Latif Demirci (1961-2022) 5 Haziran sabahı erken saatlerde dünyamızdan bir bilinmeze doğru ayrıldı. Ben bu satırları yazarken İstanbul'da cenazesi kalkıyordu. Onu düşünüyorum; bir daha görüşemeyeceğimizi, onu çok özleyeceğimizi, yeri doldurulamaz biri olduğunu düşünüyorum.
Sevgili kardeşim, dostum, meslektaşım seninle ilgili ne söyleyebilirim diye düşünceye dalmıştım. Ölen bir dostun, bir yakının arkasından edilen sözler, yazılanlar, hep eksik ve daha çok duygularla edilmiş sözler olacaktır. Bu yüzden birçok anı ve düşüncemi eksik dile getirmiş olabilirim.
Biz uzun bir süre yan yana oturup tek kelime konuşmadan sadece birlikte olmanın keyfini çıkarmasını bilmiştik. Düşünüyorum, Latif'i ilk defa nerede görmüştüm? Sanırım 1979 yılında, Paris'ten Oğuz Aral'ın kendisinin getiremediği bir bavul dolusu desen ve Karikatür kitabını getirmek için birkaç günlüğüne İstanbul'a gelmiştim. Ve Oğuz Aral'ın evinde kalıyordum. Tolga ve Seyidali ile birlikte. Gırgır dergisinde nasıl çalıştıklarını bana göstermesi için Oğuz Aral'a birlikte dergiye gitmiştik. Beni yanına oturtmuştu. Kuyruk olmuş sırasını bekleyen dergi çizerleri daha önceden buldukları espri ve çizgileri Oğuz'a gösteriyorlardı. Bu çizerler arasında Latif de vardı. 17-18 yaşında olmalıydı. Oğuz da "Olmuş, olmamış, bu espriyi falancaya ver, o çizsin" vs. gibi yanıtlar veriyor, bazen de eleştirinin dozu artarak sürüyordu. Çok fazla kalmadan kalktım. İlk defa Latif'i burada gördüm.
1988 yılında Almanya'da Duisburg'da bir müzede sergim vardı, aynı günlerde başka nedenlerle Aziz Nesin'le Latife Tekin de davetliydiler. Latif o günlerde sanırım Amsterdam'daydı. Latif'le dostluğumuz İstanbul'da sürdü. Çok içkili bir gecenin sonunda, Arnavutköy'de Latif'le Latife'nin evinde buldum kendimi. Ertesi sabah erkenden bir uçakla Antalya'ya gitmek üzere... Daha sonraki yıllarda Latif'le kafe ve barlarda karşılaştık. Zarif, saygılı, yüzündeki hınzır gülümsemesiyle çok hoş bir insandı.
2000 yılında, Aydın Doğan Karikatür Yarışması'nın jürisine davet edildim. Latif de jürideydi. İhsan Yılmaz Hürriyet Kültür Servisi adına eşlik ediyordu. Bu karşılaşma 20 yıldan fazla süren bir dostluğun başlangıcı olmuştu. 20 yıl süreyle her yıl haziran ayında önce uzunca bir zaman Antalya otellerinde, daha sonra da Bodrum'da buluştuk. Latif, İhsan, ben ayrılmaz bir ekip olmuştuk. Daha sonraki yıllarda Sebati Karakurt da ekibin vazgeçilmez elemanı oldu. Latif'in kızı Yasemin her zaman bizimleydi, o da ekibin bir parçasıydı. Hedoniste bir birliktelikti, çok eğlendiğimizi, güldüğümüzü hatırlıyorum. Her İstanbul'a geldiğimde organize oluyorduk. Sonra bir ara Nilüfer'le birlikte oldular. Bir-iki kere Paris'e geldiler, Londra'ya gittiler. Bir geldiğinde Paris'te Hotel de Ville'de çok sevdiği Sempé'nin sergisi vardı. Bu sergiyi görmekten çok mutlu olmuştu.
Bir gün birileri 'ciddi ciddi' Latif'in çizdiklerine bakarak buradaki günlük olayları, tiplemeleri, insanların birbirleriyle ilişkilerini, bu çizgilerdeki insanlık hallerini incelemelidir! Sokak satıcısından nohut pilav satan seyyar lokantacısına, kapıcısından apartmanın altındaki bakkala, temizlikçi kadından küçük burjuva yeni evli tiplere, burjuva ev sahibinden evin korumasına, kedisine köpeğine, gazetecisinden politikacısına, başbakanından son bakanına bütün bu sosyal katmanlardaki insanları çizerken, hicvederken gösterdiği dikkat ve empati, başka hiçbir çizerde olmayan bir 'hümanizmle' yaklaşması, Zeytinburnu ile Nişantaşı-Cihangir'deki insanların aslında aynı şehrin insanları olduğunu hatırlatıyordu bize.
Latif'in çizgilerinde beni en hayrete düşüren bütün yeni iletişim teknolojilerinden haberdar olması ve bu yeni terimleri desenlerinde kullanması. Her şey Latif'in radarındaydı, merakla izlerdi. Mesela son çizdiği karikatürlerden birinde bir adam telefonda değil telefonu ile konuşuyor, telefondaki bir aplikasyon olan Siri'ye "Uyudun mu Sirişkom?" diye soruyordu. Muhteşem! Türkiye'den, Türkiye insanlarından, evrensel anlamda insanlardan söz ediyordu hep. Bir çeşit, Sait Faik'in yaptığını yapıyordu ama çizerek ve yazarak. Muhlis Bey, Press Bey, Canavar Koyun Orhan, Mithat-Mirsat... Yarattığı bu kahramanlar birer roman kahramanı gibi dönem dönem yaşamlarını sürdürdüler. İlgiyle izlemiştik.
