Giderek artan ekonomik sıkıntılar ve işsizlik nedeniyle gençlerimiz yurt dışına yoğun ilgi gösteriyor. Yapılan araştırmalara göre gençlerin büyük çoğunluğu hayatından memnun değil. Ayrıca, 18-29 yaş grubundaki gençlerin %76'sı Türkiye'de iş bulmak için torpil gerektiğini düşünüyor ve yurt dışına gitmek istiyor. Bir yanda milyonlarca göçmenin boğaz tokluğuna çalışmaya razı olduğu bir iş ortamı var, öte yanda ise iş dünyasının ihtiyacına göre planlanmamış üniversite kontenjanları. Bu şartlar altında, diplomalı işsizler eğitim veya çalışmak için yurt dışına nasıl gidebileceklerini ve nelerle karşılaşacaklarını merak ediyorlar.
Yaşlı bir Osmanlı kadını olan babaannem savaşları, göçleri ve Fransız işgalini görmüş, Çanakkale Cephesi'ne gönderdiği 36 yaşındaki dedemin yolunu beklemişti. Ne zaman biri uzun yola çıkacak olsa “gidip de gelmemek var, gelip de bulmamak var” diyerek helalleşirdi. Ben de yurt dışında yaşarken, memleketteki yakınlarımı kaybettikçe, onun söylediği bu sözü hatırlardım.
Bu yazıda kendi izlenim ve deneyimlerime dayanarak yurt dışında eğitim ve çalışma yaşamı ile ilgili bazı bilgiler vereceğim. Yurda dönüş konusuna da kısaca değineceğim. Gurbette yaşam konusuna tarihsel perspektif oluşturmak için Osmanlıların yurt dışına bakışından bahsederek başlayacağım.
Osmanlıların kuruluş ve yükseliş döneminde Avrupalılar ile ilişkiler çoğu zaman çatışma şeklinde olmuştu. Orta Asya'dan Anadolu'ya gelen göçebelerin bir kısmı, Balkanlar'da fethedilen topraklara gönderildi. Bu şekilde Avrupa'da Türk nüfusu oluşmaya başladı.
İstanbul'un fethinden sonra, Galata'da yerleşik Venedikliler'in yaşamaya devam etmesi konusunda anlaşma yapılmıştı. Fatih ayrıca Venedikli ustaları ülkeye davet ederek sarayda görevler vermişti. Osmanlı Devleti'ne getirilen Avrupalı uzmanlara daha sonra “Taife-i Efrenciyan” denildi. Yabancılara, özellikle de Fransızlara verilen kapitülasyonlar kapsamında gelenler zamanla arttı. Artık; elçiler, tüccarlar, seyyahlar ve Kudüs'e giden çok sayıda Avrupalı, Osmanlı topraklarında serbestçe dolaşıyordu. Onlar zaman içinde İzmir gibi önemli ticaret merkezlerinde yerleşik “Levanten” nüfusunu oluşturdular. Buna karşılık, Hristiyan ülkelerde yaşamanın günah olduğu öne sürülerek Müslümanların Avrupa'ya gidişi kısıtlanmıştı. Sadece az sayıda Müslüman Osmanlı, Avrupa'ya elçi veya askeri casus olarak kısa dönemli ziyaretler yapıyordu.
Gayrimüslim vatandaşlarımız, özellikle de Rumlar ve Ermeniler Avrupa'ya rahatlıkla gidebiliyordu. Matbaa kullanmalarına özel izin verilen azınlıklar 16. yüzyıldan itibaren okullarını geliştirdiler ve öğrencilerine yabancı dilleri öğretmeye başladılar. Bu şekilde yetiştirilen gençler yurt dışına giderek eğitim alma, çalışarak deneyim kazanma hatta şirket kurma fırsatı buldular. Avrupa'nın pek çok ülkesine yerleşen Ermeni ve Rum tüccarlar Osmanlılar ile yapılan ticarette rol oynamaya başladılar.
Osmanlılar, 16. yüzyıldan itibaren Avrupalıların Hristiyan azınlıklara yönelik misyonerlik faaliyetleri yapmasına izin verdiler. Bu fırsattan yararlanarak, Anadolu'da pek çok Hristiyan mezhebine ait yüzlerce misyoner okulu kurulacaktı. Onlar sadece din eğitimi değil, ayrıca mesleki eğitim veriyor ve yabancı dilleri öğretiyorlardı. Daha da önemlisi gayrimüslim gençlerin yüksek eğitim almak ve çalışmak için yurt dışına gitmelerine yardım ediyorlardı. Avrupa'da yaşayan bu gençler haklar ve özgürlükler konusunda Osmanlı yönetimini eleştirmeye başladılar. Özellikle de Rum gençlerin, yurda döndüklerinde Yunanistan'ın bağımsızlık sürecinde önemli rol oynadıkları biliniyor.
