İstanbul için artık seçim vakti. Bizim için de İstanbul’a dair bazı özel hatıralara gömülme, hatırlamalarda bulunma vakti...
Ankara’da doğdum büyüdüm ama İstanbul da bir ölçüde bana memleket sayılır.
Annem Beykoz’da o muhteşem Karakulak Suyu’nun çağıl çağıl çağlattığı Dereseki’de doğmuştur. Köydü tabii Dereseki o zaman… Sonra, köyünün ilk okuyan kızlarından olarak Arifiye Köy Enstitüsü’ne yol tutmuş, mezun olduktan sonra da Şile’nin Kızılcaköy’üne atanıp öğretmenliğe yine İstanbul’un kıyıcığında başlamış.
En güzel yılları İstanbul’da geçmiş annemin…
Evlenince babamla birlikte kopuyor İstanbul’dan ve Ankara’ya geliyor; annesini ve kardeşlerini Beykoz’da Dereseki ve Akbaba’da bırakarak…
Benim İstanbul’a dair en eski hatıra parçacığım da annemin ana toprağı Beykoz’a küçücük bir çocuk olarak geldiğimdeki ilk durak olan Harem… Terminalde dayımın bizi karşılayışı ve doğru Dereseki’ye, önünde pırıl pırıl, gürül gürül akan bir çeşme bulunan, bahçesi de fındık ağaçlarıyla bezeli olan anneannemin yaşadığı eve yol tutmamız…
Bu olağanüstü doğa harikasının ortasında “insanî” bir girdi olarak (belki “eksiklik” de denilebilir) hatırladığım ise “lüks lambası”. O yıllarda (1960’ların sonu) Dereseki’de de Akbaba’da da elektrik yok. Akşam olup hava kararmaya yüz tuttuğunda dayımın, odanın tavanının ortasında bir “avize” gibi duran lüks lambasını yakmaya uğraşışı da hafızamdan hiç silinmedi.
Dereseki-Karakulak Suyu (Beykoz)
Samsun-Çarşamba’dan Üsküdar’a…
Baba tarafımda da kökler Samsun-Çarşamba’ya gitmekle birlikte kendimi ilk bilmeye başladığım zaman, o cenahta da hayatın nabzının İstanbul’da attığını hatırlıyorum.
Babam 20’li yaşlarından itibaren babaannemle birlikte İstanbul-Üsküdar’da yaşıyor ve Şile-Ömerli’de Orman Şefi olarak çalışmakta. Bu arada abisi de (ki babamla onun arasında 20 yaş, babamla benim aramda da 42 yaş fark üst üste eklendiğinde ben ona amca değil “dede” diyordum) Fatih-Sarıgüzel Caddesi’nde çoluk çocuk yaşamakta. O Fatih’teki ev de hatıralarımda en derin yerde bâki…
Babamın en güzel yılları da İstanbul’da geçmiştir. Ayrıca bir de Beşiktaş’a gönül verip ömrünü Baba Hakkı’ların, Süleyman Seba’ların dostluğunda Beşiktaş’a vakfetti o...
Bana da “BeşiktAşk”ı miras bıraktı tabii!..
Bu temeller üzerinde ilk gençliğimde, gençliğimde, yetişkinliğimde hep bir sürekli uğrak yeri oldu İstanbul bana…
Son altı yıldır da hayatımı sürdürdüğüm şehir artık İstanbul… Çok zor, çok meşakkatli, çok yorucu; ama aynı ölçüde de mucizevî, muazzam ve muhteşem bir şehir. Doğa olarak, tarih olarak, kültür olarak…
İstanbul’u öldüresiye “sevmek”
Evet, Ankaralıyım ama İstanbul, diyebilirim ki hep uzaktan sevilen, aşkların en güzeli bir yer olarak hayatımın parçası oldu.
Ne Ankara’yı hiçe sayıp aslını inkâr eden haramzade oldum; ne de İstanbul’un dünyanın en güzel şehirlerinden biri, belki de birincisi olduğunu ifade etmekten geri durdum.
Ben İstanbul’u uzaktan sevdim, bizim taşı-toprağı sert, kuru ve çatır Ankara’ya da ihanet etmedim. Ama İstanbul, onun böğründe büyüyüp ona âşık olduklarını söyleyip sonuçta (kendilerinin de kabul ettiği üzere) ona ihanet edenler tarafından tarumar edildi.