50 yıla yakın meslek yaşamında en büyük mutluluğu çizerek yaşadığından en ufak bir kuşkum yok. Bundan 10 yıl önce günlük çizdiklerinden, gazete temposundan, hafta sonu ekleri, günlük gazete vesaire derken yaklaşık 50-60 karikatür çizmesi gerekiyordu. Yorulmuştu. Başka şeyler yapmayı, başka şeyler çizmeyi hayal ediyordu. Sergi açmayı, özgün bir kitap çalışması yapmayı düşlüyordu. Gazete yönetimiyle konuştu, bir yıl gazeteye çizmeyecek, dinlenecek, başka çalışmalar yapacaktı. Mutlu olmuştu. Gazete üç ay sonra allem etti kallem etti, geri döndürdü. Rüyası yarım kaldı.
Latif son yıllarda çok yalnızdı. Bu hem biraz kendi tercihiydi hem de yaşadığımız dünyanın hoyratlığındandı, biraz da konformizmle arasının iyi olmamasıyla ilgiliydi. Yapmacık insan ilişkilerinden sıkılıyordu. Kabuğuna çekilip söyleyeceklerini çizgileriyle yapmayı tercih ediyordu. Geçen yıl mart ayında çok ağır bir kalp ameliyatı geçirdi. Ameliyat sürecini ve sonrasını kızı Yasemin aracılığıyla günbegün izlemiştim. Gösterdiği çaba hızla iyileşmesi için önemliydi. Bu badireyi atlattığı için çok mutlu olmuştum ama tam tamına forma girmek zaman alıyordu.
Geçen eylülde Galeri Nev'deki sergime çok büyük çaba sarf ederek gelmişti ve beni çok sevindirmişti. Ameliyat sonrası evden ilk defa çıkıyordu. Uzun bir aradan sonra birlikte rakı içmiştik. Yine iki ay evvel İstanbul'a geldiğimde tam takım Yakup'ta buluştuk. Latif, İhsan, Sebati birlikte olmaktan çok mutlu olmuş, büyük bir keyif almıştık. Yakup'tan en son biz kalkmıştık. Herkes gitmişti. Yıldıray dükkânı kapatmak için bizi bekliyordu. Okay Gönensin'in de kulaklarını çınlattık. Yakup biraz da Okay'a gitmek oldu bizim için. Bu Latif'le son görüşmemdi. Birlikteliğimden keyif aldığım az sayıdaki insanlardan biriydi benim için. Zekâsı ve bildikleriyle beni her zaman şaşırttı. Bugün de ölümüyle şaşkın bir haldeyim.
Çok zeki insanlar, çok gaddar ve tiranik olabilirler. Latif zekâsını şefkat ve sevgiyle sarmaladı ve iyilerden yana kullandı. Güle güle sevgili kardeşim. Kim bilir bir gün bir bilinmez yerde, kim bilir başka bir gezegende görüşmek üzere...
7 Haziran 2022, Paris.
Hürriyet Kitap Sanat'ta yayımlanan bu yazı, Selçuk Demirel'in izniyle T24'teki köşesine de alındı.
Selçuk Demirel kimdir?1954 yılında Artvin'de dünyaya gelen sanatçı Selçuk Demirel, çalışmalarını Fransa'da sürdürüyor. İlk resimleri 1973 yılında Ankara'da henüz lise öğrencisi iken yayınlandı. Sonrasında sanatçının mimarlık eğitimi alırken gerçekleştirdiği çizimler, önemli gazete ve dergilerde basıldı. Sanatçı izleyen çalışmalarını, 1978 yılında yerleştiği Paris'te sürdürdü. Eserleri Türkiye'de Cumhuriyet, Politika, Yeni Yüzyıl, Milliyet'te, yurtdışında da Le Monde, Le Monde Diplomatique, Le Nouvel Observateur, The Washington Post, The New York Times, The Wall Street Journal, Time, The Boston Globe, Business Week, The Nation'da yayınlandı. Beş yıldır desenleri T24'te yayımlanan sanatçı, medyada yayımlanan eserlerinin yanı sıra 50'den fazla kitap ve desen albümü de çıkardı. Çocuk ve gençlik kitapları yazdı ve resimledi. Aynı zamanda afiş, kartpostal ve başka basılı malzemeler için tasarımlar yapan sanatçının eserleri düzenli olarak Avrupa'da sergileniyor. Defile (2013), Başka Bir Yerde ( 2013), Portakal Mavisi Bir Dünya (2016), Duman (John Berger ile, 2016), Yazarların Yüzünden (2016), Sen Surat Okumayı Bilir misin? (2017), Elma (2017), Noir (2017), Saat Kaç? (John Berger ile, 2018), PSİ / Bilinçaltından Gerçeküstüne (2019) ve Kıyıda Tek Başına (2019) Selçuk Demirel'in son yıllarda yayımlanan kitapları arasında yer alıyor. |