Türkiye, Avrupa Konseyi’nin kuruluşundan itibaren üyesi ve İnsan Hakları Sözleşmesi’ne taraf bir ülkedir. Konseye bağlı kurumların asli ve sorumlu üyesidir. Vatandaşlarına Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı tanımıştır. Bu mahkemenin kararlarını uygulamakla yükümlüdür. Bu, salt üyelikten gelen bir yükümlülük değil, aynı zamanda, Anayasa’nın 90/5 hükmü gereğince, anayasal bir zorunluluktur. Oysa Türkiye AİHM’nin kararlarını kimi zaman yok saymakta, kimi zaman da mahkeme kararlarını önceleyen hukuk dışı yargısal hükümlerle uygulanamaz konuma düşürmektedir. Bugüne kadar, Türkiye dışında hiçbir Konsey üyesi AİHM kararlarını uygulanamaz duruma düşürmek suretiyle yüksek mahkemeyi itibarsızlaştırmamıştır. Aksine üye ülkelerin tümü AİHM kararlarını uygulayarak adalet sistemlerinin gelişmesine katkı sağlamakta. Oysa Türkiye, AİHM’nin de ülkenin yargı sistemi gibi devletin çıkarına uygun kararlar almasını istemektedir. AİHM’yi de kararlarından yararlanılacak bir yüksek yargı kurumu değil, devleti ve çıkarlarını koruması gereken bir araç olarak görmektedir.
Türkiye’nin AİHM’ye bakışını ve mahkemenin kararlarına karşı tutumunu açıklayan en canlı örnek, HDP Eş başkanları Selahattin Demirtaş ile Figen Yüksekdağ için AİHM’nin aldığı kararlara karşı gösterilen tepkiler ve bu kararları boşa düşüren hukuk dışı yargısal oyunlardır. Selahattin Demirtaş hakkındaki kararların uygulanamaz konuma getirilmesi Türkiye’nin AİHM’ye yaklaşımını aydınlatıcı örneklerdir. Selahattin Demirtaş TBMM’nin ikinci muhalefet partisi HDP’nin eş genel başkanı, milletvekili ve grup başkanı iken makabline şamil (geriye işletilen) bir anayasa değişikliği ile 4 Kasım 2016 günü “suç işlemek amacıyla örgüt kurmak”, “terör örgütü üyesi olmak”, “silahlı terör örgütüne üye olmak”, “örgüt adına suç işlemek” iddialarıyla gözaltına alındı, hemen ardından da tutuklandı. Suç örgütü kurmak suçlaması, kaçınılmaz olarak diğer eylemleri de kapsar. Diğer bir deyimle zanlıya isnat edilen, ayrı illerde ve ayrı fezlekelerle dava konusu yapılan edimler, tek bir suçun doğal uzantılarıdır. Örgüt kuran kişi, kaçınılmaz olarak örgütün üyesidir. Aynı zamanda örgüt adına eylem yapmakla yükümlüdür. Örgüt suç örgütü ise, yaptığı eylem de suçtur. Mecliste 80 milletvekili ile temsil edilen HDP’nin, bir suç örgütü olduğu iddia edilerek onun genel başkanı Sayın Demirtaş’ın, çeşitli illerde, yaptığı benzer nitelikteki çalışma ve konuşmaların her biri ayrı birer suç sayılmış ve hakkında 33 dava açılmıştır. Bu davalar için toplam 142 yıla kadar hapis cezası istenmektedir. Demirtaş’ın avukatları uzun tutukluluk süresini gerekçe göstererek yaptıkları başvuru, AİHM tarafından kabul edildi ve 20 Kasım 2018’de sanığın derhal serbest bırakılarak tutuksuz yargılanmasına karar verildi. Kararın açıklanmasından sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan şu açıklamayı yaptı: “… Onun karşılığında bizim de yapabileceğimiz birçok şey vardır. Biz karşı hamlemizi yaparız, işi bitiririz. (…) terör devam ediyor. Faturasını, bedelini Türk halkı ödüyor.” Bu açıklamadan sonra Erdoğan’ın sözünü ettiği karşı hamle geldi. AİHM’nin tahliye kararı vermesi ihtimali düşünülerek İstanbul 26. Ağır Ceza mahkemesi birbirine benzer dosyalardan birini 7 Eylül 2018 günü sonuçlandırdı. Selahattin Demirtaş ve Sırrı Süreyya Önder terör örgütü propagandası yapmak gerekçesiyle mahkûm edildi. Birincisine 4 yıl 8 ay, ikincisine de 3 yıl 6 ay hapis cezası verildi. Demirtaş’ın tahliye talebi 30 Kasım’da reddedildi. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi’ne gönderilen Demirtaş ve Önder’in dosyaları, sırada yüzlerce dosya varken, en öne alındı ve 4 Aralık günü 2. Ceza dairesi tarafından cezaları onaylandı. Selahattin Demirtaş artık hükümlüydü, cezası bitinceye kadar tutukluluk hali devam edecek ve AİHM’nin tahliye kararı boşta kalacaktı. Nitekim süreç öyle işletildi ve AİHM’nin tahliye kararı uygulanmadı.
