Emniyet Genel Müdürü Mehmet Aktaş, çok tartışılacak bir genelgeye geçen hafta imza attı.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun dominant yönetim tarzından olsa gerek kendisinden önce aynı makamda görev yapan eski genel müdürlere göre "oldukça düşük profil" görüntüsü veren Aktaş, imzaladığı genelgeyle polisin kamusal alanda görevini yaparken, ses ve görüntü kaydı alanların engellenmesi talimatını verdi.
Özetlemek gerekirse, söz konusu genelgede uygulamanın başlatılmasına gerekçe olarak "özel hayatın gizliliğinin ihlal edilmesi" gösterildi. Olaylar sırasında polisleri ses ve görüntüyle kaydeden kişilerin, polisin görev yapmasını engellediği görüşü savunuldu.
Genelgeyle, görev başındaki polislerin ses ve görüntü kaydını alarak görev yapmasını engelleyenler hakkında adli işlem yapılması emredildi.
Aktaş'ın 29 Nisan 2021 tarihinde imzaladığı 19 numaralı genelgenin ortaya çıkmasıyla birlikte sosyal medya üzerinden büyük tepkiler yaşanmaya başlandı.
Özellikle muhalefet ve hukukçular genelgeye yoğun eleştiri getirdi.
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, "Bu genelge şu anlama geliyor: Türkiye'de demokrasi askıya alınmıştır, Anayasa askıya alınmıştır, hak ve özgürlükler askıya alınmıştır. Bunu bütün dünya duysun. Aslında bu genelgenin amacı o" değerlendirmesini yaptı.
Çağdaş Hukukçular Derneği, "Suç işlendiğini fark ettiğinizde ses ve görüntü cihazlarıyla kayıt yaparak delil toplayabileceğinizi hatırlatmak isteriz" paylaşımını yaptı.
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, 1 Mayıs eylemlerini takip eden gazetecilerin görüntü almasının polis tarafından engellenmeye çalışıldığını belirterek, "meslektaşlarımızın zorla telefonlarına, kameralarına el konulup görüntüler sildirilmiştir. Bu genelge Anayasa'ya aykırıdır. Anayasal bir hak olan basın özgürlüğü yine engellenmiştir" şeklinde tepki verdi.
Büyüteç'i yazdığım dün öğle saatlerinde Ankara Barosu, genelgenin iptali için Danıştay'da dava açtı. Baro, dava dilekçesinde genelgenin, Anayasa'nın 36. maddesine aykırı olduğu vurgulandı.
İptal başvurusunda baro, "Öncelikle her bir yurttaş, üstelik de kamusal bir alanda gerçekleşen bir olayı, suç şüphesiyle delillendirmek ihtiyacı hissedebilir. Bu toplum halinde yaşamanın ve dayanışmanın doğal bir sonucudur" görüşünü ortaya koydu.
Bu eleştirilere karşın İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ise, yaptığı açıklamada genelgenin Anayasa'yı ihlal etmediği konusunda ısrarcı.
Fakat Türkiye'de halen yürürlükteki Anayasa'nın değerlendirildiği Anayasa Hukuku'na göre mevcut yasa, tüzük, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi, yönetmelik, genelge gibi yürütme organları Anayasa'nın üzerinde olamaz.
Anayasa'nın normlar hiyerarşisi böyle diyor.
Buna karşın; her ne kadar İçişleri Bakanı Soylu, genelgenin anayasayı ihlal etmediğini savunsa da, Anayasa'nın 26. ve 36. maddelerine bakıldığında durumun pek de Soylu'nun dediği gibi olmadığını görmek mümkün.
Anayasa'nın 26. maddesindeki "Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti" ile 36. maddesindeki "hak arama hürriyeti" başlıklarındaki hükümler, Aktaş'ın imza koyduğu genelgenin hükümleriyle çelişiyor.
Diğer yandan yine genelgeye baktığımızda; genelgenin yayımlanma gerekçesi olan "kamusal alanda görev yapan polisin özel hayatının ihlal edildiği" gerekçesi tartışmaya fazlasıyla açık.
Genelgenin bu bölümü hakkında Hukukçu Ömer Faruk Eminağaoğlu ile görüştüm. Geçmişte savcılık yaptıktan sonra halen avukatlık yapan Eminağaoğlu ilk olarak "kamusal alandaki resmi görevde özel hayat olmaz" değerlendirmesini yaptı.
Eminağaoğlu şu değerlendirmeyi yaptı:
"Kamusal görev sırasında kişisel veri, kişisel bilgi olmaz. Kamusal alandaki resmi görevde özel hayat da olmaz. Özel hayatında polis, istediğini paylaşır, istediğini paylaşmaz. Oysa resmi görev, kişinin gizli alanı mı? Dilediği gibi hareket edebildiği bir alan mı? Resmi görev, görevlinin keyfe keder hareket edebildiği bir alan değildir. Bu genelge, demokraside olması gereken açıklıkları yok etmek ve ‘resmi mercilere gizleyin' diyen bir genelgedir.
Ayrıca, artık internet ve yurttaş gazeteciliği kavramı gelişti. Bu genelge basın özgürlüğünün kullanılmasını da engelleyecektir. Zamanla basın, tamamen devre dışı kalır."
Eminağaoğlu'nun görüşü özetle böyle.
Son dönemde özellikle toplumsal eylemlerde bilakis İstanbul'da göstericilere müdahale tarzında değişim yaşanıyor.
