Dün sabah (cumartesi) henüz uyanmış kalkmaya hazırlanırken eşim salondan “biliyor musun Merkez Bankası Başkanı görevden alınmış” diye seslendi. Uyku mahmurluğunu henüz atamamış bir haldeyken ilk tepkim “Yok canım daha neler, alamaz ki” oldu ama “İktisatçı dostlar acaba ne diyor” diye telefona sarılmakta da gecikmedim.
Tabii onlar çoktan uyanmış bu olağanüstü gelişmenin öncelikle yasal boyutunu ve muhtemel nedenlerini tartışmaya başlamışlardı. Cumhurbaşkanı’na geniş yetkiler tanıyan bilmem kaç sayılı kararname varmış orada bir ayrıntı varmış, yasa (2001 TCMB yasası) başkanın görevden alınmasına dair ne derse desin “Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde” böyle bir karar mümkün olabilirmiş, aslında Danıştay yolu da açıkmış ama…
İşin yasal yönü beni hem aşıyor hem ilgilendirmiyor. Emirin demiri kestiği zamanlarda yaşıyoruz. Murat Çetinkaya’nın bir kararname ile bir sabah ansızın görevden alınmasının ekonomik sistemin niteliği ile ilgili gündeme getirdiği sorular beni çok daha fazla ilgilendiriyor.
Bu konuya geleceğim ama Cumhurbaşkanı’nın neden bu değişikliğe gerek duyduğu konusuna kısaca değinmeden geçmek istemiyorum. Dün Barış Soydan T24’de sıcağı sıcağına kaleme aldığı yazısında Çetinkaya’nın görevden alınmasının büyük bir sürpriz olduğunu belirttikten sonra “Acaba iktidarın faiz indirimi baskısına direndiği için mi sorusu akla geliyor” diyordu.
Aslında enflasyonun gerilediği düzey (yüzde 15,7) ile TCMB’nin faizi (yüzde 24) arasında oluşan devasa farkı artı durgunlukta olan bir ekonomi olgusunu artı ekime kadar enflasyonun yüzde 10 küsurlara kadar gerileyeceği gerçeğini dikkate aldığımızda, “TCMB’nin normal koşullarda faiz indirimine en azından son Para Politikası Kurulu toplantısında başlaması gerekirdi” diye düşünebiliriz.
Ama normal koşullarda yaşamıyoruz. Katıldığım televizyon programlarında anormalliği vurgulamaya özen gösteriyorum. TCMB Murat Çetinkaya başkanlığı döneminde çok kötü bir sınav verdi. Faiz artışlarının gereği aşikâr hale geldiği zamanlarda pas geçildi ve sonuçta önce döviz kuru ardından da, haliyle, enflasyon zıvanadan çıktı. TCMB yönetimi büyük bir inandırıcılık kaybına uğradı. Bu kaybın (teknik deyimle kredibilite açığının) bedelini durgunluk içindeki bir ekonomide aşırı yüksek reel faizle ödemeye başlamıştık. TCMB yönetimi tabir caizse “yoğurdu üfleyerek yeme” moduna geçmişti.
Yine de bu ay yapılacak toplantıda faiz indirimine artık başlanacağı beklentisi hâkimdi. Bence de başlanması gerekiyordu. Cumhurbaşkanı ile Çetinkaya’nın indirimin dozu üzerinde anlaşamamış olmaları çok muhtemeldir. Bunu yakında öğreneceğiz. Yedek akçenin Hazine’ye devri gibi başka anlaşmazlık konularının da mevcut olduğu söyleniyor. Bana göre güncel para politikasına dair bu tür tartışmalar artık tamamen tali bir öneme sahip.
Bu görevden alma çok daha önemli temel bir sorunsalı gündeme resmen yerleştirdi. Bu gelişme 2001 krizi ertesinde kurulan özerk ekonomik kurumlara dayalı dışa açık ekonomik sistemden 1990’ların ucube sistemine geri dönüşün işaret fişeği gibi geliyor bana.
2001 reformları olarak tarihe geçen kurumsal dönüşümler çerçevesinde yeni bir kanunla TCMB’nin para politikasını yürütmede bağımsız kılınması, bu bağımsızlığı güvence altına almak için başkanın görev süresi içinde güvenceye sahip olması artı TCMB’nin doğrudan Hazine’ye borç kağıtları karşılığı para verme yasağı (merkez bankasının siyasal iktidarın emrine tabi banknot matbaası olmaktan çıkması) bütüncül bir paket olarak yeni sistemin en hayati unsuruydu.
Yıllardır verdiğim Türkiye ekonomisi dersinde öğrencilere 2001 reformlardan söz ederken Merkez Bankası bağımsızlığını “devrim” olarak nitelemeye hep özen gösterdim. Abarttığımı düşünebilirsiniz.
Para politikası bağımsızlığına devrim yakıştırmasından amacım, ülkelerinin ekonomi ve siyasal tarihinden habersiz öğrencilere bu dönüşümün, Cumhuriyet döneminde komuta ekonomisi egemenliğinin diğer ifadeyle siyasal iktidarın ekonomiyi idari kararlarla yönetmeye hakkı ve yetkisi olduğunun geniş kabul gördüğü bir ülkede böyle bir dönüşümün (tabi BDDK, RK vb diğer özerklikler de dahil) normal zamanlarda katiyen mümkün olamayacağını, ancak 2001’de yaşanan derin krizin siyasal iktidarı havlu atmaya zorlayan özel koşullarında yapılabildiğini anlatabilmekti. İstisnai durumu daha iyi vurgulayabilmek için de 700 yılık tarihimiz bolunca genlerimize işleyen ekonomi merkezden yönetilir anlayışının geçmişe dönüşü, isterseniz buna “karşı devrim” de diyebiliriz, sürekli gündemde tutan potansiyel bir tehdit oluşturduğunu eklemeyi hiç bir zaman ihmal etmedim.
6 Temmuz 2019’un tarihe yeni sistemin nihayete resmen erdiği ve geçmişe dönüşün başladığı tarih olarak geçmesi şaşırtıcı olmayacaktır. “Resmen” diyorum çünkü aslında uzunca bir süredir siyasal iktidar gerek merkez bankasına gerek bankaların özellikle de kamu bankalarının işleyişine güçlü telkinler yoluyla fiili müdahalelerde bulunmaya başlamıştı.
Cumhurbaşkanlığı yönetiminin 2001 krizi ertesinde hayata geçen kurumsal özerkliklerden ve başta konvertibilite serbestisi olmak üzere saf kan açık ekonomi kurallarından rahatsız olduğu belli oluyordu. TCMB Başkanı’nın görevden alınması bu rahatsızlığı resmen tescil etti. Bundan sonra hangi adımların sırada olduğu konusunda bahisler açılmıştır.