Stefan Zweig, Nietzsche'yi en iyi anlayanlardır. "Yaralı Ruhların Şifacısı" isimli kitabında onu o kadar güzel anlatır ki...
Orada sık sık Goethe ile karşılaştırır onu.
Ve, Goethe'nin bir mektubunda geçen bir şiirden-aslında 100 yıllık eski bir şarkı sözüymüş, ama bulamadım o mektubun geçtiği metni- nasıl etkilendiğini anlatır. Goethe bu şiirde derisini değiştiren bir yılandan bahsedermiş. Bu şiirin Nietzsche'deki etkisini onun şu meşhur sözü ile biliriz.
"Derisini değiştiremeyen yılan telef olur."
Zweig da ekler; "görüşlerinin değişmesine izin vermeyenler de..."
COVID-19 ile ilgili olarak da durum böyle.
Ne yazık ki, yeni bilgilerle önceki tanımların ya da önerilerin değişmesinin bazen insanlara güvensizlik hissettirdiği görüyorum. Bunu anlıyorum. Bilim insanlarının bu durumu iyi açıklaması gerek. Yoksa hemen bilim dışı söylemler devreye giriveriyor.
Daha önce de yazmıştım.
Bilim değişime açıktır. En değişmez dediğimiz kurallar bile koşullar değiştiğinde bambaşka olabilir. Yer çekiminin yok olabileceğini düşünür müydük? Oysa, mavi küremizden uzaya çıktığımızda...
Her zaman bu kadar keskin olmasa da, özellikle yeni bir durumla karşı karşıya kaldığımızda bilgi, yeni verilerle değişebiliyor. Doğrusu da zaten bu.
COVID-19 ile ısrarla daha çok ve güvenilir yayınlara gereksinim duymamızın nedeni de tam bu.
Bazı ülkeler hiç gecikmeden deneyimlerini bilimsel yayınlarla paylaştılar. Ülkemiz de dahil bir çok ülke bu bilgileri kullanarak sürece müdahale etti. Nasıl bulaştığını bilmesek, hangi önlemleri önereceğimizi bilebilir miydik? Ya da tedavi süreçlerini düşünün. Hangi müdahale hastalığın hangi aşamasında iyi, ya da yetersiz?
Süreçte bilgilerimiz değişti.
Açık bir şekilde; bilim dogma değildir. Gücü de bundan gelir.
Yılan derisini değiştirdikçe yaşamını sürdürür. Bu yenilenme, bilim için de geçerlidir.
21 Ekim'de COVID-19 süreci ile ilgili çok önemli bir bilgi de yenilendi.
ABD'nin Hastalıkları Kontrol ve Önleme Merkezi (CDC), epidemiyolojik çalışmalarını haftalık Morbidite ve Mortalite Raporu (MMWR) serisi ile yayımlar. Bu yayınlarını "CDC'nin sesi" olarak adlandırıyorlar. MMWR serisi, hepimizin takip ettiği bir yayın. Çok önemli güvenilir bilgileri ve önerileri hızla paylaşıyorlar. Üstelik, MMWR serisindeki tüm materyaller kamu malı olarak tanımlanıyor ve özel izin alınmadan kullanılabiliyor. Web sayfalarında nazikçe, kaynak gösterilmesinin çok takdir edileceği belirtiliyor.
Peki, ne oldu?
Geçen hafta içerisinde, 21 Ekim'de, CDC COVID-19 karantinaya alınma kriterlerini belirleyen 'yakın temas'ın tanımını değiştirdi.
Buna göre artık, toplamı 15 dakikayı bulan birkaç kısa temas da, 'yakın temas' olarak değerlendirilecek.
CDC, daha önceden enfekte bir kişiyle tek bir seferde en az 15 dakika boyunca 6 feet (1,8 metre) mesafede bir araya gelmiş olmayı yakın temas olarak kabul ediyor; bu kişilerin karantinaya alınması gerektiğini belirtiyordu.
