“Ah kardeşlerim.. Bunlar camilerinizi yıkmadılar mı? Bunlar Zerdüşt ve ateist… “
En hoşuma gidenlerden biri, bir kaç hafta önce gökten mi inmiş, topraktan mı bitmişti fark edemedim, pat diye karşıma çıktı: “Bunlar vandal..” Sayın Cumhurbaşkanı vandalın tarihin derinliklerinden bir yerden geldiğini biliyor muydu, soramadım. Resmi tarihi Emin Oktay’ın ders kitaplarından öğrenen diğerleri gibi ben hayal-meyal hatırlıyordum, ama ne zamandı, hangi yüzyılda vandallar olarak işlev görmüşler, vandallık yapmışlardı, çoktan unutmuştum.
Bugün için ise şu kesindi: Cumhurbaşkanı zaman zaman farklı gruplara, kitlelere “vandal” diye hitap etmeyi seviyordu.
Türkçe’de okuyup işitebildiğim kadarıyla ne “vandalizm”, ne de “vandal” sözcükleri pek kullanımda değildi. Hitap ettiği kitle bundan ne anlıyordu, tam kestiremiyordum.
Lügatte bulabileceğimden epey kuşkuluydum ama az önce baktım. TDK Sözlüğü’nün 2011 yılı baskısında mevcuttu. Eh kendimden farklı düşünen kitleleri temsil ettiklerini sandığım ve yegane konuşabildiğim kitleler olarak Tahtakale, Mısır Çarşısı, Beyazıt, Kapalıçarşı, Fatih’teki esnaf tüccarlara sormalıydım aslında. Acaba liderin sözlerini anlamak için kaç kere TDK sözlüklerini karıştırmışlardı?
Veya kaçı, İngilizce’yi hatmetmiş olarak “vandalism”in mal-mülkü, kıymetli antikaları, eşyayı yakıp-yok etmek anlamına geldiğini biliyordu?
Hatırladığım, çok yakın tarihlerde, İŞID Suriye’deki o müthiş antik kent Palmira’yı yıkarken, vandalizmden bahseden olmamıştı. Ne de Vandalların, İspanya, Roma ve Kuzey Afrika’yı Milat’tan sonra 4 ve 5. yüzyıllarda mahveden Germen halklarından biri olduğundan, İŞİD veya İS (=İD) ile bir paralellik kurulabileceğinden dem vuran olmuştu.
Erdoğan bey her “vandal” dediğinde yerimden sıçrayıp gidip şu lügate bakıp da hangi yüzyıllarda Avrupa’yı mahvettiklerini bir hatırlayım diye içimden geçiyordu. Tembellik ettim- ta ki geçen Pazar sabahına kadar.
Geçen pazar sabahı radyoyu açar açmaz epey yüksek perdeden, “Onlar Zerdüşt, onlar ateist” cümlelerini işitmez miyim..
Bu sefer Diyarbakır’dan sesleniyormuş. Zerdüştlere danışmamıştır, eminim; oysa oralarda çok uzak olmayan bir yerlerde arasa bulacaktı sanırım.
Ne kötülüğü var Zerdüşt olmanın çok kavrayamadım. Hatta doğru söyleyim, dünyanın kıyı-köşede-gizli kalmış dinlerinden biri olarak benim epey ilgimi çekmiştir. Keşke araştırabilmiş olsaydım inancı ve pratiğini diye çok düşünmüşümdür. Tarihini/teorisini kısmen kitaplardan da okumak mümkün tabii ki.
Her halükarda, Zerdüşt kişi, inançlı kişidir, inanan biri, öyle Cumhurbaşkanıın sandığı gibi ateşe falan da tapmaz. Bir ve bir çok güce, yüce bir şeye-şeylere inanan biridir. Ateş ise sadece bir simge.
Öte yandan içimi aldı bir sıkıntı: Zerdüştler, ateistler ile aynı kefeye konmuş olmaktan hoşlanmışlar mıdır, bi türlü ve hiç mi hiç emin olamadım.
Gittim kütüphaneden bir zamanlar üniversitede Din Sosyolojisi dersinde kullanılan Yaşayan Dinler. (Mary Pat Fisher, Living Religions’ın yedinci- 2008 baskısı) kitabını çıkardım.
“Zoroastrianizm-Zerdüştlik: Doğu ile Batı arasında bir köprü” sayfasını açtım. Bir zamanlar Hindistan’dan Anadolu’ya kadar yaygın olan bu dinin pek az inanan insanı kalmıştı dünyada; 130 bin civarında.
Bayağı üzüldüm; çünkü benim için toplumsal-kültürel-etnik çeşitlilik, aynen doğanın bitki-insan dahil, hayvan türü çeşitliliği kadar önemlidir ve mutlaka korunmalıdır. Dinler de öyledir; kendim inanmasam da...
Zerdüşlük veya Zoroastrianizm, bir zamanlar Irak’tan Hindistan’a kadar uzanan koca İran (Pers) İmparatorluğu’nun resmi dini imiş. Kökenlerinin Hinduizme benzediği düşünülüyormuş ve onun gibi Budizmi, Museviliği, Hıristiyanlığı hatta İslamiyeti bile etkilemiş.
Antik Yunan da olduğu gibi Zerdüştlüğün de bir zamanlar bir panteon’u, yani bütün tanrılarını içerdiği sanılan bir “tanrılar dünyası” varmış. Tanrılar da doğanın çok çeşitli yönleri, hatta adalet, dürüstlük, hak, gibi insan dünyasının da çok çeşitli unsur ve ilkelerini içeren bir tür krallık oluşturuyormuş. Ama bu ilk inanış ve ritüeller, savaşlar, yıkımlar arasında kaybolup gitmiş.
Eflatun zamanında, antik Yunan’da Zerdüştlerin önemli kişisi, Zaratustra’dan (veya Yunanca’da Zoroaster) “peygamber” olarak söz edilirmiş. M.Ö. altıncı yüzyılda yaşadığı, Hint-İran geleneğinde eğitilmiş dini bir kişi olduğu sanılıyormuş.
Sonraki yüzyıllarda bir kısım İranlı Pers, Muhammed’in ölümü üzerine, İslamiyetin baskısı ile Müslüman olmamak için Hindistan’a kaçarak inançlarını orada sürdürmeye çalışmış.
Bu da hoşuma gitti: Demek ki Muhammed onları kötü-dinsiz-ateşe tapan kişiler olarak görmemiş, bilakis saygı duymuş; ancak ardından gelenler onun kadar engin ve toleranslı değilmiş.
Dur dedim kendime: Bir Cumhurbaşkanımıza söyleyivereyim. Bakalım ne der?