yüksek gibi görünüyor.Baykam, Mustafa Kemal Atatürk’ün devrimlerine derinden inanan, laiklik konusunda son derece hassas, dincilere, şeriatçılara karşı mücadelesi ile tanınan bir kişidir. Bu konulardaki görüşlerini ifade etmek için sık sık televizyonlara çıkar, gazetelerde ve dergilerde düşüncelerini sık sık dile getirir, dincilerin despot karakterlerini ve ikiyüzlülüklerini deşifre eder. Baykam aynı zamanda CHP üyesidir ve daha önce CHP Parti Meclisi üyesi olarak da görev almıştır.Baykam son olarak, Kars’taki “İnsanlık Anıtı” heykelinin Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın emriyle yıkılmasını protesto etmek için bir toplantı düzenledi. Kendisi de saldırıya bu toplantıdan sonra uğradı. Baykam toplantıda, söz konusu heykelin yıkılmasını, Afganistan’daki şeriatçı Taliban yönetiminin tarihi Buda heykellerini yıkmaya çalışmasına benzetti, bunun ne kadar despotik ve anti-demokratik bir uygulama olduğunu vurguladı, Erdoğan’ın demokrasiye “Fransız kaldığını” söyledi.Bir ülke düşünün ki, Başbakanı, bir heykele “ucube” diyerek onun yıkılmasını emrediyor; içki içenler için, yüzünde öfkeli bir ifadeyle, bağırarak, “aksırana, tıksırana kadar içiyorlar” diyebiliyor. Bu nasıl bir zihniyet, nasıl bir ruh hali?! Her şeyi herkesten daha iyi bildiğini sanan despot bir insanın ruh hali sanki. İçki konusu bu vesileyle gündeme gelmişken bir parantez açarak ona da açıklık getirelim: Dünyada binlerce yıldır içki kültürü denen bir şey var. İnsanların birçoğu yemekte kırmızı etle şarap içmeyi, deniz kenarında balık ve meze ile rakı içmeyi, şömine karşısında puroyla viski içmeyi, kızarmış patates ile bira içmeyi veya içkiyi tek olarak içmeyi sever. Erdoğan dünyevi zevklere önem vermiyor, “öteki dünyayı” daha çok önemsiyor diye herkes öyle mi olmak zorundadır? Mustafa Kemal içkiyi, özellikle de rakıyı çok severdi. Erdoğan’a göre şimdi Mustafa Kemal de “aksırana, tıksırana kadar içen adam” mı olmuş oluyor?! Mustafa Kemal bir yandan içki içerdi, bir yandan da bu halk ve vatan için muazzam iyi şeyler yapardı; Mustafa Kemal’in yaptıklarının binde birini bile yapmamış olan, aksine bu ülkeyi Orta Çağ karanlığına sürükleyen ve bu ülkenin gerilemesine neden olan Erdoğan içki içmese ne olur? İçki içen insanları aşağılamak, küçümsemek, içki içmemeyi de büyük marifet saymak nasıl bir ruh halinin yansımasıdır?İçkinin bedene olası zararları Erdoğan’ı neden bu kadar ilgilendiriyor? Erdoğan bu halkın aile doktoru mu? Eğer öyleyse bir hatırlatma yapalım: Doktorlar her gün bir veya iki kadeh kırmızı şarabın kalbe iyi geldiğini ve bedene hiçbir zararının olmadığını, aksine yararının olduğunu söylüyorlar. Erdoğan halkın sağlığını bu kadar düşünüyorsa, ülkemizde kalp krizi oranının oldukça yüksek olduğunu da dikkate alarak, kardiologların bu tesbitini kamuoyuna açıklasın. Doktorların sözünü ettiği oranı aşan içki bedene elbette zararlıdır, ancak bu Başbakanı neden ilgilendirir ki? Ayrıca dinciler içki içmiyorlar da ne içiyorlar? Sadece su, ayran ve taze sıkılmış meyve suyu mu içiyorlar? Koka Kola ve Kola Turka içmiyolar mı? Bu içecek sağlığa zararlı değil mi, çok sağlıklı bir içki mi bu, bu içeceğin içindeki asit mideye çok mu yararlı? Sigara en az içki kadar, hatta içkiden çok daha zararlı bir şey değil mi? Yağlı et yemek, zeytinyağı yerine tereyağ, margarin kullanmak, çok fazla baklava, keşkül, tel kadayıf, şekerpare yemek sağlığa zararlı değil mi? Şimdi bir siyasetçi, bir parti lideri, “bunlar aksırana, tıksırana kadar Kola Turka içiyorlar” veya “bunlar aksırana, tıksırana kadar sigara içiyorlar” veya “bunlar aksırana, tıksırana kadar yağlı koyun eti yiyorlar” veya “bunlar aksırana, tıksırana kadar baklava, börek yiyorlar” dese, Koka Kola, Kola Turka, sigara içenleri, yağlı koyun eti yiyenleri, margarin, tereyağ kullananları, tatlı yiyenleri kınayıp küçümsese, bu normal bir davranış mı olur? Sağlığa zararlı alkolsüz içecek, yiyecek ve sigara bir yana, Erdoğan halkın sağlığı ile bu kadar ilgileniyorsa, ülkedeki sağlık sistemini geliştirsin, insanların nitelikli