Demirtaş’ın avukatları davanın AİHM’nin büyük dairesince yeniden incelenmesi talebiyle mahkemeye başvuruda bulundu. AKP hükümeti de, AİHM’nin verdiği ihlal ve derhal tahliye kararının büyük dairece değerlendirilmesi istemiyle ayrı bir başvuruda bulundu. Büyük daire duruşma tarihi olarak 18 Eylül 2019 gününü belirledi. Büyük dairenin duruşma günü beklenirken Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi, 10 ay gecikmeli olarak , 2 Eylül 2019’da aniden hükümlü Selahattin Demirtaş için tahliye kararı verdi. Savcının üst mahkemeye yaptığı itiraz da reddedildi ve tahliye kararı kesinleşti. Avukatların mahsup talebi de 20 Eylül 2019 günü 26. Ağır Ceza’da kabul edildikten sonra, Demirtaş’ın tahliyesi an meselesi olarak beklenirken devreye, herkesi şaşırtan, yeni bir kumpas girdi. Ana davada uzun uzun görüşülen ve Demirtaş tarafından bir provokasyon olduğu ispatlanan KOBANİ olayları yargılandığı halde, 33 dosyadaki ilgili fezlekeler Ankara Savcılığı tarafından bir araya toplandı. Böylece yargılanması bitmiş olaylardan yeni bir fezleke oluşturularak 20 Eylül 2019 günü KOBANİ davası adıyla yeni bir dava için soruşturma açıldı. “İşin aciliyeti nedeniyle” Demirtaş ve Yüksekdağ’ın sorguları SEGBİS üzerinden yapıldı. Sorgulamaları takiben tekemmül ettirilen dosya sanıkların tutuklanması talebiyle ilgili mahkemeye gönderildi. Mahkeme aynı gün sanıklar için tutuklama kararı verdi. Dolambaçlı yollardan giderek HDP başkanları için tutuklama kararı çıkarılması, muhtemelen henüz açıklanmayan AİHM Büyük Daire kararının sanıklar lehine olacağının öğrenilmiş olmasıdır. Burada da amaç AİHM Büyük Dairesi’nden sanıklar lehine çıkacak kararı boşa düşürmek ve uygulama dışı bırakmaktır. Eş başkanlar için alelacele yeni tutuklama kararı çıkarılmasının gerçek nedeni pek yakında anlaşılacaktır. Sayın Erdoğan, BM zirvesine katılmak için 21 Eylül 2019 günü, ABD ziyareti öncesinde Atatürk Havalimanı’ndaki konuşmasında anılan tutuklamaların nedenine ilişkin ipuçları vermektedir. Bu konuşmasında HDP milletvekillerini hedef gösteren Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ‘Bu ülkede katil aranıyorsa bunların adresini aramaya gerek yok. Bunlar parlamentoya kadar sızmışlar’ dedi. Erdoğan, Demirtaş hakkında yeniden tutuklama kararı çıkarılmasına göndermede bulunarak ‘Sokağa insanları çağırıp Diyarbakır’da 53 evladımızı öldürenleri bu millet unutmuyor, unutmayacaktır da. Bu işin sonuna kadar takipçisi olacağız. Bunları bırakamayız. Eğer biz bırakırsak ebedi âlemde şehitlerimiz bize bunun hesabını sorar. Bu topraklar rastgele topraklar değil’ diye konuştu.” (ARTI-GERÇEK, 21. 09. 2019). Sayın Erdoğan ‘Bu işin sonuna kadar takipçisi olacağız. Bunları bırakmayacağız.’ derken Demirtaş’ın tutuklanmasında doğrudan etkili olduğunu açıkça ifade etmektedir.
