Geçtiğimiz cumartesi 10 Kasım’da kaleme aldığım yazıda, “Bir süredir Atatürk düşmanlığı tescilli ve yıllar boyu bu iktidar kadrolarının zihinlerini beslemiş (Kadir Mısıroğlu gibi) yazı erbabı bile hanidir kızakta” dedim ya…
Diyanet İşleri Başkanı beni tam anlamıyla kontrpiyede bırakacak şekilde aynı gün Mısıroğlu’na geçmiş olsun ziyareti ile manşetlerde boy gösterdi. Biz de boyumuzun ölçüsünü aldık!..
***
Kadir Mısıroğlu bu iktidar kadrolarının gönlünde tarihsel olarak taht kurmuş bir şahsiyet olsa da son birkaç yıldır yaptığı çıkışlarla onların “konjonktürel” kaygıları doğrultusunda (özellikle de şu meşhur “Shakespeare, eşittir, Şeyh-piiir” çıkışından sonra) düşük profile “buyur edilmiş” bir figürdü.
“Konjonktürel” olan nedir diye soracak olursanız, basit: Bu coğrafyada istediğiniz kadar geçmiş siyasal tasarruflarını eleştirin, reddedin, lanetleyin; yüceltilmesine, kültleştirilmesine karşı çıkın; ne yaparsanız yapın, bir “kültürel temsil” olarak Atatürk’ü kitlesel düzeyde gözden düşürme imkânınız yok.
Aksine, toplumun laik yaşam biçimini sürdürmekte (her türlü dinbaz-politik atraksiyona rağmen) kararlı ve ısrarlı kesimi için “Atatürk”, tutunum noktası mahiyetinde köklü bir simge.
Böyle olunca Atatürk’ü sıradanlaştırma, basite indirgeme, değersizleştirme yolunda her hamle aksi istikamette bir mobilizasyona yol açıyor. Hem de kitlesel mahiyette azımsanmayacak çapta…
***
Ayrıca, hem Atatürk’ü Türk milliyetçiliği dendiğinde hiç ama hiç marjinalleştirme imkanı bulunmayan, bilakis onu bir “nirengi noktası” yapma durumunda olan, böyle yapmazsa tarihsel olarak kendini inkardan gelecek bir muhafazakâr parti (MHP) ile ittifakla ancak ayakta durabiliyor ve “Reislik” ifa edebiliyorsunuz!..
Bir de tabii, FETÖ ile hısımlığın hasımlığa dönmesi sonrasında “düşmanımın düşmanı dostum” hesabı, yani yine konjonktürel bir ihtiyaçla kapısı çalınmış “laik-ulusalcı” mahfillerle de hayli ince çizgide sürmekte olan diyalog ve yakınlaşmayı gözetmek, kısaca “Ergenekon Kapısı”nı kırmamak zorundasınız!..
Dolayısıyla gün, Kadir Mısıroğlu günü değildir…
Diye düşünürken…
Diyanet Reisi adeta bir “elektrik kaçağı”na yol açarcasına gitti, sağlık sorunu yaşayan Mısıroğlu’nu 10 Kasım arifesinde resmi cübbesiyle ziyaret etti.
***
Ben bunu, bu iktidarın, yine konjonktürel olarak nasıl “iki arada-bir derede” kaldığını işaret eden bir veri olarak almaktan yanayım.
Bir taraftan ne Atatürk’ü değer ve derece kaybına uğratma, ne de anti-Kemalizm yapma “lüksünüz” var.
Ama diğer taraftan da içerisinden geldiğiniz ve sizi politik-ideolojik olarak biçimlemiş, yapılandırmış bir tarihsel mecra var. O mecrada da hem sizi iktidara taşıyan ve göz ardı edemeyeceğiniz “çekirdek-kitle” desteği, hem de o kitlenin üzerinde yıllar/kuşaklar boyu düşünsel-duygusal bir maya, bir yapı-taşı olmuş “beyin-takımı” var.
Ve Mısıroğlu da bunlardan biri.
O yüzden 10 Kasım’da önce Anıt Kabir’e giderek özel defteri güzel güzel doldurup imzalayıp, “Ata”ya da “Ruhun şâd olsun” diye seslendikten sonra; gece Saray’daki Atatürk’ü Anma Töreni’nde yine “Ata”nın en bariz tasarruflarından “Türkçe-ezan”ı yerden yere vurduğunuz gibi…
Diyanet Reisi'niz de çıkıp 10 Kasım arifesinde Atatürk düşmanlığıyla maruf Mısıroğlu’na gayet manidar bir ziyarette bulunuyor işte.
