Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın onay vermesiyle Kuzey Irak'ta yeni harekâta başladı geçtiğimiz günlerde.
Kuzey Irak'ın Gara bölgesinde yapılan operasyonda yaşananların ardından, ABD Başkanı Biden'ın soykırımı kabul eden açıklamasıyla aynı dönemde rastlayan Kuzey Irak'taki Pençe harekâtında ele geçirilen silah ve malzeme bizzat Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar tarafından kamuoyuna duyuruldu.
Operasyonda PKK'dan ele geçirildiği belirtilen silahların ayrıntılı dökümü şöyle:
"Uzaktan kumandalı iki Doçka. Zagros adı verilen dürbünlü keskin nişancı silahları, Kanas keskin nişancı tüfeği, Biksi, RPG roketatar, M-16, üçünde susturucu takılı olan Kalaşnikof otomatik tüfekler ve bomba atarlar. Ayrıca, çeşitli ve ileri teknoloji muhabere sistemleri."
Akar, söz konusu silah ve mühimmat için "Ele geçirilen malzemelere baktığımızda, bunlara bu malzemeleri kimler verdi? Bunların hepsi düşünülmesi, tartışılması gereken konular." değerlendirmesini yaptı.
Her ne kadar Bakan Akar, menşeini açıklamasa da bu konularla ilgilenenler silahlar ve malzemelerin NATO ve Eski Doğu Bloku standartındaki silah ve malzemeler olduğunu bilir.
Mesela, RPG roketatarlar, Biksi, Kanas ve Kalaşnikof tüfekler aslen Sovyetler Birliği döneminde imal edilip Eski Doğu Bloku ülkelerinde üretilenlerden.
M-16 otomatik tüfek ise ünlü ABD silah üreticisi Colt'un ürün listesinde ve NATO ülkelerinin envanterinde yer alıyor.
Yanı sıra, Türkiye gerek terörle mücadele, gerekse düzenli ordu sistemi çerçevesinde bu silah ve mühimmatların hemen hepsinden TSK envanterine alım yaptı.
Terör örgütlerinde aynı zamanda TSK envanterinde de bulunan yabancı menşeili silah ve mühimmatın ele geçirilmesi konusu pek yeni değil.
Geçmişten bu yana özellikle PKK'ya karşı yürütülen hemen her operasyon veya harekâtta benzer sonuçlar ortaya çıkar.
Kuzey Irak'taki son harekâtta yine NATO ve Eski Doğu Bloku menşeili silah ve mühimmatın ele geçirilmesi sonrasında arşivi karıştırırken konu ile bağlantılı ilginç bir yazışmayı buldum.
Emniyet Genel Müdürlüğü arşivinde yer alan yazışmanın tarihi epeyce eski.
Tarih, Eylül 1993.
DYP Genel Başkanı Süleyman Demirel'in Cumhurbaşkanı olmasıyla birlikte Tansu Çiller'in başbakanlığındaki koalisyon hükümeti iş başında.
Aynı zamanda, 1984'te Eruh ve Şemdinli baskınlarıyla varlığını ortaya koyan PKK'nın, gerek Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da, gerekse batıdaki kentlerde eylemlerini yoğunlaştırdığı günler.
Ülkedeki "ateşin yüksek olduğu" dönemin ortası.
Polisin Doğu'da yaptığı bir operasyonda PKK'dan 12 tane ABD yapımı ve NATO standartındaki Colt marka M-16 marka otomatik tüfek ele geçiriliyor.
M-16 tüfekleri, yine aynı dönemde hem TSK, hem de polis özel harekât timleri kullanıyor.
Ele geçirilen M-16'ların, EGM bünyesindeki kriminal laboratuvardaki balistik incelemeleri sırasında üretim yılı ve seri numaraları tek tek tespit edildi.
Bu tespitler, hemen EGM Terörle Mücadele ve Harekât Dairesi'ne bildirildi. Terörle Mücadele Dairesi, o zamana kadar pek görülmeyen biçimde Türk Interpolü'nü devreye sokarak M-16'ların menşeini ve PKK'ya nasıl ulaştığını araştırmaya başladı.
Araştırma çerçevesinde Türk Interpolü, Interpol Genel Sekreteliği üzerinden ABD Interpolü'ne özel mesaj çekerek elde edilen silahların menşeini resmi yazıyla sordu.
Türk Interpolü, 20 Eylül 1993 günü Terörle Mücadele Dairesi'nden gelen talebi zaman kaybetmeksizin ABD'ye gönderdi.
ABD Interpolü, gecikmeksizin ertesi gün Türkiye'ye acil koduyla yanıt yolladı.
ABD'nin yanıtı ilginçti.
Resmi yanıtta, Türkiye'nin gönderdiği listedeki 5 adet M-16 uzun menzilli otomatik tüfeğin 1975 – 1976 yılları arasında üretildiği fabrikadan Alabama'daki ABD Ordusu'na ait depoya gönderildiği, ancak depo kayıtlarının iki yıldan geriye gitmediği için silahların askeri merkez kayıtlarında rastlanılmadığı açıklandı.
