29 Temmuz 1965 günü Milliyet gazetesinde Abdi İpekçi'ye verdiği söyleşide CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, Parti'sinin 'ortanın solu'nda olduğunu söyledi.
Elbette bu demeç, ardından bir dolu tartışma, rahatsızlık ve kaynaşmayı tetikledi. CHP, yönünü mü şaşırmıştı, kimliğini mi değiştiriyordu, kendini inkâr mı ediyordu?..
Bu doğrultuda, bir uçta "Ortanın solu, solun ortası" nakaratıyla ti'ye almalardan, öbür uçta "Ortanın solu, Moskova yolu" diyerek komünizm fobisi üzerinden gözden düşürme çabalarına kadar açılan yelpazede, Türkiye'nin en eski partisinin 'devlet'ten 'toplum'a doğru bu yeni siyasi yörünge ilanı yerden yere vurulmuştur. Hatta 1965 seçimlerindeki başarısızlık da "İşte buyurun, 'ortanın solu'nu buldunuz" demeye getirircesine bu karara bağlanmıştır.
Ardından, CHP'nin bu yeni renginden hoşlanmayan partililer, Turhan Feyzioğlu önderliğinde Güven Partisi 'kopma'sına da yol açmışlardır.
Geçerken şunu kaydetmemek haksızlık olur: Her ne kadar 'ortanın solu'nun CHP Genel Başkanı İnönü'nün ağzından Parti'nin siyasi çizgisi olarak resmen telaffuz edilmesi önemli ise de bu ifade Parti'nin bazı genç siyasetçileri tarafından daha erken yıllarda kullanılmıştır. Özellikle İnönü-sonrası CHP'sinde öne çıkacak olan iki abide isim, Bülent Ecevit ve Turan Güneş'in 'ortanın solu' tabirini CHP ile bağlaşık şekilde İnönü'den önce kullandığına ilişkin tespitler vardır.
Her halükârda İnönü'nün 1960'lar dünyasının yükselişte olan ekonomik, sosyal, politik, ideolojik ve kültürel dinamikleriyle gayet uyarlı mahiyette CHP için netleştirdiği 'ortanın solu' çizgisi ciddi sarsıntı ve çalkantılara yol açarak kısa vadede Parti'nin aleyhine gibi görünen birtakım sonuçlara yol açmıştır denilebilir.
Ama uzun vadede ne olduğunu hepimiz biliyoruz.
'Ortanın solu'na bütün fikriyatı ve kalbiyle sahip çıkan, onu kendince herkesin anlayacağı bir dille 'teorikleştirme' yönünde de çaba sarf eden (aşağıya, 'Kaynaklar'a bkz.) Bülent Ecevit'le CHP, 1970'ler Türkiye'sinde tarihinin en büyük oy oranlarını yakalayarak bugüne kadar bir merkez-sol kitle partisi kimliğiyle kristalleşti, kurumsallaştı.
CHP tarihinin belki de en önemli dönüm noktasıdır İnönü'nün "Ortanın solundayız" anonsu ve ardından Ecevit liderliğinde bu siyasi çizginin hem teorik hem de pratik olarak hayata geçirilmesi…
Önceki hafta sonu T24 olarak CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve Parti'nin önde gelen isimleriyle birlikte İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu'nun da katılımıyla gerçekleştirdiğimiz buluşmada Kılıçdaroğlu'nun bazı sözlerini dinlerken zihnimde onun şimdi lideri olduğu Parti'nin tarihinde 1960'ların ortasında cesaretle hayata geçirilmiş olan bu 'ortanın solu' söylem ve pratiği canlandı.
Elbette aynı ölçek ve ağırlıkta olduğunu söylemiyorum, ama Kılıçdaroğlu, CHP tarihinde yine önemli bir dönüm noktası oluşturacak mahiyette yeni bir siyasi-stratejik yönelim ya da yörüngede bir girişimden bahisle başladı sözlerine.
Bu, CHP için pek çoklarınca 'imkansızı istemek' denilebilecek şekilde, siyaseten bir türlü nüfuz edilemez bir dünya olarak düşünülen dindar-muhafazakâr kesimlerle diyalog ve 'muhabbet' inşası yolunda kararlı, planlı-programlı bir çabanın içinde olunduğu bilgisiydi.