Eski ticaret yolları üzerinden yurt dışına gidenler de oluyordu. Baharat Yolu üzerinden yapılan ticaret nedeniyle Hindistan'a yerleşen Ermeniler orada okullar ve kiliseler kurdular. Benzer şekilde, İpek Yolu üzerinden Çin'e giden Yahudilerin, günümüzde hâlâ varlıklarını sürdürdükleri biliniyor.
Özetle, Avrupa'da Sanayi Devrimi ile birlikte tarihi gelişmeler yaşanırken, Müslüman gençlerin, teknik ve ticari alanlarda eğitim alması mümkün olmadı. Buna karşılık, özellikle yabancı dil bilen ve yurt dışında yetişmiş olan azınlık mensupları bürokraside önemli konumlara geldiler. Mimarlık ve hekimlik gibi alanlarda uzmanlaştılar. Avrupalılar da Osmanlı topraklarında faaliyet göstermek için, dillerini bilen azınlıklarla iş birliği yapmayı tercih ettiler.
Avrupa'da kalıcı elçilikler, ilkin III. Selim tarafından 18. yüzyılın sonunda açıldı. Sanayi Devrimi ile güçlenen Avrupa karşısında geri kalındığı kabul edilince, gençlerin Batı'da eğitim almasına izin verildi. II. Mahmud zamanında askeri okullara gönderilen öğrencilerin arasında artık Müslüman gençler de vardı. Daha sonra çeşitli alanlarda eğitime gönderilenler oldu. Örneğin Fransa'da resim eğitimi alan Osman Hamdi ve Şeker Ahmed Paşa gibi isimler sanat tarihimizde önemli bir yer edindi.
Batı'da eğitim alan öğrencilerin, özgürlükler konusunda görüşlerini serbestçe ifade etmeleri rahatsızlık yaratıyordu. Jön Türklerin, Avrupa'dan etkili bir şekilde Osmanlı yönetimini eleştirmeye başlamaları üzerine, II. Abdülhamid öğrencileri yurt dışına eğitime göndermekten vazgeçti.
Osmanlıların son döneminde Orta Doğu'dan Güney Amerika'ya gidenler Türk olarak isimlendirildi. Gittikleri ülkelerde ticarette ve sanayide başarı kazananlar yanında devlet başkan seçilen birkaç “El Turco” bile oldu.
Cumhuriyet'in kuruluşundan sonra Atatürk bir eğitim seferberliği başlatmıştı. 1929'da çıkarılan 1416 sayılı kanun kapsamında öğrenciler öncelikle Fransa ve Almanya'da eğitime gönderildi. Bilim ve sanat alanında eğitim alan Ekrem Akurgal, Şahap Kocatopçu, Jale İnan, Şeref Akdik, Mahmut Cuda, Nurullah Berk ve Sadi Irmak gibi pek çok tanınmış kişi bu öğrenciler arasındaydı. Yurda döndüklerinde, eğitim kurumlarında, bakanlıklarda ve kamu kuruluşlarında görev aldılar. O kanun kapsamında bugüne kadar yurt dışına gönderilen 14 bin kadar öğrenci oldu.
1960'larda çok sayıda genç vatandaşımız başta Almanya olmak üzere çeşitli Avrupa ülkelerine işçi olarak gitmişti. Onların her yaz Türkiye'ye güzel arabalarla geldiklerini hatırlıyorum. Kısa bir süre sonra onlar ailelerini de yanlarına alarak “Almancı” olarak tabir edilen güçlü bir topluluk oluşturdular.
1972'de Sirkeci'den kalkan bir trenle İngiltere'ye, bir çiftlikte çilek toplayarak gezmek için gitmiştim. Yol üstünde Münih Tren İstasyonunda banklarda sohbet eden vatandaşlarımıza rastlamak benim için ilginç bir deneyim olmuştu. Daha sonra kısmen otostop yaparak gittiğim Hollanda'da Türk göçmenlere karşı yapılan gösterilere denk gelmiştim. Günümüzde Avrupa'da seçme ve seçilme hakkına sahip pek çok vatandaşımız var. Buna karşılık yabancı düşmanlığı da pek çok ülkede karşımıza çıkıyor.
