Adı çok fonfirikli, eyyam-ı bahur ama bu sıcaklar beni perişan etti. Derimi kat kat soyasım var. Aklımı toplayıp da huzur içinde, başladığım romanı okumaya devam edemiyorum. Sıcağın etkisi olsa gerek, aklıma cumhuriyet kurulduktan sonra yolsuzluk gerekçesiyle Yüce Divan’da yargılanan ilk bakan kim acaba, sorusu takıldı. Romanı bitiremedim ama TBMM Tutanak Dergisi’nin gizli celseler de dahil ciltleri arasında dolaşmaya başladım ve Bahriye Bakanı İhsan Bey’le karşılaştım. Sonra internete girince, İhsan Bey hakkında ne kadar çok sayfa olduğunu görüp şaşırdım. Gündemden bağımsız, bizim böyle sorunlarımız yok ama yine de kendi hükümet başkanı tarafından yolsuzlukla suçlanıp Yüce Divan’a gönderilen ve ceza alan İhsan Bey’i yazmaya karar verdim.
Birinci, ikinci ve üçüncü dönem TBMM Cebelibereket (Osmaniye) Milletvekili olan İhsan (Eryavuz) Bey’in son derece parlak bir geçmişi var. Toptaşı Askeri Lisesi’ni bitirmiş ardından Berri Hümayun’da eğitim alıp üsteğmen rütbesi ile mezun olmuş. Her asker gibi o da İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne girmiş. Balkan Savaşı’na da katılan İhsan Bey, savaşta gösterdiği fedakârlıklardan dolayı ödüllendirilmiş de. Birinci Dünya Savaşı’nda Sarıkamış’ta da savaşan İhsan Bey, 1019’da binbaşı rütbesi ile emekli olmuş. O sırada 32 yaşında olan İhsan Bey, evde oturmak için çok genç olduğu için olsa gerek, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nden yakın arkadaşı Sapancalı Hakkı Bey’le ticarete atılmaya karar verir ama bu işi pek uzun sürmez, bir yıl sonra işgal altındaki İstanbul’da kurulmaya başlayan milli direniş örgütlerine katılır ve Damat Ferit Paşa’ya suikast hazırladığı gerekçesiyle Divan-ı Harp tarafından hakkında idam kararı verilir. Sivil hayatının daha başında İhsan Bey, 1920 Mart’ında Anadolu’ya geçerek millî mücadeleye katılır.
Yeni kurulan Büyük Millet Meclisi’ne Cebelibereket (Osmaniye) Mebusu olarak katılan İhsan Bey önce Milli Müdafaa Komisyonu’nda görev alır, ardından da yeni kurulan Ankara İstiklal Mahkemesi’nin başkanlığına getirilir. Hint asıllı İngiliz casusu Mustafa Sagir davası dahil olmak üzere pek çok davaya bakar. Sagir hakkında verilen idam kararı da 24 Mayıs 1921’de Ankara'da, bugünkü Ulus Meydanı’nda uygulanır. Kurtuluş Savaşı ve Ankara İstiklal Mahkemesi’nde gösterdiği yararlılıklar ile Meclis’teki ateşli konuşmaları İhsan Bey’i, Mustafa Kemal’in yakın çevresine sokar.
1924’te Bahriye Bakanlığı’nın kurulmasına karar verildiğinde ilk akla gelen isim de doğal olarak İhsan Bey olur. Genç cumhuriyetin daha önce bir denizcilik bakanlığı olmadığı için İhsan Bey’in önünde yapacak çok iş vardır. Hemen yeni denizaltılar sipariş edilir, Gölcük tersanesinin geliştirilmesi için adımlar atılır, talimatnameler hazırlanır, eski gemiler tamir edilir… İş ünlü Yavuz Gemisi'nin tamirine gelince, bakanlıktan da kötü kokular yayılmaya başlar. Baştan beri denizciliğin ayrı bir bakanlık olmasına karşı olan Başbakan İsmet İnönü, yapılan işlerden rahatsız, ilgisini özel olarak İhsan Bey ve bakanlığa yöneltir.
Dördüncü İnönü Hükümeti’nin kuruluş çalışmaları sırasında ilk bariz değişiklik Bahriye Bakanlığı’nın listede olmamasıdır. Daha da dikkat çekici olanı ise İnönü’nün bahriye bakanlığını listeden çıkardığı gibi, bakanlığın kapatılması için çalışmalara da başlamış olmasıdır. İnönü, kara, hava ve deniz kuvvetlerini tek bakanlık çatısı altında toplama kararındadır. Nitekim 16 Ocak 1928’de bahriye bakanlığı kaldırılıp Millî Savunma Bakanlığı’na bağlı müsteşarlık haline getirilir. Bakanlığın kapatılması ile yolsuzluk iddiaları da bir bir araştırılmaya başlanır ve İhsan Bey’in Yüce Divan’a doğru gidecek olan yolu da açılmış olur.