CHP Başkanı şunları söylemekteydi:
"Bir kentin muhafazakâr dünyaya ya da merkez sağ siyasete yakın kanaat önderleriyle 30-35 kişilik buluşmalar gerçekleştiriyoruz. Onlara Genel Başkan'ı kırar mıyız, üzer miyiz, yanlış anlaşılır mıyız veya tepki görür müyüz diye düşünmeyin, istediğiniz soruyu, istediğiniz şekilde sorabilirsiniz, ben de sizin her sorunuzu büyük bir samimiyetle cevaplayacağım diyerek toplantıyı açıyorum. Tabii biz de onlara soruyoruz 'Neden bize oy vermiyorsunuz?' diye. Bu toplantılar sayesinde birbirimizi karşılıklı olarak daha yakından, daha iyi tanımış oluyoruz. (…) Kutuplaştırılmış bir toplumda, zaten size oy vermeye karar vermiş bir seçmen kitlesine kendinizi anlatmanın bir anlamı yok. Önemli olan size uzak duran ama tanımak da isteyen ve hatta tanıdıkça politik tercihini değiştirebilecek olan, bu değişimle birlikte çevresini de etkileyecek olan isimlere ulaşmak. 16 Nisan (2017) Referandumunda uygulamaya başladığımız bu yeni kampanya yönteminin meyvelerini 31 Mart yerel seçimlerinde aldık. Örgütlerimiz de bu kampanya tarzını memnuniyetle benimsedi. Bu zamana kadar kapısını çalmadığı, çalmaktan çekindiği toplumsal kesimlerle buluştukça ve bu buluşmaların olumlu sonuçlarını aldıkça daha da sahiplendi bu yönteme. (…) Kanaat önderleriyle yapılan toplantıların bir başka önemli örneği de kadın vaizeler ile yapılan toplantı. Bir başka toplantı örneği ise CHP'ye hiç oy çıkmamış köylerin muhtarlarıyla yaptığımız toplantı. Bu tür toplantıların sonuncusunu Aksaray'da yaptık. Çok yoğun bir muhtar katılımı oldu. (…) Neden CHP'ye oy vermiyorlar sorusuna yönelik ortaya çıkan sonuç, CHP'nin bu toplum kesimlerine yönelik 'tepeden baktığı' yönünde bir yargının olduğu. Üzülerek ifade edeyim, bizim halka tepeden baktığımız, küçümsediğimiz gibi bir algının yerleştiğini gördüm."
Genel Başkan Kılıçdaroğlu, böylesi bir yargının yerleşmesinde dünden bugüne CHP yönetim kademesi olarak kendi sorumluluklarını da kabul ederek bu yargının kırılması yolunda böylesi bir muhafazakârlıkla buluşma, konuşma, karşılıklı anlama-anlaşma yolunda bir girişiminin önünün açıldığını sözlerine ekledi.
Kılıçdaroğlu'nun konuşmasında bu bağlamda bana çok ilginç gelen bir kesit de dindar-muhafazakâr kesimle diyalog sürecinin, kendilerini bir yeni 'kültürel dil' kullanma yolunda geliştirme çabasına soktuğunu söylemesiydi. Dindar-muhafazakâr 'kültürel lehçe'nin daha aşina olduğu; anlam ve değer dünyasını biçimlerken işlerlikte tuttuğu simgesel söz ve sözcükleri içselleştirmeye çalıştıklarının, buna mukabil yadırgadığı deyiş ve kavramları ise artık kullanmaktan kaçındıklarının altını çizdi CHP lideri.
Bu bana Prof. Şerif Mardin'in Türkiye'de din ve toplumsal değişme (modernleşme) ilişkisini Said Nursi ve Nurculuk örneğinde inceleyerek tartışmaya açtığı kitabında antropolog Victor Turner'dan hareketle bir çözümleme anahtarı olarak kullandığı "kök-paradigmalar" kavramını hatırlattı.