1975'te 1416 sayılı kanun kapsamında burslu bir öğrenci olarak yüksek lisans ve doktora için ABD'ye gitmiştim. O dönemde, nispeten az sayıda Türk asıllı Amerikalı vardı. New Jersey Eyaleti Paterson şehrinde Kafkaslardan gelen Karaçaylılar toplanmıştı. New York eyaleti Rochester şehrinde de bir konfeksiyon şirketinde çalışmak üzere gelmiş çok sayıda terzi olduğunu öğrenmiştim. Yıllar önce Orta Doğu'dan Amerika'ya getirilen develerin bakıcılarının da geri dönmediğini duymuştum. Türkiye'den Amerika'ya yerleşen çok sayıda Ermeni ve Rum vatandaşımıza rastladım. Gemiden atlayarak karaya çıkan gençlerin benzincilerde ve restoranların mutfaklarında çalıştıklarını duyuyorduk. Yıllar içerisinde orada da güçlenen bir Türk nüfusu ve lobisi oluştu.
1970'lerde Türkiye'nin 70 sente muhtaç olduğu zaman benim okul harçlarım ve bursumun ödemeleri zaman zaman gecikiyordu. Hatta bir süre için okulla ilişkim bile kesilmişti. ABD'de bursla veya kendi kaynakları ile okuyan öğrencilerin çoğu başarılı olmasına rağmen bazı öğrencilerin sorun yaşadığına da şahit oldum. Eğitim sistemine ayak uyduramadığı için geri dönen ve kopya çekerken yakalanarak okuldan atılanlar bile oluyordu.
Avrupa'daki Türkler artık ciddi bir nüfusu oluşturuyor. Bulundukları ülkelerde bilim, sanat ve politika gibi pek çok alanda varlık gösteriyorlar. Artık döner restoranı göremediğimiz şehir kalmadığını da söyleyebiliriz. Daha da önemlisi, pandemi döneminde aşı geliştirme başarısını gösteren Prof. Dr. Uğur Şahin ve Dr. Özlem Türeci gibi pek çok insan Avrupa'da gurur verici bir tablo oluşturuyorlar. Türkiye'de bulamayacakları imkanlarla küresel ölçekte başarılara imza atıyorlar.
Kuzey Amerika'daki seçkin vatandaşlarımız da bize gurur veriyor. Nobel ödüllü Prof. Dr. Aziz Sancar, Prof. Dr. Nejat Veziroğlu, Prof. Dr. Feridun Hamdullahpur, Prof. Dr. Banu Onaral ve TV programları ile tanınan Dr. Mehmet Öz gibi binlerce vatandaşımız ülkemizi başarı ile temsil ediyorlar. Bu köşede, küresel ölçekte önemli insanlarımızın hikâyelerini çeşitli söyleşilerle sizlerle paylaşıyorum.
1980'lerde Türkiye'deki şartlar, Amerika'dan geri dönüş için çok uygun değildi. Benden önce yurda dönenlerin yaşadığı zorluklar nedeniyle tekrar Amerika'ya döndüklerini çok iyi hatırlıyorum. Onların yaşamını ve çalışmasını zorlaştıran insanların olduğunu söylüyorlardı. Tekkeyi bekleyenler çorbayı içiyor ve yurt dışından gelenlerle paylaşmaktan hoşlanmıyorlardı. Sonuç olarak, geri dönenlerin büyük bir kısmı burada yaşamakta zorlandığı için beyin göçü vermeye devam ediyoruz.
Yurt dışında çalıştıktan sonra ülkemize dönen çok sayıda bilim insanının katkılarından da bahsetmek gerekiyor. Rahmetli Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu, Prof. Dr. Yunus Çengel, Prof. Dr. Şirin Tekinay, Prof. Dr. Fikret Kargı ve Prof. Dr. Mustafa Özcan gibi pek çok önemli bilim insanı başarılı kariyerlerinden sonra ülkelerine hizmet ettiler. Onlar arasında Rahmetli Prof. Dr. Fuat Sezgin'in bence çok özel bir yeri var.
1960 yılında İstanbul Üniversitesi'nde işine son verilen Fuat Hoca kariyerine Almanya'da devam etmek zorunda kalmıştı. İslam bilim ve teknoloji mirası üzerine yaptığı çalışmalarla Frankfurt'ta bir müze inşa etmiş ve sayısız eserler vermişti. Yaşamının son yıllarını Türkiye'de konferanslar vererek ve Gülhane Parkı'nda bir müze kurarak geçirdi. Ayrıca Fuat Hoca ve eşi Dr. Ursula Sezgin'in bağışladığı kitaplarla bir kütüphane kuruldu. (Aşağıdaki fotoğraflar kütüphanenin kuruluş sürecinde ve müzede çekilmiştir.) Fuat Hoca'nın yaptıklarının yurt dışında başarılı olan bilim insanlarına örnek olmasını diliyorum.