Bu tanım değişikliğini; CDC'den Dr. Julia C. Pringle ve arkadaşlarının MMWR'de yayımlanan bir raporuna atıfla değiştirdiler.
Gelin, bu Sherlock Holmes olayına birlikte bakalım. Ben de olayın John Watson'u olup, anlatıcı olayım.
Olay, 11 Ağustos 2020'de, 20 yaşındaki bir erkek ceza infaz memurunun PCR testinin pozitif çıktığının Vermont Sağlık Müdürlüğüne bildirilmesi ile başlıyor.
Cezaevleri kalabalıklık, fiziksel mesafenin korunmasının zorluğu ve sosyal nedenlerle COVID-19 açısından en riskli alanlardan. Bu nedenle hükümlü ya da çalışan sürece bir bütün olarak titizlikle yaklaşmak gerekiyor.
Onlar da öyle yapıyorlar. Başlıyorlar incelemeye..
Bu rapor, salgın sırasında bir cezaevindeki bir süreci irdeliyor. Titiz bir çalışma sonucu. Her epidemiyolojik incelemenin aslında bir dedektiflik süreci olduğunu kanıtlar nitelikte.
Peki, bize ne diyor?
Öncelikle, yakın teması tanımlamak zorlu bir konu. 15 dakika ve 1,8 metreyi kullanıyoruz. Şu ana kadar. Oysa, toplamda maruz kalma süresi, bu sıradaki havalandırma koşulları, ortamın kalabalıklığı, hasta kişinin belirti durumu ya da şiddeti süreci etkileyebilir. Bu çalışma, toplamdaki süreyi de dikkate almamızı gerektiriyor. Mesafe ve maskenin birlikte ve tüm taraflarca özenle uyulmasının önemine dikkat çekiyor.
Güncelleme, bir COVID-19 olgusunun "yakın temas" tanımını, 24 saatte toplam en az 15 dakika boyunca enfekte bir kişinin 1,8 metre yakınında bulunan bir kişi olarak değiştiriyor. Bu tanım, bir seferde bir veya iki dakika olan birden fazla karşılaşmaya önem atfediyor. Birikimli bir mazuriyet en az tek sefer 15 dakika etkileşim kadar önemli. Ve bir kez daha belirtisi olmayan kişilerin de bulaştırıcı olabildiğini destekliyor. Süper bulaştırıcıların da olduğunu bildiğimiz bir hastalık için bu daha da önem kazanıyor.
Ülkemizin kış günlerine girdiği ve kapalı ortamlarda geçireceğiz sürenin artacağı bir dönemde, birbirimize karşı sorumlu olmamız çok önemli.
CDC'ye göre, enfekte insanların yarısı kadarı belirti göstermiyor. Belirti olmadan da virüsü kimin bulaştırabileceğini belirlemek test olmadan olanaksız.
Bu son bilgi ile, bulaşma ve yayılmayı önlemede, maske ve mesafe kurallarına uymak her zamankinden de önemli. Kısa kısa temasları önemsemek de. Ve elbet, sonrasındaki karantina uygulamalarına tam uyumu da.
Dün İstanbul'da toplantıda birlikte olduğum Prof. Dr. Selma Metintaş hocamız, önlemlere uyum sorunları ile ilgili olarak "Tüm bu tedbirlerin yanında, insanımıza bir kez daha iyi insan, iyi vatandaş olmanın da bu süreçle ilgili olduğunu anlatmalıyız" dedi. Hocam çok haklı. Çünkü iyi insanlar başka insanlarını önemserler. İyi vatandaşlar da ülkesinin başta sağlık çalışanı olmak üzere kaynaklarına duyarlı yaklaşırlar; sorumluluk duyarlar.
Bu öyle tek başımıza baş edebileceğimiz bir durum değil.
Mavi küremizdeki her yönetim aldıkları kararlar ile hepimizi etkiliyor.
Her birimiz birbirimizi etkiliyoruz.
Her zamankinden daha çok bencillikten uzaklaşmaya ve dayanışmaya gereksinimiz var.
Tek başımıza başaramayız.
Kaynakça