Mardin, Türkiye'de Cumhuriyet'in başından itibaren siyaseten hayata geçirilen hızlı ve köktenci modernleşme karşısında İslami kültürün kendini yeniden-üretebilmesinde kök-paradigmaların oynadığı işlevsel role dikkat çeker. Bir 'kök-paradigma', bir sözcüğün belli bir kültür ortamında taşıdığı özel anlamları işaret etmektedir. Bu anlamlar çerçevesinde insanlar, kendilerine yaşamlarında yol gösterici olacak bir 'kültürel harita' edinirler, bu doğrultuda toplumsal yaşantılarını ve ilişkilerini biçimlendirirler.
İslami bir kültür örüntüsü içinde doğmuş ve yetişmiş insanlar için 'kök-paradigma' mahiyetinde pek çok kavram; rızk, kanaat, namus, hürmet, haram, hak, adalet, sabır, şükür, tevekkül, selamet, vd., gündelik hayatın içinde varoluş çabasında işlerlik arz ederler.
Dolayısıyla, Mardin'e göre, bir radikal modernleşme (Batılılaşma) sürecinin siyaseten hayata geçirildiği Cumhuriyet Türkiye'sinde dindar-muhafazakâr kültürel örüntü, kök-paradigmalar dolayımıyla ayakta kalabilmiş, böylelikle kuşaktan kuşağa aktarım sağlanabilmiştir.
Hızla konumuza, CHP'ye ve CHP'nin muhafazakârlık ve 'muhafazakâr kültürel lehçe'ye yabancılığı aşma hedefine geri dönelim!..
Şerif Mardin'in, elbette eleştiri ve sorgulamaya da açık yukarıdaki çalışmasından hareketle formülleştirmek gerekirse, Türkiye'de dindar-muhafazakârlığı modernleşen Türkiye'de zinde-diri-canlı kıldığı belirtilen kök-paradigmalar, aynı zamanda bunlara duyarlı kitleleri on yıllar boyunca sağ partilerin arkasında tutma yolunda da popülist siyasetin malzemesi olmuştur denilebilir.
(Bunu sadece bazı merkez-sağ partiler ve İslamcı-sağ partilerin isimlerine bakarak dahi anlamak mümkün: Adalet, Doğru Yol, Nizam, Selamet, Refah, Fazilet, Saadet)
CHP için ise bu kök-paradigmalar, 'sırrına vakıf olunmak', yani kitleler nezdinde anlam ve değer üreten simgeler şeklinde değerlendirilmek şöyle dursun, daha ziyade gericilik, çağdışılık, yobazlık hallerinin dildeki (söylemsel) tezahürleri olarak takdir olundular. Buna karşılık, söz konusu muhafazakâr kitlelerle mesafeye, yabancılaşmaya ve ters düşmeye sürükleyen bir terminolojik dil kullanımı benimsendi.
Kılıçdaroğlu'nun sözünü ettiği "CHP bize tepeden baktı" algısının bu kadar pekişmesinde bu 'terminoloji' sorununun, bu kök-paradigmalara vakıf olamama durumunun payı olduğu da düşünülebilir.
Fakat şimdi Genel Başkanı'nın T24 buluşmasındaki sözlerinden anlıyoruz ki CHP, artık bu kök-paradigmalarla çatışık değil barışık, onlara dışsal değil içsel bir yeni-dil kullanımını özellikle dindar-muhafazakâr kitlelerle kurduğu ilişkide geliştirme yolunda bir çaba içine girmiş görünüyor.
Zaten hemencecik 'CHP'de muhafazakâr açılım' denilip ironiye vurularak hem küçümsenen hem de kınanan bu muhafazakâr kesimi anlama/ona kendini anlatma pratiğinin naif mi naif, romantik mi romantik, hülyalı mı hülyalı, dolayısıyla da boşa kürek çekmekten öteye gitmeyecek nafile ve beyhude bir çaba olduğunu elbette çok söyleyen çıkacaktır.
Kendisini CHP bünyesinin bir parçası sayan kesimlerden de gelecektir itirazlar...
Başta Tayyip Erdoğan olmak üzere, meydanlarda "Kırk yıllık Kâni olur mu Yani" diyerek ve geçmişten bol bol 'CHP-marifeti' saydıkları dindarlık-karşıtı bir takım uygulamaları temcit pilavı gibi öne sürerek, kitleleri bu girişim karşısında ters yönde maniple edecek sağ-dinbaz siyaset erbabı da olacaktır.