Ben de Amerika'da uzun yıllar eğitim aldıktan ve çalıştıktan sonra tedirgin bir şekilde dönmüştüm. 1988'de kurduğum araştırma merkezinde, dünyanın çeşitli ülkelerinde eğitim alan ve çalışan insanlardan bir takım oluşturmuştum. Bu merkezden o dönemde Dünya Gazetesi'nde (11 Mayıs 1995) “Pakmaya, beyin göçüne “dur” diyor.” şeklinde bahsedilmişti. O seçkin gençlerin ülkemize kazandırılması için yeterli maddi, bilimsel ve teknolojik imkanları sağlamak gerekmişti.
Bence yurt dışında bilim, teknoloji ve iş dünyasında zirveye tırmanan vatandaşlarımızın birikiminden henüz yeterince yararlanamıyoruz. Onların Türkiye'deki bilimsel ve teknolojik çalışmalara daha fazla katılmasının mümkün olduğunu düşünüyorum. Artık, düzenlediğimiz çevrim içi toplantılara aynı anda Japonya'da ve Amerika'da yaşayan bilim insanları elektronik ortamda katılabiliyorlar. Onların küresel deneyiminden yararlanmak için bu fırsatın değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Ben imkân bulabilen gençlerin yurt dışında eğitim ve iş deneyimi kazanmasının çok faydalı olduğunu düşünüyorum. Geçmişte eğitim almak için ilk hedef Avrupa ve Kuzey Amerika olmuştu. Özellikle de Avrupa ülkelerinde üniversite eğitim ücretlerinin daha düşük oluşu ve ulaşım kolaylığı onları öne çıkarıyordu. Az da olsa Avustralya ve Rusya gibi ülkelerde eğitim görenlere de rastlanıyordu. Şimdi dünyanın her tarafında turist, öğrenci, çalışan veya girişimci vatandaşlarımıza rastlamak mümkün.
Geçen yüzyılın son yarısından itibaren Güneydoğu Asya ülkelerindeki eğitim kurumlarının ve iş dünyasının yükselişine şahit olduk. Başta Japonya olmak üzere Güney Kore, Singapur, Hong Kong ve son dönemde Çin büyük bir atılım içinde. Artık bu ülkelerde eğitim alan ve oralarda çalışan Dr. H. Enis Karahan gibi genç akademisyenler de var.
Ben şahsen Güney Doğu Asya ülkelerinin bilim, teknoloji ve ekonomi alanlarında kritik rollerinin uzun bir süre devam edeceğini düşünüyorum. Bu nedenle o bölgelerde eğitim almak ve çalışmak geleceğin dünyasında önemli bir avantaj sağlayacaktır. Bu arada, Türk vatandaşları için Çin'e seyahat vizesi almanın zor olduğu ancak eğitim söz konusu olduğunda kolaylık sağlandığı da söyleniyor.
Türkiye'de lise seviyesinde iyi eğitim veren çok sayıda okul olduğunu biliyorum. Üniversite sınavlarına hazırlığın eğitimin kalitesini düşürmesine rağmen lise için yurt dışına gitmenin avantaj sağlayacağını düşünmüyorum. Belki yabancı dil pratiği için, değişim programlarından yararlanılabilir. Aslında günümüzde çevrim içi derslerle de gençler yabancı dil ve teknik becerilerini geliştirebiliyor.
Lisans aşamasında Türkiye'de iyi eğitim alınabilecek pek çok üniversitemiz var. Üniversite ve bölüm seçerken, onların sıralamalardaki konumlarına çok dikkat edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu amaçla, YÖK'ün ve ODTÜ'deki URAP'ın raporlarının dikkatle incelenmesinde yarar var. Türkiye'de iyi bir üniversiteye girmekte zorlananların yurt dışında benzer kalitede bir üniversiteye girmeleri pek kolay olmayabilir. Farklı bir ülkede eğitim almanın kazandırabileceği yetkinlikler olduğunu kabul etmekle birlikte, üniversite çağında ailelere ve destekleyici bir sosyal çevreye yakın olmanın büyük faydası olduğunu düşünüyorum.