AİHM’nin HDP yöneticileri için verdiği kararları boşa düşürmek ve uygulanmalarını imkânsız kılmak için kurulan kumpaslar, başvurulan oyunlar Barolar Başkanı Feyzioğlu’nun Saray’a davet edilmek için Sayın Erdoğan’ın yargı reformu yapacağını, yargının bağımsız ve yargıçların her türlü müdahaleden münezzeh bir konuma getirileceğini büyük bir coşkuyla anlattığı günlere denk gelmesi son derece hazindir. Bu örnekler Türkiye’de tek adam yönetimi devam ettiği sürece keyfiliğin ve adaletsizliğin de devam devam edeceğini gösteriyor. Siyasi iktidar HDP yöneticilerini, haksız, adaletsiz ve kanunsuz şekilde tutuklatarak uzun süre özgürlüklerinden yoksun bırakabilir. Onlara ve ailelerine büyük acılar yaşatabilir. Ama sonuçta en büyük kayba uğrayacak olan Türkiye’dir. 2004-2005 yılları boyunca AB parlamentosunda bütün parmaklar Türkiye için kalkıyordu. Avrupa Konseyi Parlamenterler meclisinde Türkiye delegeleri büyük itibar görmekteydi. Bu tarihlerde Türk parlamenterlerin pek çok kez başkan yardımcısı bir kez de başkan seçildikleri biliniyor. Bugün Avrupa parlamentosunda ve Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde en çok eleştirilen Türkiye’dir. Türkiye’nin AİHM kararlarına karşı olumsuz tavır alması konseyden atılmasını gündeme getirebilir. Son yıllarda AB’nin Türkiye ilerleme raporlarında yinelediği ağır eleştirilerin bu kez itibar kırıcı ifadelere dönüşmesi kuvvetle muhtemeldir.
Yargıya yapılan açık ve kapalı müdahaleler, AYM ve AİHM kararlarının bile yok sayıldığı, çoğu kez bu kararların uygulanmadığı, kimi zaman da boşa düşürülerek uygulanamaz duruma getirildiği bugünkü Türkiye’de artık yargının bağımsız olduğunu söylemek olanaksızdır. Her kademedeki yargı organlarının yürütmenin eğilim ve istemlerine bakarak karar aldıkları yalnız Türkiye’de değil, tüm dünyada bilinen bir gerçektir. Türkiye’nin AB’ye katılmak için başlatılan üyelik müzakerelerinin dondurulmasının önde gelen nedeni yargının bağımsız olmamasıdır. Batı Avrupa’dan gelecek yatırımcı ve sermayenin son zamanlarda Türkiye’den uzaklaşmasının nedeni de sermayeye güven vermeyen güdümlü yargıdır. Yargının denetimini reddeden yürütmenin keyfi davranışları ve parasal hareketlere kural dışı müdahalesi de yatırımcıyı kaçırmaktadır.
Türkiye kuvvetler ayırımını fiilen benimseyerek uygulamaya koymadan, yönetimin şeffaf ve denetlenebilir olmasını sağlanmadan, özerk organların hiçbir müdahaleye maruz kalmadan özgürce görev yapabilecekleri bir ortamı oluşturulmadan, vatandaşların tümünün eşit ve adil muamele gördüğü, korkusuz yaşadığı, çoğulcu, katılımcı, insan haklarına saygılı, çok kültürlü, kuvvetler ayrılığına dayalı hukukun üstünlüğüne bağlı ileri bir demokrasiyi kurup işletmeden ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmasını evrensel boyuta çıkarması mümkün olmadığı gibi, uluslararası alanda da güvenilir bir ülke olarak itibar görmesi olanaksızdır.