Bütün bu beklenti ve olasılıkların ötesinde ben CHP'nin girişiminin yerinde ve zamanında, dolayısıyla geçerli ve de gerekli olduğunu savunuyorum.
Doğrudur, bu memlekette, "Babamın mezardan çıkacağını bilsem de ölsem de CHP'ye oy vermem" diyen bir dindar-muhafazakâr nesil olmuştur. Ben de bu tür lakırdıları edenlere bol bol tanık oldum.
Fakat, bilmiyorum çok mu ağır olacak, o yüzden Allah geçinden versin diye bir not da düşerek belirtmem gerekirse, "Ölsem de CHP'ye oy vermem" diyen o muhafazakâr nesil de hakikaten ölmeye yüz tutmuştur. Ya da henüz topyekûn Hakk'ın rahmetine kavuşmadıysa da hem fiziken hem zihnen hem de ruhen alabildiğine yaşlanmıştır.
Bugün AKP ve MHP bir yandan da işte tam bu vasıfta olanların siyasal temsili olarak bir kitlesel daralma sürecinin içinde kanımca.
Ve gayet ilginç şekilde, AKP iktidarı bir noktadan itibaren Türkiye'de seküler kimliğin partisi CHP'yi dindar-muhafazakâr kesimle irtibat ve 'muhabbet' noktasına şimdilerde getirdiği gibi, dindar-muhafazakâr camia da 17 yıllık AKP iktidarında alabildiğine sekülerleşme sürecinin içinde oldu.
Dolayısıyla CHP'nin dindar-muhafazakârlara hitap etme, onların gönlünü ve güvenini kazanma arayışının ben öyle topyekûn karşılıksız kalacağını düşünmüyorum.
"Ölsem de CHP'ye oy vermem" diyen dindar-muhafazakârlık ölmeye yüz tutuyor.
Yeni-kuşak dindar-muhafazakârlık ki isterseniz bugün hayli popüler olan Z-kuşağı tabirinden esinle 'Z-kuşak dindar muhafazakârlık' diyelim; işte bu kuşak için AKP dinbazlığının yaşlı, sıkıcı, boğucu, daral getirici, nihayet deizme kaçırıcı söylem ve pratiği karşısında CHP sekülerliğinin hayata da sevince de ümide de davet eden bir seçenek oluşturma ihtimali yok değil, bal gibi de vardır.
Yukarıdaki iddiamızı temellendirme yolunda en bariz, taze ve heyecan verici örnek, Ekrem İmamoğlu'dur.
23 Haziran tekrar-seçiminde İstanbul'da kendisini gösteren ezici oy farkı, kentin dindar-muhafazakâr seçmenlerinin, yaşlanmış ve çatık kaşlı; kutuplaşma, kavga, çatışma, savaş, kan vaat etmekten öteye gitmeyen; dünyayı değil ahireti, hayatı değil ölümü öne çıkaran AKP tavrına bir tepkisi olarak da geldi.
Ve işte bugün İstanbul'da karşımızda Ramazan'da orucunu tutan, Cuma namazına iştirak eden, üstüne bir de çatır çatır 'aşr-ı şerîf' okuyan, öte yandan Belediye Meclisi'nde Alevi cemevlerinin ibadethane statüsü kazanması için canla başla mücadele veren, sosyal demokrat, ortanın solunda, dindarlıkla barışık ve dindar-muhafazakârlıkla aynı dili konuşan bir CHP'li Belediye Başkanı var.
Onun arkasında da Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve Parti'sinin yukarıda zikrettiğimiz üzere, "Bize oy vermeyen muhafazakâr kesimle buluşma, konuşma, anlatma-dinleme, halleşme, helâlleşme, muhabbet üzere olma yolundayız" denilebilecek yeni siyasal arayışı var.
Evet, ben bunun 1960'larda "Artık ortanın solundayız" diyen CHP lider kadrosunun yaptığı gibi yerinde, gerekli ve cesaret dolu bir adım olduğu kanaatindeyim. CHP demek istiyor ki artık ortanın solunda olduğum kadar muhafazakârlığın da kalbinde olacağım!..