Günümüzde üniversite seviyesinde çevrim içi dersler almak için Coursera, Khan Academy, Udemy ve openculture gibi kaliteli kaynaklar var. İyi İngilizce bilenler onlardan yararlanarak yazılım, yapay zekâ ve veri analitiği gibi güncel konularda kendilerini kolaylıkla yetiştirebilirler. Bu alanlardaki sertifikalar iş bulmak için diploma kadar değerli olmaya başladı.
Bence yurt dışına gitmek için en isabetli seçenek lisansüstü eğitimdir. Lisans derecelerini başarı ile tamamlayan öğrencilerin yerli ve yabancı kaynaklardan burs bulması mümkün olabilir. Doktora sonrası araştırmacılar için de projeler ve kaynaklar bulunabiliyor. Araştırmacı veya akademisyen olarak yurt dışında çalışmak isteyenler bu imkanlardan yararlanarak özgeçmişlerini güçlendirebilirler.
Yurt dışında yaşamanın da zorlukları olduğunu da unutmamak gerekiyor. En başta aile ve arkadaş desteğinden uzakta kalmak özellikle başlangıçta sorun yaratabiliyor. Yabancı düşmanlığı olan yerlerde çevre edinmek de kolay olmayabiliyor. Bu nedenle, öncelikle çok sayıda yabancı öğrencinin olduğu üniversiteler tercih edilmelidir. Ayrıca, Türk nüfusun yüksek olduğu büyük şehirlerin yakınında yaşamak daha kolay olabilir.
Bu konuda, okuyucuların farklı görüş ve önerilerine bu köşede yer vermeye çalışacağım. Özellikle de yurt dışında çalışanların ve eğitim bilimcilerin katkılarının gençler için faydalı olacağını düşünüyorum.
Türkiye'nin içinde bulunduğu ekonomik durumda, iş bulma sorunu yaşayan gençler yurt dışında eğitim almak ve deneyim kazanmak için arayış içindeler. Türk lirası değer kaybederken, kendi kaynakları ile yurt dışına gitmek konusunda çok dikkatli olmak gerektiği ortada. Gençlere, Türkiye'de iyi bir üniversite eğitimi aldıktan sonra yurt dışında lisansüstü eğitim için yerli ve yabancı kaynaklardan burs bulmaya çalışmalarını tavsiye ederim.
Yurt dışına gidişin beyin göçünün ilk adımı olduğunu da unutmamak gerekir. Öğrencilerimizin nihai hedefinin, gelecekte yurda dönerek akademi veya iş dünyasında ülkemizin kalkınmasında rol almak olması gerektiğine inanıyorum. Türkiye'de başta yetkililerin ve özellikle de akademi ve iş dünyasının beyin göçünü tersine çevirmek için özel bir gayret göstermesi gerekiyor. Yurt dışında yaşayanların, Türkiye'deki ekonomik istikrar, özgürlükler ve adalet konularındaki endişelerini ortadan kaldırmak da bu konuda faydalı olacaktır.
Yurt dışında, gelecekte vatana dönmeyi hayal eden çok sayıda bilim insanı olduğunu biliyorum. Onların başarılı çalışmalarını ülkemizde devam ettirebilmeleri için maddi ve teknik imkanların da hazırlanması gerekiyor. Hedefimiz çok sayıda üniversiteye sahip olmak yerine, uluslararası sıralamalarda yer alan seçkin kurumlar yaratmak olmalıdır. Bu durumda gerçek bilim insanları için ayrılabilecek kaynaklar artabilir.
Hiçbir bilimsel yayını olmaksızın üniversitelerimizde rektörlük yapanlar yerine uluslararası seviyede başarılı olan bilim insanlarına fırsat verilmesinin zamanı geldiğini düşünüyorum. Onların ülkemize kazandırılması, yurt dışına giden çok sayıda gencin de gelecekte geri dönmesi için yol açacaktır. Ülkemizde yeterli şartlar sağlanabilirse sadece vatandaşlarımız değil diğer ülkelerin bilim insanları da ders vermek ve araştırma yapmak için gelebilirler. İşte o zaman tersine beyin göçü yaygınlaşabilir.
Son Söz: Gençlerin yurt dışında lisansüstü eğitim almaları ve çalışmaları onlara geleceğin dünyasının kapısını aralayabilir. Eğer onların ülkemizle ilişkileri iyi yönetilemezse bu kapı tek yönlü beyin göçüne neden olabilir. Bu konuda yapılması gereken, yurt dışındaki değerli insanların ülkemize geri döndüklerinde rahatça çalışabilecekleri ve yaşayabilecekleri ortamı sağlamaktır.