Biz İstanbul’u uzaktan özlemle sevdik, onlar İstanbul’u içeriden öldüresiye “sevdiler”!
Biz İstanbul tarafından fethedilmek istedik, onlar hep ama hep İstanbul’u fethetme derdinde, böylece mahvetme cihetinde oldular.
“Mavi ile yeşil”in eşsiz, benzersiz, rüya gibi buluşma mekânı olan bir yeryüzü cennetini, betonataparlığın ibadetgâhı gri bir cehenneme çevirdiler.
İstanbul yazılmaz, yaşanır
Yine de biz inanıyoruz ki İstanbul, hakkını geri almasını bilecektir.
Bütün bu insan-marifeti çirkinlikleri, tabiatı ile kusmasını bilecektir.
Ve onun tabiatıyla uyum içerisinde, “Bir ağaç gibi tek ve hür… Ve bir orman gibi kardeşçesine” yaşamasını bilenlere gönlünü açmasını bilecektir.
Neticede ona sahip olmak isteyenler, onu fethettiğini zannedenler, onu tahrip edip betona boğanlar bitse de İstanbul hiç ama hiç bitmeyecektir. Çetin Altan’ın İstanbul üzerine o eşsiz ve okumaya doyum olmaz anlatı kitabında dediği gibi:
“Biliyorum İstanbul yazılmaz yaşanır. Ama yazmak da o kadar yaşamak ki bir yerde İstanbul yaşanırken yazı oluyor. (…) Yaşarken yazdığımız İstanbul elbette burada bitmedi… Yaşadığımız ve yazdığımız sürece de bitmeyecek. Sonunda biz biteceğiz, o bitmeyecek. Hiç, hiç, hiç bitmeyecek…” (Çetin Altan, Al İşte İstanbul, YAZKO, 1980).
Üç İstanbul musikisi
Dolayısıyla esas olan, İstanbul’un hiç, hiç, hiç bitmeyeceğini bile bile yaşamaktır İstanbul’u. Kendisi hiç hiç hiç bitmeyecekmiş gibi, İstanbul’u dünyevi iktidar hırslarına adeta yaşmak yaparak yaşamak değil…
Bu vesile ile İstanbul’a “hakiki aşk”ın en güzel, zarif ve içten tecellilerini bize örnekleyen, “sözü musikiye çevirmiş” üç dev ismin dizeleriyle, şimdi seçim vakti olsa da “İstanbul için her daim şiir vakti” diyerek yazımızı tamamına erdirelim!..
Elbette önce Yahya Kemal:
Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.
Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul!
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.
Nice revnaklı şehirler görülür dünyada,
Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan.
Yaşamıştır derim, en hoş ve uzun rü'yada
Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan.
Şimdi de hiç kuşkusuz Orhan Veli:
İstanbul`u dinliyorum, gözlerim kapalı Önce hafiften bir rüzgâr esiyor;Yavaş yavaş sallanıyorYapraklar, ağaçlarda;Uzaklarda, çok uzaklarda,Sucuların hiç durmayan çıngıraklarıİstanbul`u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul`u dinliyorum, gözlerim kapalı;Kuşlar geçiyor, derken;Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık.Ağlar çekiliyor dalyanlarda;Bir kadının suya değiyor ayakları;İstanbul`u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul`u dinliyorum, gözlerim kapalı;Serin serin KapalıçarşıCıvıl cıvıl MahmutpaşaGüvercin dolu avlularÇekiç sesleri geliyor doklardanGüzelim bahar rüzgarında ter kokuları;İstanbul`u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;Başımda eski alemlerin sarhoşluğuLoş kayıkhaneleriyle bir yalı;Dinmiş lodosların uğultusu içindeİstanbul`u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul`u dinliyorum, gözlerim kapalı;Bir yosma geçiyor kaldırımdan;Küfürler, şarkılar, türküler, laf atmalar.Bir şey düşüyor elinden yere;Bir gül olmalı;İstanbul`u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul`u dinliyorum, gözlerim kapalı;Bir kuş çırpınıyor eteklerinde;Alnın sıcak mı, değil mi, biliyorum;Dudakların ıslak mı, değil mi, biliyorum;Beyaz bir ay doğuyor fıstıkların arkasındanKalbinin vuruşundan anlıyorum; İstanbul`u dinliyorum.