ve ücretsiz sağlık hizmeti almasını sağlasın, kansere neden olan ve zehirli atık üreten fabrikaları, enerji santrallerini kapatsın, deprem riski olan bölgeye nükleer santral yapmaktan vazgeçsin, radyoaktif riskini ortadan kaldırsın. Ama Erdoğan’ın aslında sağlık diye bir derdi yok ki. Bütün mesele Kuran’ı Kerim’de içki aleyhinde ayet olması, içki içmenin günah sayılması. Vizyon bu kadar! “Aksırana, tıksırana kadar içki içenleri” eleştiren Erdoğan, yaklaşık aynı zamanlarda, heykele de “ucube” dedi ve heykelin yıkılmasını emretti. Birkaç ay geçmeden heykelin yıkılması aleyhinde kampanya başlatan Bedri Baykam saldırıya uğradı. Yakında “aksırana, tıksırana kadar içki içenler” de saldırıya uğrarsa kimse şaşırmasın.Türkiye’de kim mazlum kim despot bu son derece açıktır. Türkiye’de laik dindarlar, laik dinsizler, ateistler, agnostikler, aleviler, hıristiyanlar ve museviler, yani hem sünni müslüman hem dinci olmayan herkes baskı altındadır. Sünni müslüman ve dinci kesimler başörtüsü mücadelesini demokratik hak ve özgürlüklerin merkezine koyadursunlar, laik dindarların, laik dinsizlerin, ateistlerin, agnostiklerin, alevilerin, hıristiyanların ve musevilerin bu ülkede can güvenlikleri bile yoktur! Ünlü atasözünün ifade ettiği gibi, bilmemek ayıp değildir, ama öğrenmemek ayıptır. Artık internet de var; otobüse, dolmuşa, taksiye, arabaya, metroya, vapura, trene binip kütüphaneye, arşiv merkezlerine gitmeye de gerek yok; olanağı olan herkes “google” arama motorundan bir tuşa basarak şu sözcükleri girsin, araştırmasını yapsın ve kararını ona göre versin: “6-7 Eylül olayları”, “Kahramanmaraş, Çorum ve Sivas katliamları”, “Turan Dursun, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy, Ahmet Taner Kışlalı, Uğur Mumcu cinayetleri”, “İstanbul’da sinagog bombalamaları”, “Hrant Dink, papaz Santaro cinayetleri”, “Malatya’da Zirve Yayınevi katliamı”, “ramazanda oruç tutmadığı için saldırıya uğrayan öğrenciler”...Siz hiç sünni müslüman ve dinci bir gazetecinin, yazarın, öğretim üyesinin, siyasetçinin, yayıncının, din adamının cinayete kurban gittiğini, suikasta ve saldırıya uğradığını, sünni müslümanların dükkanlarının, evlerinin yağmalandığını, sünni müslümanlara yönelik mezheplerinden dolayı katliam yapıldığını, bir caminin bombalandığını, oruç tutan öğrencilerin saldırıya uğradığını duydunuz mu? Duyamazsınız. Çünkü bu ülkede mazlum olan, baskı altında olan onlar değildir; onlar baskın gruptur ve onların fanatik kesimlerinden cesaret alan bir takım katiller her zaman kendileri gibi olmayan grupları hedef alırlar, şiddete ve teröre başvurular.Bedri Baykam olayı bu nedenle son derece önemlidir. Mesele sadece Baykam’ın şahsıyla ilgili bir konu değildir, ülkenin genel bir sorunudur. Medyanın Baykam olayına duyarsız kalması, başını kuma gömmesi de anlaşılır bir olay değildir.Bu olayın daha fazla dikkat çekmesi için Baykam’ın ölmesi mi gerekiyordu? Kaldı ki, doktorlara göre, Baykam’a yapılan bu saldırı ölümle de sonuçlanabilirdi. “Olay ölümle sonuçlanmadı, bu haberden reyting çıkmaz, biz bu haberi az görelim” zihniyeti, medyanın hem Türkiye’nin gerçeklerinden, hem de vicdan duygusundan ne kadar uzak olduğunun en çarpıcı göstergesidir.İbrahim Tatlıses’e gelince ortalık yıkıldı, Bedri Baykam’a gelince olay üçüncü dördüncü haber olarak duyuruldu ve bir günde unutuldu. Baykam’ın yolda kendisini hastaneye götürecek araç bulmakta zorlanması ise ayrı bir trajedi; en az olayın kendisi kadar üzücü. Türkiye sözcüğün tam anlamıyla dibe vurmuş durumda. Elbette her yok oluşun bir var oluşu, her dibe vurmanın bir yükselişi vardır. Tarihe baktığımızda, bu ölçekte dibe vurmalardan, her zaman yükselişler doğmuştur. Tüm bunlar, gerçek demokratlara, gerçek vatanseverlere ve insansevenlere, sadece cesaret verir, umut verir, onların mücadele tutkusunu hiçbir zaman yok etmez.Tarih gerçek mazlumların adını onların olumlu nitelikleriyle birlikte her zaman hatırlar; ama onları yok etmeye çalışan despotlar sadece despotluklarıyla hatırlanır; hatta bir çoğunun adı bile hatırlanmaz.