***
Ali Erbaş, Kadir Mısıroğlu’nu nereden tanır?
Tayyip Erdoğan nereden tanıyorsa oradan tanır.
Kitaplarından, çıkardığı dergilerden, geçmiş dönemlerde Kemalist statüko ile kavgasından… Hapis yatmışlığı, yurt dışına kaçmışlığından falan…
Kadir Mısıroğlu’nun kitaplarını günümüz dünyasında İslam ve Müslümanlık üzerine sürdürdüğüm akademik çalışmalar doğrultusunda benim de okumuşluğum var; Osmanlı, hilafet, Kurtuluş Savaşı üzerine yazdıklarını…
Doktora tezimi hazırlarken Londra’da “Türk-Yar” adlı bir dernekte gerçekleştirilen bir konuşmayı dinlemeye gittiğimde de kendisiyle yüz yüze karşılaşma durumum oldu (1990). Kafasında fesi, elinde bastonuyla oradaydı. Dindar-muhafazakâr bir genç konuşmacı, gayet spontane (kasıtlı olmayan) şekilde yeni-Türkçe bir sözcük kullandığında o, derhal söze girdi ve “Harf İnkılabı” üzerinden, konuşmacıyı da doğduğuna pişman edecek şekilde Cumhuriyet’e, Atatürk’e, Kemalizm’e verip veriştiren bir söylev çekti.
Orada hiç unutmadığım bir sözü de Turgut Özal’la ilgiliydi. 12 Eylül sonrası askeri yönetimin ve Kenan Evren’in hâlâ hükmünü icra eder olduğu dönemde Anavatan Partisi lideri ve başbakan olan, namazında-niyazında, Cuma’ları kaçırmayan Özal’ın cumhurbaşkanlığına geçişinde önünü açanın eşi Semra Özal olduğunu şu mealde sözlerle iddia etmişti:
“Allah, o gâvur Evren’in gözünde Özal’ın dindarlığını örtmek için eşini perde yaptı!..”
***
Tayyip Erdoğan’lar, Ali Erbaş’lar ve Türkiye’de İslami siyasi hareket bünyesinde boy gösteren niceleri, Mısıroğlu’nun kitaplarıyla büyüdüler: “Lozan: Zafer mi Hezimet mi?”; “Kurtuluş Savaşı’nda Sarıklı Mücahitler”, “Osmanoğulları’nın Dramı”; “Geçmişi ve Geleceği ile Hilafet”…
O, bir bakıma bu kadrolar için şiirde Necip Fazıl ne ise nesirde odur.
İkili oynamak, iki arada-bir derede kalmış olmak ya da doğrudan ikiyüzlülük; adına ne denirse densin, sıkıntı da bundandır.
İslamcılığın çoktan bittiğini, Osmanlıcılığın ise bir fanteziden, bir “dizi-keyfi”nden ibaret olduğunu gayet iyi bildikleri şu küresel ekonomi-politik ortamda “simülasyon” niyetine, yani yalancıktan hem İslamcılık, hem Osmanlıcılık oynarken bir yandan da işte Türkiye’nin laik toplumsal-kültürel gerçekliği ile bir “orta-nokta”da buluşmak için çırpınıyorlar (10 Kasım anmaları, Atatürk’e saygı temaşaları ve saire.)
Bu arada bünyesinden çıktıkları mecradaki fincancı katırlarını ürkütmemek için de “jest”lerde bulunuyorlar; Diyanet Reisi’nin Mısıroğlu ziyareti gibi…
***
Peki, Mısıroğlu nefrette hiç mi hiç kusur etmediği Mustafa Kemal için, kendisini yakın hissettiği bu iktidar iradesinin, göstermelik olsun olmasın, böylesi saygıda kusur etmezliğini nasıl izah ediyordur dersiniz?
30 yıl önce Özal için dediğine benzer şekilde şimdi tüm bu 10 Kasım ve Anıt Kabir seremonilerinin de toplumun gözüne bir “örtü” olduğunu mu düşüyordur acaba?..
Eğer öyleyse soru şudur: Toplum bunu “yer mi”?!.
Sanmıyor ve diyorum ki Mısıroğlu istediği kadar, “Reisicumhur beni ziyaret etmişti, şimdi Şeyhülislam ziyaret ediyor; bu tarihi bir andır” dese de adeta galibiyet coşkusuyla;
Gelen tepkilerin çapına, hacmine, yelpazesine; yani bardağın dolu kısmına bakıldığında görülen şu ki mağlup sayılır bu yolda galip…