CHP İstanbul'da dindar-muhafazakâr yurttaşlardan aldığı oyu, Aksaray'da da alabilir, Yozgat'ta da alabilir, Konya'da Kayseri'de Trabzon'da Rize'de de alabilir.
Türkiye'de, küresel tekno-ekonomik akışla da uyarlı mahiyette seyreden toplumsal-kültürel değişim, 'sekülerleşme' bağlamında vurguladığım gibi, dindar-muhafazakâr kesimde de hükmünü icra etmekte. Ortalığı yaygaraya, şiddete, dehşete boğup medyada sansasyonel-spektaküler dinbazlık salvoları atanlara aldırmayın. Derinden akan sularda dindar-muhafazakâr yeni-kuşaklar da dünyevi ve elbette adil olduğu kadar huzurlu, eğlenceli, neşeli bir hayat yaşamak istiyorlar.
Bu isteği karşılama yolunda CHP'nin niteliksel yapısı da elverişli, potansiyeli de yüksek.
Elbette eski alışkanlıklar zor ölür. Ama ölür.
Yukarıda da kaydettiğim üzere, Türkiye bazı eski alışkanlıkların nihayet ölmeye yüz tuttuğu noktada. "Ölsem de CHP'ye oy vermem" diyenlerin de "CHP ne kadar yırtınırsa yırtınsın dindarlardan oy alamaz" diyenlerin de miadının dolduğu günlerdeyiz!..
Ne diyordu Ecevit, ta 1966'da İnönü'nün "Ortanın solundayız" demecinin hemen ardından kaleme aldığı, bir bakıma 'Ortanın Solu Manifestosu' denilebilecek o sade, küçük ama dopdolu kitabında, okuyalım:
"Ortanın solundakiler halkçıdırlar. Geniş halk topluluklarının yararını, dar zümrelerin çıkarlarına üstün tutarlar. Halkın köklü sınıf duvarlarıyla bölünmesini insanlık onuruna ve toplumun esenliğine aykırı sayarlar. Ama bunun için, bir sınıfın başka sınıfları yok etmesini değil; gelir dağılımında denge ve adalet sağlanarak, insanlığa ve topluma yararlı bütün işlere saygınlık (itibar) kazandırılarak, her türlü ayrıcalıklar (imtiyazlar), her türlü fırsat ve imkân eşitsizlikleri kaldırılarak ve bütün sömürme kapıları kapanarak, sınıflar arasında kaynaşma olmasını, sınıf ayrılıklarının bu yoldan eritilmesini isterler."
Denilebilir ki 'CHP matriksi' (dölyatağı) söz konusu olduğunda zaman-zemin farkı elbette dikkate alınarak yüründüğünde değişmeler kadar süreklilikler de karşımızdadır.
Ecevit'in sözlerine dikkat edin ve o sözlerde 'dar zümrelerin çıkarları', 'her türlü ayrıcalıklar', 'her türlü fırsat ve imkân eşitsizlikleri', 'sömürme kapıları' gibi ifadelerin bugünün Türkiye'sinde neye denk geldiğini bir düşünün!
Zihninizde 'dinbazlık', 'dinbaz sermaye sınıfı', 'saraylı dinbaz aristokrasi', yani kısacası bir 'dinbaz zenginlik' canlandığını hissedecek, fark edeceksiniz!..
Eh, böyle bir ekonomi-politik iklimde CHP elbette bu ülkenin yoksul ya da dar gelirli, çaresiz, geleceğe güvenle bakamayan dindar-muhafazakâr insanlarıyla aynı dili konuşmanın, onların kalbini kazanmanın yollarını arayacaktır.
'Ortanın solu' bunu gerektirir çünkü…
(Yararlanılan ve okunması önerilen kaynaklar: Bülent Ecevit, Ortanın Solu, Tekin Yayınevi, 1975 (İlk baskı: 1966); Özkan Ağtaş, 'Ortanın Solu: İsmet İnönü'den Bülent Ecevit'e', Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce, Cilt 8: Sol, İletişim Yayınları, 2007; Şerif Mardin, Bediüzzaman Said Nursi Olayı: Modern Türkiye'de Din ve Toplumsal Değişim, İletişim Yayınları, 1990.)