Yani, söz konusu beş M-16, ABD'de üretilmişti. Orduya teslim edilmişti ancak akıbeti bilinmiyordu. Akıbeti bilinmeyen silahlar yaklaşık 18 yıl sonra Türkiye'deki çatışmada PKK'dan ele geçirilmişti!
Devam edelim.
Aynı silahlardan beşinin, 27 Mart 1974 tarihinde üretici firma tarafından Lübnan Silahlı Kuvvetleri'ne satıldığı ortaya çıktı.
Bunun üzerine Türk Interpolü, yine acil koduyla bu kez Lübnan Interpolü'ne yazı gönderip beş M-16 silahın akıbetini sordu.
Lübnan'ın yanıtı da en az ABD'ninki kadar ilginçti.
Lübnan makamları, söz konusu beş M-16 otomatik tüfeğin, ülkede o tarih itibarıyla son 16 yıl içinde meydana gelen karışıklıklar sırasında çalındığını bildirdi!
Geriye iki M-16 kaldı. Onu da aktarayım.
PKK'da ele geçirilen iki M-16'nın ise, üretici firma tarafından 4 Aralık 1987 tarihinde İçişleri Bakanlığı'na bağlı Jandarma Genel Komutanlığı'na fatura karşılığı satılmıştı.
Biraz daha yakın tarihe yaklaştığımızda ABD menşeili Glock'ların akıbetinden de söz etmek gerekecek.
ABD'nin Irak harekâtı sırasında Türkiye'yi yakından ilgilendiren uzun soluklu silah kaçakçılığı olayı ortaya çıkarılmıştı.
Şöyle ki; 2006'dan itibaren ülke genelinde EGM koordinasyonunda yürütülen silah kaçakçılığı operasyonlarında sıkça Glock marka tabancalar yakalanmaya başlandı. Glocklar hem kaçakçılarda, hem de bazı PKK operasyonlarında elde edildi.
Ele geçirilen Glock'ların sayısının üç haneli sayılara ulaşması üzerine KOM Dairesi silahların izini sürdü.
Yapılan resmi yazışmalar ve görüşmeler sonrasında ABD'nin Avusturyalı üreticiden aldığı ve Irak'a gönderdiği binlerce Glock'un bulunduğu deponun yağmalandığı, silahların Iraklı yerel kaçakçılar tarafından partiler halinde toplu biçimde değerinden çok ucuza satılarak ülke dışına çıkarıldığı anlaşıldı.
Şimdilerde ise, ABD'nin bir kez daha Irak ve Suriye'de bağlantı kurduğu PYD gruplarına ciddi boyutta silah ve mühimmat sağladığı biliniyor. Zaten ABD'de bu işlemleri gizliden yapmaktan vazgeçerek artık açık biçimde gerçekleştirmeyi tercih ediyor.
Geçmişten bugüne baktığımızda bu işlerin sonu gelmeyecek gibi görünüyor!
Tarih içinde yaşanılan bu olaylar ve gelişmeler, Türkiye'nin tam bağımsız biçimde yaşamasının gerekliliğini ortaya koyuyor.
Özellikle Soğuk Savaş döneminde jeopolitik konumu nedeniyle kendi çıkarları korumak amacıyla ABD'nin, İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana Türkiye'yi "ileri karakol" konumunda tutması ve sağlam müttefik gibi görünmesine karşın eline geçirdiği her fırsatta Türkiye'nin aleyhine çalıştığını görmek Tam Bağımsız Türkiye'nin yaratılması ve yaşatılması bakımından oldukça önemlidir.
19 Mayıs 1919 sabahında Bandırma Vapuru ile Samsun'a doğru yola çıkan Mustafa Kemal'in hedefinde "Tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti'ni kurmak" vardı.
Mustafa Kemal, İstanbul Hükümeti ve destekçilerinin tüm çabalarına karşı 29 Ekim 1923'e kadar tek tek döşedi taşlarını tam bağımsız yeni Türkiye Cumhuriyeti'nin.
Atatürk'ün ölümü ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında yeniden şekillenen dünya düzeninde çift kutuplu gruplaşmalar yaşandı.
NATO ve Doğu Bloku arasında sıkışan Türkiye Cumhuriyeti Hükümetleri, tercihlerini NATO ve ABD'den yana kullanarak yola devam ettiler.
Zaman zaman tam bağımsızlık peşinde koşan kitlelere de soğuk bakan hükümetler ve askeri yönetimler, bu isteğin peşinde giden kimi gençleri de darağacına göndermekte tereddüt etmediler.
Dün 6 Mayıs'tı. ABD'ye karşı tam bağımsız Türkiye'nin peşinde koşan Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan'ın darağacında sona eren yaşamlarının 49. yıldönümüydü.
Tam bağımsız Türkiye idealini geçmişten bugüne taşıyanlar ya da bugünden ileriye taşıyacak olanlar, idealin karşılığını yaşamlarıyla ödemekten çekinmeyen "üç fidanı" bir kez daha andı.