İhsan Bey hakkında bardağı taşıran son damla, kuşkusuz Yavuz zırhlısının onarımı için alınan havuz gemi olur. Bakanlığın kapatılma kararı alınmış olmasına rağmen İhsan Bey, yeni hükümetin kurulmasından bir gün önce, bakanlar kurulundan onay almadan ve yetki sınırlarını aşarak yabancı şirketlerle anlaşma yapmıştır. İhsan Bey’in bu konudaki açıklaması gayet duygusaldır, bakanlık dönemi bitmeden önce bu milli vazifeyi yerine getirmek istemiştir!
Bu gelişmelerden sonra Başbakan İnönü soluğu Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün yanında alır. Zırhlının onarımı konusunda suiistimal olduğunu, bu görüşüne maliye ve milli savunma bakanlarının da katıldığını, hatta bakanların zamanında yaptığı uyarılara İhsan Bey’in aldırış etmediğini anlatır. Atatürk, İhsan Bey’i çağırıp sorular sorar ve bir suiistimal olmadığına ikna olmakla birlikte, İnönü’nün bu işin peşini bırakmamaya kararlı olduğunu ancak “bununla birlikte İhsan Bey’in beraatını görmekten sevinç duyacağını” söyler. Böylece Yüce Divan yolunun ikinci etabı da geçilmiş olur.
24 Aralık 1927’de Başbakan İsmet İnönü, Meclis Başkanlığı’na bir takrir vererek Bakanlar Kurulu’nun kararına aykırı hareket eden İhsan Bey hakkında Meclis tahkikatı açılmasını ve Yüce Divan’da yargılanmasını ister. Konuşmalardan sonra bir araştırma komisyonu kurulmasına karar verilir. Lafı uzatmayalım, araştırma sonucunda dört usulsüzlük tespit edilir:
- İngiltere’den hazır havuz alımı sırasında resmi görevi olmayan Hikmet Paşa’nın komisyoncu olarak kabul edilmesi ve teminat için beş bin liranın gönderilmesi meselesi.
- Havuzun ihalesi sırasında iki şirket arasında yeterli derecede rekabete yol açmadan bir şirket lehine işlem yapılması. İhsan Bey’in bu işlemi yaparken daha önceden Fikret ve Ömer Nazım Bey’le aralarında yaptıkları anlaşma gereğince, irtikap fiilinin işlenmesi.
- Yavuz’un tamiri sırasında sigorta meselesinde, mütehassıs meselesinde Bakanlar Kurulu kararına aykırı olarak mukavele yapılması. Tamir masraflarının ödenmesi sırasında bir senede tamir, iki senede ödeme kararına aykırı olarak, devleti zarara uğratacak şekilde faturalar mukabilinde ödeme yapılmasına karar verilmesi. Ve ek olarak Bahriye Vekâleti’nin kaldırılacağının kararlaştırılmasına rağmen son gün mukaveleyi imzalaması.
- Avukat Ziya Bey’in kanuna aykırı olarak emekliye sevk edilmesi.
Araştırma komisyonunda İhsan Bey’in suiistimalleri kesinleştikten sonra TBMM’de yaptığı konuşma son derece duygusaldır. Ancak malvarlığını açıklarken kaynağı emekli olduktan Anadolu’ya geçene kadar geçen bir yıllık sürede yaptığı ticari göstermesi biraz tuhaf olur: “Muhterem arkadaşlar, 1336 senesinden beri mebus bulunuyorum. Üç seneye karip bir müddet de Bahriye Vekâletinde bulundum. Bu üç sene zarfında İş Bankası Meclisi İdare Azalığında ve mebuslukta ve vekillik tahsisatından takribi olarak senede yirmi bin liraya yakın para almaktayım. Beni tanıyanlar bilirler ki, hayatımda sefahat namına bir şey yapmış adam değilim. Evimden Vekâlete, Vekâletten evime gider bir adamım. Fevkalâde masraf olarak 7.000 liraya mühendis ve müteahhit Tahsin Beye evimi tamir ettirdim. 2.200 liraya Holtsman Şirketine ayrı bir salon yaptırdım. Bilecik Mebusu İbrahim Bey’in verdiği bedelsiz keresteler ve mebzul bulunan taşla takriben iki bin lira sarfiyle de ayrı küçük bir daire yaptırdım. Evimin mobilyası 5.000 lirayı tecavüz etmez. Görülüyor ki masarifi fevkaladem bu üç sene zarfında 17.000 lirayı tecavüz etmiyor. Acaba benim mevki imde ve mârülarz varidatı bulunan bir adam bu kadarcık bir şey yapamaz mı?”
İhsan Bey’in bu dokunaklı konuşması pek etkili olmaz, İhsan Bey hakkında verilen karar, Yüce Divan'ın Cumhuriyet tarihinde verdiği ilk mahkûmiyet kararı olur, 26 Ocak 1928 tarihinde milletvekilliği düşürülür ve mahkeme süreci başlar. Başbakan İnönü’nün görüşmeler sırasında yaptığı konuşmanın bir bölümü her döneme uyacak cinsten. “…Bu adamlar, böyle meclis huzurunda hesap sorulacağına, Divan-ı Âli teşkil olunacağına, onun karşısında muhakeme edileceğine itikat etmemişlerdir. Teşkilat-ı Esasiye’ye, Cumhuriyete inanmamışlardır…”
Aşırı sıcaklar insanın aklına durduk yere neler getiriyor…