Uzun yıllardır sokak eylemlerini yakından izleyen bir gazeteci olarak yakın zamana kadar İstanbul'da da göstericilere müdahale çevik kuvvet polislerince yapılırdı. Ancak son zamanlarda dikkat ediyorum, müdahaleler hep sivil polislerce yapılıyor. Sosyal medyaya ve televizyonlara yansıyan görüntülerde bu durum açık biçimde görülüyor.
İstanbul'daki çevik kuvvet polisi sayısı mı yetersiz, yoksa başka zorunluluktan mı bilemiyorum.
Tabii bu durum, toplumsal eylemlerde içinden çıkılamaz bir durumu da beraberinde getiriyor kuşkusuz.
Pek seslendirilmese de, tartışılan genelgenin yayımlanma gerekçelerinden birisi de bu kanımca.
Yerlerde sürüklenen, yumruklanan, bağırıp hakaret edilen insanlara yönelik davranışlarda bulunan sivil polislerin, suç işlediğinin açık biçimde tespit edilmesinin önüne de geçilmesi amaçlanıyor.
Oysa aynı süreçte daha önceleri kasklarında numara yazan resmi çevik kuvvet polislerinin, gerek toplumsal eylemlerde, gerekse görev aldıkları diğer olaylarda daha temkinli, dikkatli ve talimatlara uyan davranışlarda bulunduğu biliniyor.
Bu durumu da halen Emekli Emniyet Müdürleri Derneği Genel Başkanı İsmail Çalışkan'a sordum.
Çalışkan, emekli olmadan önce Emniyet Genel Müdürlüğü'nde özellikle emniyet teşkilatının AB'ye uyum çerçevesindeki uygulamaların hayata geçirilmesi döneminde önemli görevlerde bulundu.
Aynı zamanda bir dönem Emniyet Genel Müdürlüğü Sözcülüğü'nü de yürüten Çalışkan, ülke genelinde yaşanan toplumsal olayları yakından izleyen ve aynı zamanda çevik kuvvet birimlerinin de bağlı olduğu Güvenlik Dairesi Başkanı idi.
Sözü Çalışkan'a bırakıyorum:
"Polis görevdeyken özel hayatı çerçevesinde görev yapmaz. Kendisine verilen resmi görevi yerine getirir. O polislerin görev yapması da emniyetin ilgili birimlerinin resmi yazışmalarıyla gerçekleşir. Dolayısıyla, kamuya açık yerlerde bu genelgenin uygulanması bazı sorunları da beraberinde getirir ne yazık ki.
Özellikle toplumsal olaylarda sivil polislerin görev yapması sırasında ilerleyen süreçlerde istenmeyen görüntülerin ve olayların çoğalmasına neden olur.
Benim görev yaptığım dönemde, sivil polislerin toplumsal olaylarda müdahale etmesini önlemiştik. Ayrıca, Çevik Kuvvet'in kasklarına numara yazarak polisin hem suç işlemesini, hem de gerektiğinde lehine olacak durumların tespitini sağlamaya çalıştık. Yine aynı dönemde kaskları içinde kullanmak için yurt dışından özel mikrofon sistemi getirdik. Böylece, görevdeki tüm polislerin aynı anda talimat almalarını sağladık, talimat dışı hareket etmelerini büyük ölçüde önledik."
Eminağaoğlu'dan sonra Çalışkan'ın gelişmeye bakış açısı bu şekilde.
Emniyet Genel Müdürlüğü'nün böyle bir genelgeyi yayımlaması aynı zamanda teşkilatı yöneten kadrosunun vizyonu ve misyonunu da ortaya çıkarttı.
İşletme biliminde kurumları insan benzeri canlı yaşadıklarını değerlendirilen, günümüz ve gelecekteki durumlarını ortaya koyan önemli bir prensip vardır işletme biliminde: Vizyon ve misyon.
Vizyon, kurumun gelecekteki hedeflerini ortaya koyar ve "Amacımız nedir? Nerelere gelmek istiyoruz?" sorularına yanıt arar.
Misyon ise, "Neden bu kurum var? Kimlere hizmet ediyoruz?" sorularının yanıtlarını kullanır.
Vizyon ile misyonun birlikte vücut bulması ve beraber ivme kazanması aynı zamanda kurumların marka değerlerini de müthiş derecede yükseltir.
(Daha geçenlerde Türk Polis Teşkilatı'nın kuruluş yıldönümü nedeniyle kaleme aldığım Büyüteç'in linkini buraya bırakayım meraklıları için.)
Bu bilimsel yaklaşıma karşın, emniyet teşkilatını yönetenlerin kurumun marka değerini artıracak uygulamalar yerine geriye götüren tutum içinde olmasını açıklamak pek mümkün gözükmüyor.
Bu genelge örneğinde de görüleceği üzere, elindeki insan kaynağını cumhuriyet ilkeleri, demokrasi, çoğulculuk, insan hakları, düşünce özgürlüğü, yurttaş haklarının kullanılmasını sağlamak gibi konularda eğitimini yükselterek tüm ülkenin destekleyeceği bir teşkilat olmak varken, uyguladıkları yöntemlerle teşkilatın geriye gitmesine neden olduklarını görmek üzücü.
Polisi, içine girdiği süreçler nedeniyle her an ülke gündeminde yer alan bir teşkilat olmaktan çıkartıp sadece yasaların verdiği görevleri yerine getiren, devleti ve halkı için ter döken bir kurum olmasını sağlamak gelecek yıllar için de önemlidir.