Ve nihayet… Kanımca her iki şiiri de kültürel çerçevede temize çekip, bir de İstanbul’u (yine Nâzım’dan esinle ifade edecek olursak) “Sen, kavgamın içinde bir şehirsin Sevgilim” dercesine taçlandıran dizeleriyle, Vedat Türkali:
Salkım salkım tan yelleri estiğindeMavi patiskaları yırtan gemilerinleUzaktan seni düşünüjrüm İstanbulBinbir direkli Halicinde akşamAdalarında baharSüleymaniyende güneşHey sen güzelsin kavgamızın şehri
Ve uzaklardan seni düşündüğüm bugünlerdeBakışlarımda akşam karanlığınKulaklarımda sesin İstanbul
Ve uzaklardanVe uzaklardan seni düşündüğüm bugünlerdeSen şimdi haramilerin elindesin İstanbul
Plajlarında karaborsacılarYağlı gövdelerini kuma sermiştir.Kürtajlı genç kızlar cilve yapar karşılarındaBalıkpazarında depoya kaçırılan fasulyanınMeyvesini birlikte devşirirlerSen şimdi haramilerin elindesin İstanbul
Et tereyağı şekerPadişahın üç oğludur kenar mahallelerindeYumurta masalıyla büyütülür çocuklarınHürriyet yokEkmek yokHak yokKolların ardından bağlandıKesildi yolbaşlarınHaramilerin gayrısına yaşamak yok
Almış dizginleri elineBir avuç vurguncu müteahhit toprak ağasıOnların kemik yalayan dostlarıOnların sazı cazı villası doktoru dişçisiVe sen esnaf sen söyle sen memur sen entellektüelVe senVe sen haktan bahseden Ortaköyün Cibalinin işçisiSeni öldürürlerSeni sürerlerBuhranlar senin sırtından geçiştirilirİpek şiltelerin istakozlarınve ahmak selameti içinHakkında idam hükümleri verilir
Haktan bahseden namuslu insanlarıYağmurlu bir mart akşamı topladılarKaranlık mahzenlerinde şehrinCellatlara gün doğduKardeşlerin acısıyla yanan bir çift gözün vardırBir kalem yazın vardırDudaklarını yakan bir çift sözün vardırSöylenmez
Haramiler kesmiş sokak başlarınıPolisin kırbacı celladın ipi spikerin çenesi baskı makinesiHaramilerin elindeVe mahzenlerinde insanlar beklerGönüllerinde kavga gönüllerinde zaferBebeklerin hasreti içlerinde gömülüCan yoldaşlar saklıdır mahzenlerinde
Boşuna çekilmedi bunca acılar İstanbulBulutların ardında damla damla seslerGülen çehreleri ve cesaretleriyleArkadaşlar çıktı karşımaDindi şakalarımın ağrısı
Bir kadın yoldaş tanırdımBir kardeş karısıHasta ciğerlerini taşıdığı çelimsiz kemikli omuzlarıVe hüzünlü çehresiyle bebelerini seyrederdiCellatlara emir verildiği gün haramilerin sarayındaGebeliğin dokuzuncu ayındaAç kurtların varoşlara saldırdığıTipili bir gece yarısıSırtında çok uzak bir köyden indirdiOtuzbeş kiloluk sırrımızıZafer kanlı zafer kıpkırmızı
Boşuna çekilmedi bunca acılar İstanbulBekle biziBüyük ve sakin Süleymaniyenle bekleParklarınla köprülerinle kulelerinle meydanlarınlaMavi denizlerine yaslanmışBeyaz tahta masalı kahvelerinle bekleVe bir kuruşa Yenihayat satanTophanenin karanlık sokaklarındaKoyunkoyuna yatanKirli çocuklarınla bekle biziBekle zafer şarkılarıyla caddelerinden geçişimiziBekle dinamiti tarihinBekle yumruklarımızHaramilerin saltanıtını yıksınBekle o günler gelsin İstanbul bekleSen bize layıksın
***
(Not: Seçim yasağının yazılarımız üzerinde yaratacağı baskıyı aşma yolunda T24 PAZAR’ı bu hafta erken doğurmak ve Cumartesi’den ilgiye açmak durumunda kaldık. Okurlarımızın bizi anlayışla karşılayacağını umuyoruz.)